LEVENT KÖKER*
AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerindeki ‘sürpriz’ zaferinden ardından TBMM’ye referandumla Anayasa değiştirmek için gereken 330 milletvekilinin biraz altında kalarak girmesi, başkanlık sistemi tartışmalarını yeniden gündemin en ön sırasına yerleştirmiş bulunuyor. Bu yazı, siyaset bilimi ve kamu (anayasa) hukuku konularında uzun bir süredir çalışan bir yurttaşın, konuyla ilgili yanlışları kamuoyuna bir kez daha duyurmayı görev bilmesinin sonucudur.
Yazıda yanlışlar üzerinde durulacak olması, başkanlıkla ilgili hiçbir ‘doğru’nun olmadığı anlamına gelmez. Bununla birlikte, Türkiye kamuoyunda başkanlıkla ilgili bilinen tek doğrunun, adına başkanlık denilen hükûmet sisteminin demokratik sistemler içinde yer alan bir alternatif olmasından ibâret.
Bir diğer deyişle, evet, başkanlık sistemi, parlâmenter sistem gibi, çağdaş demokratik ülkelerde görülen bir hükûmet sistemi. Ancak başkanlıkla ilgili olarak, bu doğrunun dışında kalan diğer hususlarda ise Türkiye kamuoyunda bir dizi yanlış, ‘doğru’ zannedilmekte. Sırayla gidelim.
1. Yanlış: Başkanlık sisteminin tek bir tipi yoktur, muhtelif başkanlık tipleri mevcuttur; dolayısıyla ‘Türk tipi başkanlık’ da olabilir.
Başkanlık sistemi, yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki ilişkinin düzenlenmesiyle ilgili bir sistem olup hem adını, hem de diğer özelliklerini ABD’ndeki hükûmet sisteminden (presidentialism) alır. Nasıl İngiltere (Birleşik Krallık), parlâmenter sistem kavramını borçlu olduğumuz bir târihî örnek ise, ABD de başkanlık sistemi için böyle. ABD dışında kalan ve ‘başkanlık sistemi’ adı verilen sistemlerin tamamı, ABD örneğinden yola çıkarak oluşturulmuş kavramsal tipe göre değerlendirilebilir.
Dolayısıyla, ABD dışındaki diğer ‘başkanlık sistemleri’ sâdece örnektir. ‘Başkanlık’ bu örneklere göre tanımlanmaz, ABD sistemine göre yapılan ‘başkanlık sistemi tanımı’nın unsurları açısından bu örneklerin ‘tipe uygun olup olmadıklarının’ değerlendirilmesi yoluna gidilir.
ABD başkanlık sisteminin tipik unsurlarından en belirgini, yargı bağımsızlığı esas olmak kaydıyla, yasama ile yürütme organlarının birbirinden kesin olarak ayrılması ve birbirini denetleyip dengelemeleri. Buna göre yürütme organı doğrudan halk oyuyla seçilen ‘başkan’dır. Başkan, yürütme görevini yerine getirirken kimlerle çalışacağını kendisi tâyin eder ama, bu tâyinler, tıpkı yüksek yargıçların atanması gibi, yasama organının (Senato) onayına tâbidir. Bu onay ‘güvenoyu’ anlamına gelmez. Zirâ, burada geçerli olan bir esas da yürütme organında başkanla birlikte çalışacak olanların aynı zamanda yasama organı üyesi olamayacaklarıdır.
Bizdeki deyişle, başkanlık sisteminde bakanlıkla milletvekilliği bağdaşmaz. Burada aslolan, başkanın bütün kritik tasarruflarının yasama organının onayına tâbi kılınmış olması. Buna, ABD başkanının ‘başkomutanlık’ yetkileriyle kararnâme çıkarma yetkisi gibi pek çok husus da dâhildir.
ABD sisteminin bir diğer özelliği ‘federal yapı.’ Dolayısıyla, başkanlık sisteminin mutlaka federal bir yapıyı gerektirip gerektirmediği de ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu.
Yine ABD sisteminde iki meclisli bir parlâmento yapısı bulunur. Bunun da başkanlık sisteminin zorunlu bir unsuru olup olmadığı tartışma konusu olabilir.
Buna karşılık, biraz aşağıda daha ayrıntılı olarak anlatmaya çalışacağım ama, şimdiden söylemeliyim ki dünyâ üzerinde ABD dışındaki diğer başkanlık örneklerinin neredeyse tamamı ‘federasyon’ veyâ ‘bölgeli devlet’, ve yine neredeyse tamamı ‘iki meclisli yasama organına sâhip.’
2. Yanlış: Başkanlık sistemi, güçlü yürütme ve istikrar demektir.
Bu yanlışın en başta gelen kaynağı, Türkiye’de özellikle milliyetçi ve muhafazakâr siyâsetin, yürütme organının istikrarı ile siyâsî istikrarı aynı şey zannetmesi. Böyle olunca da, en istikrarlı sistem, güçlü tek adam yönetimi olmakta ki hem bu, hem de başkanlık sisteminin böyle bir güçlü tek adam yönetimi yaratacağı algısı yanlış.
Kaldı ki, başkanlık sisteminde yürütme gücünün doğrudan halk oyuyla seçilen ‘başkan’da toplanması, yürütmenin ‘güçlü’ olması demek değildir. Örneğin ABD’de başkan, parlâmenter sistemdeki başbakana göre ‘güçsüz’dür, çünkü kritik bütün kararları Senato’nun onayına tâbidir.
ABD modelinden saparak başkanın gücünü artıran ve büyük çoğunluğu Lâtin Amerika ülkelerinde görülen başkanlık sistemi örnekleri ise ‘istikrarsız‘ sistemler olmuş, sıklıkla darbeci rejimlere veyâ diktatörlüklere dönüşmüştür. Şili, Brezilya, Arjantin gibi iyi bilinen geçmişin faşist rejim örneklerinin yanısıra, bunun bugün en iyi örneklerinden biri, yakın zamanda anayasasını demokratikleştirmeye çalışan ama buna rağmen demokratik devletler arasında hiç de iyi bir sicile sâhip bulunmayan ve maalesef Türkiye’de de örnek alınmaya çalışılan Meksika.
3. Yanlış: Cumhurbaşkanının doğrudan halk oyuyla seçilmesiyle birlikte Türkiye’de sistem ‘fiilen değişmiş’tir.
Bu, birkaç açıdan vahim bir yanlış ama altında bir ‘doğru’yu da barındırmakta. Doğru olan şu: 1982 Anayasası, cumhurbaşkanına bâzı atama yetkilerinin yanında, sembolik (törensel) olmanın ötesine geçen bir dizi yetki vermiştir. Bu yetkiler, doğrudan halk oyuyla seçilen bir cumhurbaşkanıyla birleştiğinde, sistem iyice sorunlu hâle gelmekte.
Yanlış olan ise, cumhurbaşkanının doğrudan halk oyuyla seçilmesinin sistemi fiilen değiştirmiş olduğu. Şu söylenebilirdi: “1982 Anayasası’nın cumhurbaşkanına verdiği yetkiler parlâmenter sisteme göre ‘çok’, başkanlık sistemine göre ise ‘az’, dolayısıyla sistemin bu bağlamda yeniden düzenlenmesi gerekir.” Ama, böyle demeyip sistem fiilen değişmiştir demek, ‘kaynağı Anayasa ve kânun olmayan hiçbir devlet yetkisinin kullanılamayacağı’ kuralının reddedilmesi anlamına gelir ki, doğrudan ‘hukuka bağlı devlet’ ilkesinin çiğnenmesi demektir.
Kaldı ki, Anayasa’nın cumhurbaşkanına tanıdığı yetkilerin ‘parlâmenter sistem’le uyumlu hâle getirilerek azaltılması da bir tercih olabilir, zîrâ cumhurbaşkanının doğrudan halk oyuyla seçildiği parlâmenter sistem örnekleri de mevcut.
4. Yanlış: Başkanlık, Türkiye için en uygun sistemdir.
Yukarıdaki yanlış, bu yanlışa da yol açmakta. Cumhurbaşkanınn yetkileri konusu başta olmak üzere anayasal statüsünün yeniden düzenlenmesi ihtiyacının mevcûdiyeti bir şey, bu düzenlemenin mutlaka başkanlık yönünde gerçekleştirilmesi gerektiğini söylemek ise başka bir şey.
Sayın Tayyip Erdoğan ve AK Parti, Anayasa’nın başkanlık sistemine geçiş yönünde değiştirilmesini ‘2023 hedefleri’yle ilişkilendirmekte. Bu hedeflere ulaşmak için ‘güçlü yürütme’, bunun için de ‘güçlü başkanlık’ gereği duymaktalar ki, ‘güçlü başkanlık’ ile özdeşleştirilen ‘güçlü yürütme’nin ‘başkanlık sistemi’ demek olmadığını, istikrar anlamına ise hiç gelmediğini yukarıda kısaca açıklamaya çalıştım.
Buna ek olarak, 2023 hedefleri denilen hedeflerin ‘seçim çoğunluğu’nu elde etmiş olsa da, bir siyâsî partinin (yâni halk içinde örgütlenmiş belli bir kesimin) hedefleri olduğunu, bütünün benimsediği hedefler olmadığını belirtmek gerek. Bu durumda, Anayasal statüsü tibâriyle ‘devletin başı’ olan ve bu sıfatla ‘Türk milletinin birliğini temsil eden’ cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Sayın Erdoğan’ın, doğrudan halk oyuyla ve yüzde 52’ye yakın oyla seçilmiş olmasına rağmen, ‘bir taraf’ın hedeflerini hâlâ benimsemekte olduğunu düşünmek doğru olmaz. Zîra cumhurbaşkanlığı makamı, Sayın Erdoğan’dan alıntılayarak söylersem, ‘cumhurun makamı’dır ve ‘cumhur’, kendi içinde farklı görüş ve hedeflere sâhip siyâsî farklılıklara (fırkalara-partilere) ayrılmış durumda olduğundan, bu farklılıklardan birini değil, bu farklılıkların da içinde yer aldığı bütün olarak ‘cumhur’u temsil eder.
Bu nedenle, başkanlık sistemini bir siyâsî partinin programındaki hedeflerle ilişkilendirerek Türkiye için en uygun sistem olarak nitelemek, toplumu meydana getiren diğer partileri ve onların temsil ettiği grupları devletin dışına itmek anlamına gelir ki, bu durumda ortaya çıkacak olan sonuç, her türlü sistem tartışmasını anlamsızlaştıran bir dağılma ve çözülme olacaktır.
Bu yanlışla ilgili belirtilmesi gereken bir diğer husus da, Türkiye’nin, sonuçta ‘parlâmentoculuk’ anlamına gelen ‘meşveret’ talepleriyle başlayan ve 1876’dan bu yana evrilen siyâsî hayâtında TBMM’nin üstünlüğüyle belirlenen bir geleneğinin oluşmuş bulunduğu. Dolayısıyla, modern Osmanlı-Türk siyâsî hayatının kurumsal tecrübesi ve birikimi, meşveret-meşrûtiyet üzerinden ‘millî mücâdele-TBMM üstünlüğü’ dolayımıyla gerçekleşmiştir. Türkiye’nin bu bağlamda ‘başkanlık sistemi’ gibi bir demokratik siyâset tecrübesi hiç olmamıştır. AK Parti genel başkan yardımcılarından birinin bir ulusal televizyon kanalında uluorta serdettiği, “Türkler Büyük Hun İmparatorluğu’ndan beri bu sistemi [başkanlık] tatbik etmektedirler” sözü ise han/hakan/sultan/pâdişah ile bir demokratik sistem alternatifi olarak ‘başkanlık sistemi’nin nasıl birbirine karıştırılabildiğine dâir çok veciz bir örnek oluşturmuştur, ibretliktir.
Özetle, Türkiye’ye uygun düşen, TBMM duvarında yazılı ‘Hâkimiyet bilâ kayd-ü şart milletindir’ deyişini Sayın Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde sarf ettiği gibi ‘duvardan indirip’ uygulamada gerçek kılacak sistem, ‘başkanlık’ değil ‘parlâmenter’ sistemdir; parlâmentarizmin güçlendirilmesidir.
5. Yanlış: AK Parti ve Sayın Erdoğan, başkanlık sistemini kişisel nedenlerle değil Türkiye için istemekte. Dahası, başkanlık bir sistem ve sistem tartışmasının kişi (yâni Sayın Erdoğan) odaklı yapılması doğru değil.
Buna katılmak mümkün değil, o yüzden kanaatimce başkanlık sistemi tartışmasının bu şekilde sunulması yanlış. Çünkü, başkanlık sistemi kişi odaklı bir öneri olmasaydı, bundan çok önce AK Parti programlarında, söylemlerinde yer alması gerekirdi. Oysa kamuoyu, AK Parti’nin, 2012 yılının Kasım ayında, TBMM Başkanlığı aracılığıyla Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu ‘başkanlık önerisi’ne kadar bu konuda hiçbir alenî veriye sâhip değil.
Hattâ, 2007 yılındaki anayasa taslağı hazırlık çalışmalarında ve sonrasında da ‘parlâmenter sistemi esas alan’ bir anayasa çalışması yapılması hedeflenmişti. Dahası, cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesini öngören 2007 târihli Anayasa değişikliği sırasında da, 2010 târihli görece kapsamlı Anayasa ve hukuk reformları sürecinde de başkanlık sistemi gündeme gelmedi.
Bu durum karşısında, başkanlık önerisinin kişi odaklı olmayan bir sistem önerisi olduğunu düşünmek imkânsız.
6. Yanlış: AK Parti, başkanlık sistemini bir demokratik sistem olarak önermekte.
AK Parti’nin başkanlık önerisi, kanımca bir demokratik sistem alternatifi olarak gündeme gelmemekte.
Bunun başlıca sebeblerini şöyle sıralayabilirim:
(a) Hâlen yürürlükte olan 1982 Anayasası, bir bölümü AK Parti’nin imzâsını taşıyan pek çok özgürlükçü ve demokratik değişiklik geçirmişse de, temel noktalarda baskın anti-demokratik niteliklerini muhafaza etmekte. AK Parti’nin önerisi, Anayasa’nın bu yönlerine hiç temas etmemekte.
(b) AK Parti, Cumhuriyet târihinin en uzun süreli kesintisiz tek parti iktidarı olarak özellikle 2011 genel seçimlerinden sonra otoriterleşme eğilimleri içinde olan bir parti. Bizzat AK Parti’nin imzâsını taşıyan (ve muhalefetin de destek verdiği) 2004 yılındaki Anayasa değişikliklerinden sonra Türkiye hukuk sisteminde açıkça bir üst norm konuma erişen insan hakları alanındaki gerilemeler bu açıdan kayda değer. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde bâzı konularda durumu iyileşen Türkiye’nin 2011 sonrasında hızla ifâde ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı baskıcı ülkeler kategorisine düşmesi, dramatik bir durum ve bu durumun sorumluluğu, iktidar partisine âit.
(c) AK Parti, 2013’ün ikinci yarısından başlayarak tırmanan olaylar karşısında verdiği tepkiyle, bizzat dönemin TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in ifâdesiyle, Anayasa’da yer alan ‘yargı bağımsızlığı’nı ortadan kaldırmıştır. Bugünün Türkiye’sinde hukuka ve yargıya duyulan güven en alt düzeye inmiş bulunmakta.
(d) Çok somut ve açık bâzı örnekler vermek gerekirse: Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararlarına konu olan pek çok kânunun hukuka aykırılığının bilindiği ama nasılsa AYM kararları geriye yürümeyeceği için ‘Biz yapalım gitsin’ yaklaşımıyla hareket edildiği izlenimi verecek biçimde çıkarılması, bu bağlamda bireysel idârî işlem niteliğindeki ‘görevden alma’ların kânunla yapılması, böylece mağdur olan kişilerin hak aramalarının engellenmesi, AİHS ve AİHM içtihatlarına aykırı olarak toplantı ve gösteri hakkına yönelik sayısız ihlâller, internet yasaklamaları, ancak olağanüstü yönetimle alınabilecek ‘sokağa çıkma yasağı’ gibi tedbirlerin genel bir kânun hükmüne dayandırılarak uygulanması, suç işleyen kamu görevlilerinin cezalandırılmaması, daha doğrusu uluslararası düzeyde mahkeme kararlarıyla tescil edilmiş ‘cezasızlık’ (impunity) geleneğinin pekiştirilmesi, devletin ‘kusursuz’ dahi olsa sorumluluğunda olan yaşam hakkı ihlâlleri, vs.
Şimdi, eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, 2002-2010 arasındaki demokratik reformcu bir siyâsî iktidar partisinin, demokratik hukuk devletinin ilke ve kurumlarının bu denli tahrip edildiği bir otoriterleşme ortamında güçlü yürütme ve istikrar amaçlı bir başkanlık önerisini gündeme getirmesi, ‘demokratik bir alternatif’ olarak kabûl görülmeyecek, kendi otoriter yönelimini pekiştirme amaçlı bir girişim olarak değerlendirilecektir.
7. Yanlış: AK Parti’nin başkanlık önerisinin içeriği.
Şöyle ki: (a) Başta belirttiğim üzere, ‘başkanlık sistemi’, parlâmenter sisteme alternatif bir demokratik sistem. Bu sistemin esâsı yargı bağımsızlığı temelinde yasama ile yürütmenin birbirinden kesin hatlarla ayrılması ve birbirini dengeleyip denetlemesine dayanır. AK Parti’nin önerisinde de yasama ile yürütmenin birbirinden kesin hatlarla ayrılmasına rastlanıyor: Başkan ve TBMM ayrı seçimlerle işbaşına geliyor, başkanın tâyin edeceği ‘bakanlar’ın aynı zamanda TBMM üyesi olmaları yasaklanıyor. Ancak AK Parti, başkanlık seçimi ile TBMM seçimlerinin aynı gün yapılmasını öngörmek sïretiyle, başkan ile yasama çoğunluğunun aynı siyâsî eğilimden olmalarını sağlamak istiyor. Bu da yasamanın yürütme üzerindeki denge ve denetleme işlevini yok etmese bile büyük ölçüde anlamsızlaştıracak bir husus. Bu tercih muhtemelen ‘istikrar’ için yapılmış ama bu da, başkanlık sisteminin dayandığı mantığa uymamakta. Bilinmesi gerekir ki ‘başkanlık sistemi’nin tipik özelliği, siyâsî istikrarı sağlaması değil, bireysel özgürlükleri en sağlam biçimde korumaya önem vermesidir.
(b) AK Parti’nin başkanlık önerisinin en önde gelen yanlışı başkana (yâni yürütmeye) yasama yetkisi vermesi. Buna göre ‘Başkan, genel siyâsetin yürütülmesinde ihtiyaç duyduğu konularda Başkanlık kararnamesi çıkarabilir.’ Burada ‘Kararnâme çıkarabilmek için kanunlarda o konuyu düzenleyen hükümlerin bulunmaması şarttır’ denilmek sïretiyle bu yetkinin bir ‘aslî düzenleme yetkisi’ yâni ‘yasama yetkisi’ olduğu da ikrar ediliyor. Her ne kadar ‘Kişi hak ve hürriyetleri kararnâmeyle düzenlenemez’ denilmekteyse de, bununla ne kastedildiği (örneğin temel hak ve hürriyetler, siyâsî hak ve hürriyetler, kültürel haklar ve hürriyetler, ekonomik ve sosyal haklar vs. gibi kategorilerin nasıl mütalaâ edileceği) belli değil.
(c) AK Parti’nin önerisi tek meclis esâsı üzerine kurulu. Buna karşılık, başkanlık sisteminin tipik özelliklerinden biri, dünyâ üzerindeki başkanlık uygulamalarının hemen tamamında da görüldüğü gibi iki meclisli yasama organı. AK Parti’nin bu tek meclislilik tercihi de yine ‘istikrar’a, yâni başkanın (yürütmenin) gücünü pekiştirmeye yönelik ve özgürlükçü demokratik değil otoriter bir eğilimi yansıtmakta.
(d) AK Parti’nin önerisinde Türkiye’nin aşırı merkezyetçi yapısıyla ilgili hiçbir yenilik yok. Oysa, demokratik toplum düzeninin kurulup sürdürülebilmesi bakımından pek çok sorun yaratan bu merkeziyetçiliği tasfiye etmeyen bir başkanlık sistemi, merkezyetçilikten kaynaklanan sorunları daha da içinden çıkılmaz hâle getirecektir. Dünyâ tecrübesi de göstermekte ki, bölgeli devlet modelini (yâni bölge ve bölge altı düzeyde yasama organları bulunan bir modeli) veyâ federatif yapıyı öngörmeyen bir başkanlık örneği, hadi ihtiyat payı bırakayım, bir iki küçük istisnâ dışında, bulunmamakta.
Netîce olarak, AK Parti’nin önerdiği ‘başkanlık’, örnekleri dünyanın başka yerlerinde ve bu arada hemen yanıbaşımızdaki Ortadoğu ülkelerinde de mebzûl miktarda görülen tek adam otoriteryanizminin Türkiye’ye uyarlanması gibi görünmekte.
Bu önerinin Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyâcı bağlamına yerleştirilmesi şart ki bu konuda da 1 Kaım seçimlerinden hemen sonra Sayın Cumhurbaşkanı’nın ilgi çekici ifâdeleri oldu. 7 Haziran seçimlerinden önce bizzat meydanlarda ‘halkla buluşan’ Sayın Erdoğan açıkça başkanlık sistemine geçiş için oy ve milletvekili talep etmişti. Şimdiyse 1 Kasım seçimlerinin en önemli mesajını ‘Türkiye’nin yeni anayasa mes’elesesini çözmek gerektiği’ biçiminde takdîm etmekte ki, bence kayda değer bir fark. Bu farkı görmeyip, yeni anayasayı AK Parti’nin mevcut önerisi bağlamında demokratik olmaktan uzak bulunan başkanlık sistemine geçiş sinyali olarak anlamak kanımca doğru değil.
Kuşkusuz Sayın Cumhurbaşkanı’nın ne demek istediğini en iyi AK Parti mensupları bilecektir ama, unutulmamalı ki Türkiye’nin başkanlık sisteminden çok daha âcil ve çok daha kapsayıcı bir ‘yeni anayasa’ ihtiyâcı bulunmakta. Sâdece başkanlık sistemi bu ihtiyâcı karşılamayacağı gibi, sorunları da hepten içinden çıkılmaz hâle getirecektir.
Bu nedenle, önümüzdeki dönemde parlâmentonun, onlarca yıldır devam edegelen ve neredeyse herkesin her şeyi söylemiş bulunduğu yeni anayasa tartışmaları bağlamında, artık sonuç alıcı adımlar atması gerekmekte. Sâdece başkanlık odaklı bir arayış, bu adımları kesinlikte bloke edecektir.
* Yakın Doğu Ümiversitesi Hukuk Falültesi öğretim üyesi