ZEYNEP GÜVEN ÜNLÜ
zeynep.guvenunlu@gmail.com
Gazeteci-yazar ve hayvan özgürlüğü aktivisti Zülâl Kalkandelen, Türkiye’nin ilk veganlarından. 20’li yaşlarından beri hayvan haklarını savunuyor, veganlığın etik ve politik tercihlerle bağlantısının altını kalın çizgilerle çiziyor. Kalkandelen’in ‘Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü‘ adlı kitabı Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayınlandı.
Yazar, ‘yaşam hakları ellerinden alınan milyarlarca hayvan’a adadığı kitabını devrim mesajıyla bitiriyor: “Bugün en ilerici devrimci mücadele veganizm.”
Tanınmış vegan aktivistlerle söyleşiler, Türkiye ve dünyadan mücadele örnekleri, gelecek öngörüleri… Zülâl Kalkandelen, uzun süredir üzerinde çalıştığı kitabını Diken’e anlattı.
Türkiye’nin en eski veganlarından birisin. Veganlığın çok az bilindiği bir dönemde sen bu kavramla nasıl tanıştın?
Günümüzde pek çok kişi belgeseller izleyerek, kitaplar okuyarak ya da çevresindeki birinden etkilenerek veganlıkla tanışıyor. Benim dönemimde bunların hiçbiri yoktu. Benim bu konuya ilgi duymam The Smiths’in ‘Meat is Murder‘ (Et Cinayettir) şarkısıyla oldu. Sadece ben de değilim bu şarkıyla et yemeyi bırakan, çok kişiyi etkilemiştir Meat is Murder. Şarkı, bir mezbahada bıçak seslerinin hayvan çığlıklarına karışmasıyla başlıyor. İlk duyduğumda, sözleriyle de birlikte düşününce çok sarsılmıştım. Ani bir şekilde hayvan yemeyi bıraktım. Sonrasında okuduklarım çerçevesinde nasıl bir sömürü sisteminin içinde olduğumuzu görüp kendimi o zincirinden tamamen çekmeye karar verdim. Benim devrimim bir şarkıyla başladı.
Son dönemde veganlığın, yeme içme odaklı bir tüketim kavramına dönüşmesinden endişe duyduğunu söylüyorsun. Bu konuyu biraz açalım mı, tam olarak neden endişeleniyorsun?
Özellikle son yıllarda, medyanın da bunu bu şekilde aktarmasıyla, veganlık bir tür beslenme şekli, yaşam tarzı hatta trend olarak algılanıyor. Bunlar kavramın içeriğini boşaltıp özünden uzaklaştırıyor. Çünkü veganizmin temelinde hayvanların yaşam haklarının savunulması ve sömürünün reddedilmesi var. Bunlar geri plana itiliyor. Yaşadığımız kapitalist sistemin de etkisiyle veganlık yeni bir tüketim alanı olarak görülüyor. Sürekli yeni ve pahalı ürünlerin piyasaya sürüldüğü bir pazar oluştu. Halbuki veganizm bu kadar yoğun bir tüketimi teşvik etmez, tam tersine reddeder. Kitapta kendi kullandığım veganizmin tanımına yer veriyorum, aynen burada da söylemek isterim: “Veganizm, insan dışı hayvanların da insan olan hayvanlar gibi duyguları olan bilinç sahibi canlılar olduğu gerçeğinden hareketle, onlara uygulanan meta statüsünü reddederek, sömürüye maruz kalmadan yaşama haklarını savunan özgürleştirici bir etik tutumdur.“
Biz bunu söylemeliyiz ki veganizmin toplumsal adaletle ilgisini kuralım ve bunun bireylerin tercihlerinin ötesinde toplumsal adalet gereği savunulması gerektiği anlaşılsın. Yani bir trend gibi gelip geçici olduğu düşünülmesin, sadece belli kişilere özgü bir yaşama şekli olduğu sanılmasın. Bir trendden ya da yaşama tarzından bir gün bir nedenle vazgeçilebilir ama adalet talebi, bir gün savunulup ertesi gün vazgeçilecek bir şey değildir.
21. yüzyılın toplumsal adalet mücadeleleri çerçevesinde hayvan hakları, Avrupa’da ciddi tartışma ve mücadele konusu. Belki veganizm ardındaki düşünceler Türkiye’de ‘uçuk’ görülüyor çünkü insanlar kendi temel haklarını kaybetmiş durumda ama biz bu mücadeleyi dünyayla birlikte vermek durumundayız. Ayrıca insan hakları ile insan olmayan hayvanların hakları birbirinin tezatı ya da engeli değildir; ikisini de aynı anda savunmak gerek.
Kitapta “veganizm mücadelesi, 21. yüzyılın en ilerici devrimci mücadelesidir” diyorsun.
Vegan bir dünyada sınırlı ve doğa dostu tüketim yaparız, az atık madde çıkarırız. Hayvansal beslendiğimizde ise doğanın yıkımına neden oluyoruz. Topraksızlaşma, ormansızlaşma, suların ve havanın kirlenmesi, okyanuslardaki ölü bölgeler, türlerin yokoluşu, küresel iklim krizi… bunların hepsinde hayvansal tüketimin büyük etkisi var. Hayvansal tüketimin bitmesiyle, tek evimiz olan dünyayı da korumuş oluyoruz. Biz veganlar olarak, insan, hayvan ve doğa üzerindeki baskıya, zulme hayır diyoruz. Bu sadece insanın insan üzerindeki tahakkümünü reddetme ile sınırlı değil, aynı zamanda insanın doğa ve insanın insan olmayan hayvanlar üzerindeki sömürüsüne karşı mücadeleyi de kapsıyor. Ama her konuda ilerici olanlar, nedense konu hayvanlar olunca, veganlığa karşı tutucu davranıyor.
Kitapta senin sorduğun soruyu ben de burada sana sorayım. Karl Marx yaşasaydı vegan olur muydu?
Bunun kesin bir cevabını veremeyiz tabii ki, bir beyin jimnastiği yapıyoruz. Marx, bir hümanist, yani insanı önceleyen bir yaklaşımı var. Hayvana yönelik sömürüyü ise maalesef dert edinmiş görünmüyor. Ama bu konu üzerinde düşündüğümde ve Marx’ın yazdıklarına ayrıntılı baktığımda, insanın varlığını sürdürmesiyle olan bağlantısı nedeniyle doğayı önemsediğini görüyorum. Bugün yaşasa, hayvansal tüketimin doğaya nasıl zarar verdiğini görürdü, bu faktörü de hesaba katardı bence. Sonuçta bilimsel bir düşünce ortaya koymaya çalışıyor, akılcı bir yaklaşımı var. O bağlantıyı kurardı. Hayvan hakları açısından yaklaşımı ne olurdu, etik açısından insanın gelişimine nasıl bakardı onu bilmek olanaklı değil ama, hayvansal tüketimin sürmesinin nihai olarak insanın zararına olduğunu anlayacağı için veganlığı savunabilirdi.
Son yıllarda, özellikle Avrupa’da eko-sosyalizm kavramı çok karşımıza çıkıyor, onun da temelinde hayvansal tüketimin doğaya verdiği zarar var. Çünkü küresel iklim krizi en çok yoksulları vuracak. Sosyalizm, adaleti ve eşitliği önemseyen bir yaklaşım içinde; dolayısıyla aralarında veganizmin ortaya koyduğu gerçekleri önemseyen bir kitle var.
Eko sosyalist çevrelerde, hayvan hakları aktivistleri ve veganlar arasındaki güncel tartışmalar neler?
Doğanın isyanı, iklim krizi ve felaketleri konuşuluyor elbette. Veganlar arasında kapitalizmin veganizmi ehlileştirmesine ya da veganizmin kapitalizmi yeşile boyamaya araç yapılma çabasına tepki artıyor. Hayvansal tüketimin dizginlenmesi gerektiği konusunda fikir birliği var. Hayvan hakları konusunda ise insan olmayan hayvanların da duyarlı canlı olduklarını kabul eden ülkelerin sayısı artıyor.
ABD’de Nonhuman Rights Project (İnsan Olmayanların Hakları Projesi) önemli bir çabanın içinde. Kurucusu avukat Steven Wise, hayvan haklarını hukuksal platformlara taşımak için çalışıyor. Hayvanat bahçelerindeki hayvanların bireylik haklarını gündeme getiriyor. Mesela New York’ta kafeste tutulan bir şempanze için ilk kez “habeas corpus” kararı çıkarıldı. Yani yakalanan veya tutuklanan bireyin önce “fiziken”, adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınan bir görevli önüne çıkarılması kuralı uygulandı. Bronx’ta bir hayvanat bahçesinde kırk yıldır tek başına tutulan elli yaşındaki Happy adlı fil için 2018’de bu karar ikinci kez alındı. Böylece hayvanların içinde bulunduğu esaretin yasal olup olmadığı tartışmaya açılıyor. Mahkeme, Happy’nin bir barınağa alınmasını reddetti ama temyize gittiler, temyiz mahkemesi davayı kabul etti.
Bu anlattıklarım belki bazılarına çok ütopik geliyor ama ileride dünyanın her yerinde böyle olaylar yaşanacak. Avrupa’da birçok ülkede, hayvan haklarına odaklanan siyasi partiler var. Türkiye’de de geçen yıllarda böyle bir girişim oldu ama ne yazık ki başarıya ulaşamadı. Bu partiler hayvanlar yararına kanunların çıkmasına çalışıyor. İngiltere’de ve Hollanda’da o partilerin önayak olmasıyla yeni yasal düzenlemeler yapıldı. Canlı hayvan ticaretinin sonlandırılması konusunda ilerleme kaydedildi. Yeni Zelanda’da ve İngiltere’de yasaklandı.
Türkiye’de hayvan hakları konusundaki en samimi parti hangisi sana göre?
Hiçbiri. Çünkü hepsi türcü bir yaklaşım içinde. Avcılık konusunda ses çıkaranlar var ama çoğunlukla göstermelik kalıyor yapılanlar.
Veganların aynı zamanda aktivist olması gerektiğine inanıyorsun, doğru mu?
Ben bir veganın aktivist olmasını beklerim ama bu, herkes aynı şekilde mücadele edecek anlamına gelmiyor. Aktivizmin türleri var. İlle eline poster alıp sokakta slogan atmak zorunda değilsin. Yakın çevreni etkilemek, sosyal medyada paylaşım yapmak… bunlar da aktivizmin türleri. Bir vegan etik nedenlerle vegan olduysa, hayvanlar o korkunç işkenceleri çekiyorken susmamalı çünkü hayvanlar için konuşması gerekenler bizleriz. Biz bugün konuşmazsak kim ne zaman konuşacak? Bir veganın bu konuda ağzını açmaması bana ilginç geliyor. Öyle ünlüler var, tek kelime etmiyorlar. İnsanları etkileme güçleri varken bunu kullanmıyorlar. Ben feministim diyen birinin kadın hakları konusunda tek bir laf etmemesi kadar tuhaf bir şey bu.
Neden ses çıkarmıyorlar sence?
Çünkü insanları bu konuyla yüzleştirmenin bir bedeli var. Veganizmin etik yönü hakkında konuşmaya başladığınızda insanlar inanılmaz bir savunmaya geçiyor, tepki gösteriyor. O gerilimi yaşamaktan, dışlanmaktan, tepki görmekten kaçınıyorlar. Ama ne olursa olsun böyle bir vahşet varsa, görüşler karşılıklı konuşulmalı. Vegan olmayan biri, hindiyi doldurup soyup parçalayıp, içine sebzeleri tıkıştırıp bunu sergileyebiliyorsa ve bu sırf geleneksel olduğu için kabul görüyorsa, benim de değişimden yana barışçıl bir vegan olarak susmama hakkım var. Görüşlerimizi sakince dile getirebilmeliyiz.
Başarılı bulduğun aktivizm türleri neler?
İşi kavgaya dönüştürmeden, çok sağlam gerekçelerle konuşabilmek ve karşı tarafı ikna etmeye çalışmak önemli. İnsanlara hayvansal tüketimin ardındaki gerçekleri göstermek lazım. Ben yıllar önce, mezbaha gerçeğini bu topluma göstereceğim diye bir karar verdim. Zaten bu gerçekler bugüne kadar gizlendiği için böyle kabul edilmiş durumda. Birçok insan, yediklerinin sofraya nasıl geldiğini, hangi aşamalardan geçtiğini bilse hayvan yemekten vazgeçer. Bizim de Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu ile Türkiye’de yaptığımız sanal gerçeklik eylemleri var. Özel bir gözlük takıp bir video izliyorsunuz, bir süt tesisinin, mezbahanın, yumurta üretim merkezinin içine girebiliyor, orada olanlara tanık olabiliyorsunuz. Oradaki ortama gerçekteki gibi tanık olunca donup kalanlar, ağlayanlar, isyan edenler oluyor… Çok etkileniyor insanlar. Gerçi bazı veganlar da bu tür eylemlerden hoşlanmıyor, bunu şiddeti yeniden üretmek olarak görenler de var ama ben öyle düşünmüyorum. Sokakta insanlara bilgisayardan ya da tabletten video izleterek yaptığımız Gerçeklik Küpü de Sanal Gerçeklik eylemi de insanları kaçtıkları gerçeklerle yüzleştiriyor ve çok etkili.
Kitapta vegan aktivist, müzisyen Moby ile de bir röportajın var. Özetle “Aynı taraftaki insanların kendi aralarında kavga etmesi kabul edilemez. Diğer aktivistleri eleştirme lüksümüz yok” diyor. Veganlar neden fikir ayrılıklarını açık açık konuşamasın, birbiriyle çatışamasın?
Moby’nin onu ne düşünceyle söylediğini biliyorum. Az sayıda insanız biz. Başka bir mücadele ile kıyaslanamayacak kadar azız. Sosyalistler, feministler, LGBT bireyler gibi toplumun ilerici kesimleri ne yazık ki çoğunlukla bizim yanımızda yok. Kendi aramızda bir fikir ayrılığı olduğunda, hemen ‘Vegan aktivistler birbirine girdi, zaten üç kişiler, onlar da birbirlerini yiyorlar‘ gibi bir algı oluşuyor. Bu iyi bir şey değil. Ancak el ele vererek bir ses verebilecekken, kendi kendimizi etkisizleştirmiş oluyoruz. Moby o nedenle bunu söylüyor. Mücadeleyi ne için verdiğimizi hiç unutmamalıyız.
Hayvan hakları savunuculuğu ve veganlık aynı şey değil ama sen hayvan haklarını savunan herkesin vegan olması gerektiğini düşünüyorsun, değil mi?
Evet, hayvan yiyen hayvansever oksimorondur. İnsan, kedi ve köpeği ya da yemediği hayvanları sevip korurken, yediklerini katleden endüstrilere destek oluyorsa, bu o kişinin ‘hayvansever’ değil, ‘hayvanseçer‘ olduğunu gösterir. Nasıl ki insan hakları savunucusuyum deyip sadece beyazların haklarını savunamazsanız, hayvan hakları savunucusuyum deyip sadece yemediğiniz hayvanların haklarını savunamazsınız. Hayvan hakları eylemine gelip ardından soluğu kebapçıda alanlar oluyor. Bu kabul edilemez. Aynı şekilde üzerinde derilerle ya da kürkle hayvan hakları eylemine gelen de gördüm. Deri, yaşamak isteyen ama canı alınan bir hayvanın beden parçasıdır. Ama “ben onu eskiden almıştım, atarsam israf olur” diye gerekçe üretenler var. Bu mantıkla düşünürsen, diyelim ki buzlukta vegan olmadan önce aldığın etler var. İsraf olmasın diye yiyecek misin onları… Bir adam, ben feministim ama arada bir kadın dövüyorum diyebilir mi! Veganlığa etik olarak yaklaşmayınca böyle tutarsızlıklar oluyor.
Aktivist kimliğin birebir ilişkilerinde nasıl tezahür ediyor? Vegan olmayan arkadaşlarınla arana ister istemez mesafe giriyor mu?
Zaman içinde daha az görüşülüyor… Yemeklere, davetlere çağırılmaz oluyorsunuz. Ben bunlara alışmış bir insanım, zaten hayvan sömürüsü olan yerlerde bulunmayı istemiyorum. Sosyalleşmeyi çok seven insanlar bu konuda sıkıntı yaşayabilir ama neyse ki günümüzde bakış açıları değişmeye başlıyor. Bilinçlenme arttıkça insanlara uygun farklı seçenekler öneriliyor. Ama mesele bana uygun seçenek sunulması da değil. Mesela mangal partisinde bir tarafta hayvan pişirilirken bir tarafta bana sebze ikram edilse de ben yine orada olmak istemiyorum. Pişirilen hayvan bedenlerini gördüğüm zaman onu aklımdan atamıyorum. Ama o şekilde öyle bir ortamda oturabilen veganlar da var.
VEGANLIK İNANCIN DEĞİL ADALETİN GEREĞİ
1998 tarihinde Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi veganlığı inanç gibi koruma altına alıyor. Pek çok vegan bu gelişmeyi bir kazanım olarak gördü ama sen veganlığın ‘inanç’ olarak nitelenmesine karşısın. Neden?
Veganlığın inançla hiçbir ilgisi yok. Veganizm, bilimsel dayanakları olan ve insanın etik açıdan evrimini gerektiren hayvan özgürlüğü mücadelesinin felsefesi.Aslında kararın olumlu sonuçları oldu. İş yerinde, hastanelerde, okullarda tamamen bitkisel seçeneklerin sunulması böylece bir hak oldu. Ama veganizmin inanç özgürlüğü kapsamına alınması, yanlış bir algı yaratıyor. Veganizm, sömürüyü reddeden ve yaşam hakkını savunan bir etik tutum. Çıkış noktası ve odağı, hayvanlar için adalet ve özgürlük. Bu nedenle toplumsal adalet mücadelesinin asgari gereği. Adalet, hiçbir zaman birilerinin inancı olarak görülmemeli. “İnanç” olarak gösterilirse kişiselleşir ve başkalarının bunu kabul etmemesine de saygı duymak gerekir. İnanç özgürlüğü yerine felsefi yönelim denmesi daha doğru olur.
Birçok insan hayvan eti yememeyi anlayabiliyor ama hayvanlar üzerinde yapılan tıbbi deneylere karşı olmayı çok az kişi kabul ediyor. Kuzey Amerika Hayvan Özgürlüğü Cephesi’nin iki kurucusundan biri olan Jerry Vlasak’ın bu konuda radikal görüşleri var.
Vlasak’ın kendisi de zamanında hayvan deneyleri yapmış bir bilim insanı. Daha sonra hayvanların yaşadığı işkenceyi görüp bıraktı ve buna karşı mücadele etti. Hatta, The Observer’da hayvanları denek olarak kullananlara güç uygulanabilir dediği için, İngiltere’ye girişi yasaklandı.
Bugün her alanda olduğu gibi hayvan deneyleri konusunda da alternatifler var. Üstelik hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin çok büyük oranda, insanlar için kullanılabilir sonuçlar vermediği kanıtlanmış durumda. Ama alternatif yöntemlerin pahalı olduğu gerekçesiyle bundan vazgeçilmiyor. Hayvanlar laboratuvarlarda korkunç acılar içinde ölüyor. Özellikle ABD ve İngiltere’de buna karşı yoğun kampanyalar yürütüldü. Protesto eylemlerini düzenlediği için hapse girip orada ölen aktivistler var. Böyle bir tarihi var bu mücadelenin. Bugün hala aynı noktada olmamız kabul edilebilir bir şey değil. Bunun sorgulanmasını garip bulmak da anlaşılır bir şey değil. Jerry Vlasak, hayvanlara bunları yapanlara güç uygulanabilir dediği için soruşturmalara maruz kaldı. Ama yeni yetişen sağlık uzmanları alternatif yöntemlere daha fazla yönelecek.