![](https://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2020/03/murat-sevinc-kelle-1-150x150-1.jpg)
MURAT SEVİNÇ
Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) şu sıralar gündeme gelen ve yalnızca iktidar yandaşlarının değil, ‘konuyu uzatmak istemeyen’ muhaliflerin de tutunduğu 2011 tarihli ‘hatalı’ kararı üzerine birkaç satır karalamak ve bu organların zaman zaman verdiği iler tutar yanı olmayan kararları savunmanın lüzumsuzluğunu hatırlatmak iyi olabilir. Ancak daha önce, bir açıklamayı gerekli görüyorum:
Muhterem okur, son derece teknik yönleri olan ve zaman zaman gündeme gelen böyle konular üzerine yazanlar, bir tartışmayı sürdürmeye çalışanlar bunu, enayi ve Türkiye’den habersiz olduğundan yapmıyor. Kimseyi temsil etmediğime göre ancak kendi adıma konuşabilirim: Diyelim, şu başlıklı bir yazıyı, anayasanın ciddiye alındığını düşündüğümden, konuyu ya da kendimi gereğinden fazla önemsediğimden, hukuku yalnızca normdan ve norm/yorum tartışmasından ibaret saydığımdan yazmıyorum. Hatta kişisel yazı maceramın ilk gününden itibaren, anayasanın Türkiye’de algılandığı gibi bir metin/konu olmadığını, anayasa tartışması denilenin çoklukla siyasal-toplumsal tartışmalar olduğu ve bir ‘norm’un uzayda değil, toplumsal-siyasal ilişkiler içinde biçimlendiğini anlatmaya çabalıyorum.
Bu yönde düşünmek, mevzuata aykırı yorum ve uygulamaların eleştirilmesi ve doğru yorumda ısrar edilmesi gerektiği gerçeğini görmeye engel değil. İkisi bir arada olmalı, hem o hem o. Hem hukukun/yasanın siyasal-sınıfsal arka planı ele alınmalı, hem de o hukukun görünür hali olan mevzuatın doğru yorumlanması için çaba harcanmalı. Biri diğerine engel değil. Aksi halde, hukuk kurallarının keyfi yorumuyla yüz yüze ve şu sıralar olduğu gibi hukuk devletinin ‘öngörülebilirlik’ niteliğinden tümüyle mahrum kalırız.
YSK, birkaç haftadır tartışma konusu olan her konuda iktidar lehine karar verebilir, takdir edersiniz ki bunu tahmin etmek için âlim olmaya gerek yok. Buna mukabil bizler doğru bildiğimizi savunmak, dile getirmek zorundayız. Siyasetçiler, o siyasetçilerin çevresini sarmış saadet zincirinin irili ufaklı mensupları, muhtelif yazılı ve görüntülü analiz erbabı, “Hukuk mu kalmış ortada” diyerek yaklaşabilir konuya. Bu onların yolu, yordamı. Size, yıllardır ‘görmezden gelinen’, ‘iktidarı mağdur göstermemek’ için susulan ve hatta ‘destek olunan’ bazı hukuka aykırılıkların çokluğu ve sonuçları üzerine biraz olsun kafa yormayı öneriyorum. İfadesini ‘Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz‘ cümlesinde bulan dahiyane siyaset manevrası sonucunda cezaevine girenler, hâlâ orada. Yalnızca bir örnek.
Mesele, muhalefetin, hukuka aykırılıkları ve iktidarın kontrolündeki organların malum kararlarını siyasallaştıramayışında, siyasetin belirleyici gündemlerinden biri haline getirmeyişinde, böyle bir niyetinin olmayışında. Daha geçen haftaya dek, “Seçim ancak Nisan’da yapılırsa erken seçim sayarız, sonrasını kabul etmeyiz” diyen muhalif siyasetçiler, bir anda, “14 Mayıs harika, yeter söz milletindir” der oldu.
Geleyim yazının başlığına…
‘Seçim’ ile kastedilen oy verme günü değildir, seçimin ilan edilip seçim hukukunun başladığı tarihtir. İktidar ve kimi muhalifler de diyor ki, “Hayır, seçim ile kastedilen oy verme günüdür.” Neden? İki gündür, YSK’nın 2011 tarihli bir kararına (ki başka kararları da bu hatalı yoruma örnek gösterilebilir) atıf yapılıyor.
YSK 2011’de, seçimi ‘oy verilen gün’ şeklinde yorumlamış. Doğru, böyle yorumladı ve yorum yanlıştı. O kararda üç üye ‘karşıoy’ yazarak çoğunluk görüşüne itiraz etti ve o üç üye haklıydı. Bu kadar basit. İki sayfalık kararı meraklılar için buraya bırakıyorum.
Ne demiş, karşıoy yazan üç üye: “Seçim hukukunda seçimin başlangıç tarihi, seçim işlemlerinin ve seçim sürecinin işlemeye başladığı tarih olması nedeniyle önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle, anayasamızın 67. maddesinin son fıkrasının bu yönde mütalaa edilmesi gerekmektedir.”
Muhalefet bu ‘doğru yorum’u benimsemeli. Yanlışı savunmak, o yanlışa tutunup, “Eh canım, böyle bir karar var işte, uzatmayalım artık” demek neyin nesi? Aynı YSK, 2017 anayasa değişikliği halkoylamasının yapıldığı gün “Mühürsüz zarf ve pusulalar da geçerli” demedi mi? Ardından, atı alan Üsküdar’ı geçmedi mi? Yanlış karar, yanlış karardır.
Yalan olmasın, benim aklıma gelmemişti, sağolsun dün bir meslektaşım hatırlattı: “Seçimle kastedilen oy verilen gündür” iddiasında ısrar edenler, örneğin, ‘yurt dışında kullanılan oy’ meselesini nasıl açıklıyor? Yine merak edenler için 298 sayılı seçim yasasını buraya bırakıyor ve 94’üncü maddenin devamını okumanızı rica ediyorum. Seçimden ‘oy verme günü’ anlaşılamaz, buna kuşkum yok; ancak ısrarla ‘oy verme günü’ diyenler, yurt dışında ve havaalanlarında haftalar önce başlayan oy verme işlemini nasıl hesaba katmaz? E hani seçim oy verme gününden ibaretti, onca yurttaş nasıl olup da benim oy vereceğim günden önce oy vermeye başladı, hangi seçim hukukuna göre?
İktidarın neyi neden savunduğu belli, uzun uzadıya gevezeliğe gerek yok. Buna mukabil, muhalif ya da değil, biri konuya ilişkin değerlendirme yapıyorsa, o yorumun anlaşılabilir/makul bir gerekçesi olmalı. Ben ya da aynı yönde düşünen birileri yanılıyor olabiliriz; ayrıca, bazen aynı konuya ilişkin birden fazla görüş/yorum olması da, onların tümünün kabul edilebilir bir yanı bulunması da ihtimal dahilinde. Ancak, karşı çıkanlar kendi görüşlerini ilgili alanın terminolojisine sadık kalarak yazmak/anlatmak, gerekçelerini temellendirmek zorunda. Konu üzerine beş dakika dahi kafa yormadan, uzatılan her mikrofona koşup bir şeyler söyleme hevesinin adı ‘değerlendirme’ değil, ‘ciddiyetsizlik’tir.
Seçim, oy verme gününden ibaret değildir. Seçim hukuku ve uygulamaları oy verme günü başlamaz. Zihnimizi ve eylemimizi YSK’nın hatalı kararlarıyla bağlamak durumunda değiliz. YSK’nın şimdi de aynı yönde (2011’deki gibi) karar verme ihtimalinin yüksek oluşu, bizlerin yanlışı kabullenmesi için gerekçe değil. Dolayısıyla, eğer 14 Mayıs’ta bir seçim yapılacaksa Anayasa’nın 67. maddesinin son fıkrası gereğince, Seçim Yasası’nda 2022’de yapılan değişiklikler uygulanamaz, yasanın değişiklikten önceki hali geçerlidir.
Yazı önerisi: Giderek kendi içine kapanan bir ülkede dünyadan haber veren nitelikli yazılar giderek daha önemli olmaya başladı. Galatasaray Üniversitesi’nde anayasa hukuku asistanı, meslektaşım Yunus Emre Erdölen, bilgilendirici ve özenli yazılar kaleme alıyor. Erdölen’in şu yazısı, İsrail’de sağcı-radikal sağcı/ırkçılardan oluşan yeni hükümetin, yargı reformu başlığı altında ‘anayasa yargısını’ nasıl ortadan kaldırmak istediğini anlatıyor. Üstelik İsrail anayasa yargısı az buz günahkâr da değil, ama belli ki artık temel hakların kırıntısına ve herhangi bir düzeyde denetime dahi tahammülü yok ceberut siyaset esnafının. İşin tek hoş tarafı, halkın anayasaya sahip çıkması. Her açıdan ilgi çekici bir yazı.