ALTAN SANCAR
altan-sancar@hotmail.com / @altansancarr
Covid-19 pandemisi ve ekonomik krizin etkisiyle daha da yoksullaştık.
Metropoll Araştırma’nın Nisan 2021 raporuna göre yüzde 26,6’lık kesim temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Yüzde 53,6’lık kesim ise yalnızca beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyor.
Türk-İş’in raporuna göre asgari ücret 2 bin 825 lira 90 kuruşken nisanda dört kişinin aile için açlık sınırı 2 bin 767 lira 15 kuruş.
Dünya Bankası’nın geçen ay yayınladığı raporda da Türkiye’de yüzde 12.2’ye yükselen yoksulluk oranını pandemi öncesi seviyeye geri getirmenin zor olacağı belirtiliyordu.
Derin Yoksulluk Ağı’nın araştırmasında da İstanbul çapında görüşülen 103 ailenin yüzde 64’ü kirada yaşıyor. Üçte birinden fazlası, kirasını ödeyemediği için evden atılma riskiyle karşı karşıya. Yüzde 10’luk bir kesim baraka gibi alanlarda yaşamını sürdürüyor.
Yoksul ailelerin yüzde 13’ünde ebeveynlerin yanısıra çocuklar da çalışıyor. Yalnızca çocukların çalışarak geçim sağladığı ailelerin oranı yüzde 6 düzeyinde. 103 ailenin yüzde 39’u temiz içme suyuna dahi ulaşamıyor.
Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo, son araştırmarında karşılaştıkları tabloyu ve ülkeden yoksulluk manzaralarını Diken’e anlattı.
Pandemiyle yoksulluğun derinleştiğine dair tespitleriniz söz konusu. Bu süreç Türkiye’de yoksulluğu nasıl etkiledi?
Pandemiyle birlikte yoksulluğun nasıl etkilendiğini görmek amacıyla bir çalışma yapmak istedik. Görüşme yaptığımız insanlar, daha önce de Derin Yoksulluk Ağı çalışmalarından bildiğimiz ve irtibatımızın olduğu ailelerdi. İlk olarak, ailelerin gıdaya erişimde sorun yaşamaktan, açlık noktasına geldiklerini gözlemledik. Yine pandemiyle başlayan uzaktan eğitime erişemediklerini gördük.
Bu tespitler üzerine sahaya çıkarak, yüz yüze görüşmeli bir çalışmaya başladık. Bizim esas kitlemiz, hayatını sokaktan kazanan insanlar, yani kâğıt toplayıcıları, çiçek satıcıları, seyyar satıcılar… Bu insanlar, günlük kazandığında gıdaya erişebilen insanlar, yani herhangi bir birikimleri ve güvenceleri mevcut değil.
Kısmi yasaklar bu grubu nasıl etkiledi?
Günlük kazanan insanlar, bu kazançlarından artırıp kira ödeyen, geriye kalanla da gıdaya erişmeye çalışan grup. Hal böyle olunca, yani pandemi ve yasaklar uzadıkça açlık durumu ortaya çıktı. Bu grupta yer alan insanların birikmiş kiraları mevcut. Çoğu ailenin elektrikleri kesik durumda. Evlerin çoğu zaten sobalı, doğalgaz kullanan az sayıda evin de gazı kesik. Geçtiğimiz gün karantinaları yeni biten bir aileyle görüştük, evlerinde doğalgaz, su ve elektrik kesikti.
Bahsettiğiniz durum artık yoksunluk olarak tanımlanabilir mi?
Yokluk, yoksunluk, yoksulluk… Ama aynı zamanda yalnızlık, büyük bir boşluk, ne yapacağını bilememe hali… Aynı zamanda yoğun depresif bir durum söz konusu. Ve bu ortamda yaşayan çocuklar var ki bu çocukların gıdaya erişememesi söz konusu. Elektrikleri kesilen, karanlık evlerde yaşayan çocuklar var.
12 ilçeden 103 aile görüşme yaptınız. Seçerken özel bir yöntem uygulandı mı veya özellikleri neler?
İstanbul’da en yoksul mahallelerin bulunduğu ilçelerden bahsediyoruz. Ama geneline baktığımızda, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek ilçeler olduğu görülüyor. Bu ilçeler arasında Şişli, Ataşehir, Çekmeköy gibi yerler var. İlçelerin görünen yüzleri yüksek refaha sahip, ancak arka mahallelere gidildiğinde derin bir yoksulluk söz konusu. Ataşehir, Beyoğlu, Çekmeköy, Fatih, Şişli, Ümraniye, Avcılar, Esenyurt, Sancaktepe, Sultangazi, Sultanbeyli gibi ilçelerden bahsediyoruz. Bu ilçede yaşayan yoksullarda bir açlık durumunun başladığını söyleyebiliriz.
Türkiye’de yoksulluk alanında yeteri kadar araştırma yapılıyor mu?
Bence yapılmıyor. Elbette çok sayıda kıymetli araştırma var, ancak derinlemesine bir araştırmanın varlığından ne yazık ki söz edemiyoruz. 2014 yılına kadar Birleşmiş Milletler’e çok boyutlu yoksullukla ilgili veriler verildi. Ancak 2014 yılından sonra veriler gönderilmemiş, çünkü elde veri bulunmuyor. Türkiye’de artık klasik bir sosyal yardım bakışı mevcut, eve gidiliyor ve kriterlere bakılıyor. Ancak her ilçe belediyesinin, her sosyal yardım kurumunun sorduğu sorular farklı. Soruların çoğu gelire dayalı, eve giren gelir miktarı üzerinden sosyal yardım yapılıp yapılmayacağına karar veriliyor. Oysa dünyada yoksulluk çok boyutlu olarak değerlendiriliyor. ‘İnsani yoksulluk’ dediğimiz, eksiklikler göz ardı ediliyor.
Özel gereksinimleri olan çocuklar ayrı değerlendirilmeli
Bunu biraz açmanızı rica edeceğim…
Ailelerden birinde, çalışan bir kişi fabrikada işçi iken işten çıkarılıyor ve günlük işlere yönelmek zorunda kalıyor. Görüştüğümüzde kâğıt topluyordu. Yani, bizim bildiğimiz anlamda ‘Ne iş olursa yaparım’ diyor. Bu insanın iki de çocuğu var. Görüşmede eve gittik, elektrik de su da kesikti. İşte bu babanın, kişinin yüklendiği yoksulluğun da ölçülmesi gerekiyor. Ailenin bütün üyeleri bu kişinin gözünün içine bakıyor. Yine o evin içinde mamaya ve beze ulaşamayan bir çocuk var ki bu çocuk yoksulluğunun ayrıca ölçülmesi gerekiyor.
Ekonomik durumu iyi olan bir ailedeki otizmli bir çocuk ile yoksul bir ailedeki çocuk düşünüldüğünde ayrı değerlendirme yapmanın önemi ortaya çıkıyor. Çocuğu ailenin diğer bireylerine dâhil ederek değerlendirmeden önce, özel gereksinimleri ele almak gerekiyor. Görüşme yaptığımız bir ailenin çocuğu lösemi hastası. Bu aile sokaktaki günlük işler ile geçimini sağlamaya çalışıyor. Düşünün ki geliri sağlamak için sokağa çıkıldığında özel gereksinimleri olan o çocuk da kendileri ile birlikte hareket ediyor. Biz bu aileye “Bugün ne kazandınız?” diye sorduğumuzda aldığımız yanıt, “Hiçbir şey” oldu. Pandemi ortamında, özel gereksinimleri olan lösemi hastası bir çocuğun durumu ayrı değerlendirilmediği sürece, yeteri kadar veri elde edilmeyecek. Hal böyle olunca da doğru bir mücadele planı ortaya çıkarılmamış olacak.
Yeni yoksulların sayısı hızla artıyor
Sizin anlattıklarınızdan çıkan bir diğer husus da yeni yoksulların ortaya çıkması…
Müzisyenleri hatırlatarak cevap verebiliriz. Çok ünlü sanatçıların arkasında sahne alırken şimdilerde işsiz kalan çok sayıda isim var. Çeşitli mekânlarda müzik yaparken, işsiz kalanların durumunu çok sık duyuyoruz. Bir başka görüşmemizde, tekstil fabrikasında imalathane müdürü iken işsiz kalan bir kişiyle karşılaştık. Bu kişinin evinin görünümü belki de ‘yoksul’ dedirtmeyecek durumda. Ama düşünün ki bir anda işsiz kalıyor, kredi kartı borçları, faturalar, okuyan çocukların masrafları aniden yoksullaşmasına yol açıyor. Yaptığımız görüşmede gıdaya erişemeyecek durumda olduğunu gözlemledik. Bu durumda olan yeni yoksulların sayısı hızla arıyor. Kısacası açlık sınırının da altında yaşayanlar daha hızlı dibe doğru çöküyor. Öte tarafta bu tarz yeni yoksullarla da sıklıkla karşılaşmaya başladık.
İnsanlar zorunluluktan evlerini birleştiriyor
Açlık sınırının altında yaşayanların durumunu anlatmanız mümkün mü?
Günlük 5 doların altında bir gelirle giyim, barınma, gıda gibi temel ihtiyaçları karşılamaya çalışan insanlardan bahsediyoruz. 40 liranın altında yaşamaya çalışan insanlar. Bu insanlarla ilgili en dikkat çekici durumlardan biri, sık sık ev değiştirmeleri. Bu ev değiştirme hali, lüks ya da mekân değişikliği arzusundan kaynaklanmıyor. İnsanlar birbirine taşınıyor ve evlerini birleştiriyor. Kaldı ki bu bir dayanışma da değil, tam anlamıyla bir zorunluluk hali. Elektriği, suyu veya doğalgazı kesilenler, ev sahipleri kapıya dayananlar, örneğin kardeşinin evine taşınıyor. Kardeşi de kapıyı açıyor, ama “Hoşgeldiniz” diyerek açmıyor. Çünkü o da aynı durumda ve bunu yapmaya onun da ihtiyacı var. Ortaya çıkan bu toplu yaşam, tamamen zorunluluktan kaynaklı. Bunun nedeni yoksulluk ve süresi belli değil. Bir deprem halinde ortaya çıkan bu toplu yaşamda, “Önümüzdeki yıl durumumuz daha iyi olacak” diyebilirler, ancak burada bunu söylemek imkânsız.
Başa dönecek olursak, tüm bu durumlar ciddi bir depresyona da yol açıyor. Basına yansıyan haberlerden de bunu anlıyoruz.
Anne ve babanın, bırakın bayramlığı, hediyeyi, çocuğuna gıda dahi ulaştıramama hali görüştüğümüz insanların en çok etkilendiği konu. Ertesi günler hatta yıllar boyunca sürüyor olması, anne ve babalarda depresif hali giderek büyütüyor. Yetmezmiş gibi ev sahiplerinin kapıya dayanması, elektrik gibi temel ihtiyaçların olmaması, biriken borçlarla bu durum katmerleniyor. Bir başka ailede çocuklardan biri corona hastasıydı ve karanlıkta oturuyordu. Düşünün ki bir yandan hastalıkla mücadele ederken bir yandan karanlıkta; bir yandan bağışıklığı güçlendirmek zorunda ama gıdaya ulaşamıyor.
Karanlık bir evde yaşamak dahi depresyona neden olacak bir şey. Küçük bir arıza olunca bile telefonlarımıza sarılıp ne zaman geleceğini öğrenmeye çalışıyoruz. Ama bu durumu aylarca yaşamak, gece karanlığında mum ışığında çocuğuna bakmak zorunda kalmak ağır bir depresyona itiyor. Tam da bu nedenle bu en temel ihtiyaçları karşılanacağı bir düzene ihtiyaç var.
Bu noktada, ne yapmalı?
Yoksulluk alanında çalışan devlet kurumları, sivil toplum örgütleri, BM Türkiye temsilcileri ve akademisyenler bir araya gelmeli, adeta bir savaşla, mücadele gibi çalışma yürütmeli. Açlık noktasına gelen insanlar için hızlıca bir çalışma yürürlüğe konulmalı. Yoksulluğun hızlıca önüne geçmek için, temel anlamda sürdürülebilir istihdam politikaları yürürlüğe sokulmalı. İnsanlara kart vererek, birkaç yüz liralık yardımlar yaparak ortaya çıkan tabloyla mücadele edemeyiz. Bu insanların özgürleşmesi gerekiyor, bağımlılık halinden kurtarılması gerekiyor. Sosyal haklar verilirken bile insanların kendilerini bir partiye ya da kuruma bağımlı hissetmemesi gerekiyor, özgürleştirmek için çalışmalar yapılmalı.