DAĞHAN IRAK
daghan@daghanirak.com
@daghanirak
İçinde bulunduğumuz günlerde, ‘büyük hikaye‘sini çoktan yitirmiş, yavaş yavaş bitişin inkarı ve öfkesinden, depresyon ve kabullenmeye doğru geçiş yapan ara rejimin gündelik anlatısının da dikişlerinin tutmamasına şahit oluyoruz. Hiç bitmez gördükleri iktidarlarının tükenişinin muktedirlerin kafasında yarattığı büyük kafa karışıklığı, kendisini her gün yeni bir nafile çırpınış olarak gösteriyor. Geminin su alması yetmediği gibi, güverteden denize atlayan tayfa da her geçen alabora riskini artırıyor. Türkiye’nin cumhuriyet ve demokrasi hikayesinde dilbilgisine aykırı olarak konulmuş iki virgül gibi göz ağrıtan ara rejime, artık ‘amok koşucusu’ demek de zor, daha ziyade tek umudunu kendisini kovalayanın ayağının mucizevi şekilde takılmasına bağlamış gibi gözüküyor.
Ayrıcalıklı aparat TÜGVA
Ara rejim, ömrünü hiç değilse 2023’e kadar uzatıp o arada yeni bir ‘Allah’ın lütfu’ndan medet umarken, ne ülkede taş taş üstünde bırakıyor, ne doldurulmadık küp. AKP, zaten uzunca zamandır hiçbir kanunun kendisine işlemediği parti görünümlü bir organize çıkar örgütü hüviyetindeydi, artık parti görünümünü de bir tarafa bırakmış durumda. Parti-devletin ayrıcalıklı aparatlarından TÜGVA’nın iç parti üyeleri kına gecesi yapabilsin diye hiçbir mahkeme kararını dinlemeden, üstüne oturduğu vapur iskelesinin terasından, devletin veritabanlarına doğrudan erişimi olan bir paralel devlet yapılanması çıktı. TÜGVA’nın, devasa parti-devlet ağının nispeten yeni bir parçası olduğu göz önüne alındığında, üzerinde ürpermekte olduğumuz buzdağının büyüklüğü hakkında da fikir sahibi olabiliriz.
Aralarında rektör koltuğuna çökenler bile var!
Diğer taraftan, Türkiye’nin kaliteli eğitim kurumları, bir ayağı çukurdaki ara rejimin öfkesinden nasibini almaya devam ediyor. Geride bıraktığımız haftada Boğaziçi ve ODTÜ öğrencileri yine mahkeme salonlarındaydı. Özellikle Boğaziçi Üniversitesi’nde, kendisini rektör zanneden ve ‘Naci, senin utanman yok mu?’ sloganından hatırladığımız kayyım Naci İnci, yalnızca yedi öğrenciyi şikayet etmekle kalmadı, öğrencilerden Berke ve Perit’in tutuklanmasına da neden oldu. Yandaş hukuku, kendi öğrencisine karşı sopa olarak kullanmaktan çekinmeyen İnci, aynı yandaş hukuk marifetiyle tepeden indirilen üniversite genel sekreterini de ataması mahkeme kararıyla durdurulmadan başka görevlere atayarak yanında tutmayı başardı. İnci, bütün bunların üstüne “Üniversitede huzur istemeyen bir kesim var” diye buyurdu. Evet, aralarında rektör koltuğuna çökenler bile var!
Tamer’in erkekliği uf olsa daha mı iyiydi?
Yine aynı hafta içinde, yirmi yıldır aynı nobran ve sıkıcı rolü oynamakla kalmayıp bir de bunu içselleştiren, bu özelliğiyle de aslında parti-devletin insan vücuduna bürünmüş hâli gibi duran Tamer Karadağlı’nın yol açtığı gereksiz olayı konuştuk. Altın Portakal’da ‘en iyi kadın oyuncu‘ ödülünü kazanan Nihal Yalçın’la, ödül tutacağı olarak aynı sahnede yer alma fırsatı bulmuş Karadağlı, oradaki tek fonksiyonu olan ödül uzatma eylemini de vakitlice beceremeyip bir de altında kalmayı errrrrkekliğine yediremeyince Yalçın için gereksiz bir can sıkıntısı yaratmış bulundu.
Biraz kendini bilen biri; ödülü önce vermeyi unutup sonra da sahibinin sözünü kesmek için yerli yersiz burnuna uzatmanın utancıyla ortalıkta fazla dolaşmazdı. Ama daha yazıldığı dönemde bile klişe ve arkaik olan bir Birol Güven karakterini ısrarla ve inatla gerçek hayatta sürdürmeye kararlı gözüken Karadağlı, Yalçın’ın başarısını kırılgan erkekliğini tamir etmeye yetecek kadar gölgeleyemediğini düşünmüş olacak ki üzerine yerli-milli bir tüy dikmeye de karar verdi. Sabah kuşağı televizyonuna çıkıp, “Yalçın’ın paylaşımlarına bakmaya başladım. ‘Selahattin Demirtaş’a özgürlük’ falan demiş. Demirtaş ‘Öcalan’ın heykelini dikeceğiz’ dedi hanımefendi bunu mu savunuyor? Pervin Buldan falan da ona sahip çıkıyor. Türk ordusuna silah doğrultan, ateş eden, polisini, öğretmenini öldüren terörist örgütün tümüyle karşısındayım. Ben PKK’nın terör örgütü olduğuna inanan bir insanım. Şimdi gidip onlara sormak lazım. Siz PKK’nın terör örgütü olduğuna inanıyor musunuz, Abdullah Öcalan’ın bebek katili, terörist başı olduğunu söyleyebiliyor musunuz, lanetliyor musunuz?’ diye konuşan Karadağlı, karşısında “Senin hadsizliğinle terörün ne alakası var?” diye soracak kimse bulmayacağının rahatlığını yaşıyor, iktidarın küçüldükçe küçülen ortağı MHP’den ve sosyal medya trollerinden de aferinini alıyordu.
Tıpkı devletlülerin Türk Lirası’nı çöpe çevirdği her gün “Bu ezanlar susmaz, bayraklar inmez” diye ağlak yapması gibi, tıpkı alkış alabilmek için ceketinin cebinden bayrak çıkaran bir kasaba sihirbazı gibi, Tamer Karadağlı’nın da son sığınağı milliyetçilik olacaktı kuşkusuz. Hem ‘Pekakalıymış’, her gıcık olduğumuz insana yapıştırıp haklı çıkabileceğimiz mucizevi bir etiket değil miydi? Memleketteki terörist sayısı aynı gün içinde bir avuç ile 20-30 milyon arasında değişmiyor muydu? Neticede, terörün her gün bittiği ama herkesin aynı anda terörist ilan edildiği ülke değil miydi burası? Bir eksik, bir fazla ne fark ederdi, Nihal da terörist olsundu, Tamer’in erkekliği uf olsa daha mı iyiydi?
Düşük bütçeli bir distopya Türkiye
Parti-devlet rejimi tükenirken, yarattığı tahribatın büyüklüğünü, ortaya çıkardığı karakterler üzerinden okumak mümkün. Kifayetsiz, hadsiz, hukuksuz, saygısız, hoyrat, sapına kadar erkek, köküne kadar yerli-milli tiplemelerin haybeden hürmet gördüğü, yirmi yıl önce yazılan kötü komedi karakterlerinin gerçek insana dönüştüğü düşük bütçeli bir distopya Türkiye.
İyileştirebilir miyiz diye dertlenenlerin başarılı olup olmayacağı meçhul ama kötüleştirenlerin frenlerinin tamamen boşaldığı kesin.