UMUT ÖZKIRIMLI
Baştan uyarayım. Bu, alelacele kaleme alınmış bir tepki, bir uyarı yazısı. Derinlikli bir analiz, ‘tarafsız’, steril yorumlar ya da sağduyu çağrısı bekleyenler bu yazıyı okumasın.
Akademisyen olmayan okuyucular için kısaca özetleyelim: Siyaset bilimi alanının en büyük çatı örgütü Uluslararası Siyaset Bilimi Derneği Yönetim Kurulu (İngilizce adıyla International Political Studies Association, IPSA) bu yaz İstanbul’da yapılacak yıllık kongresini – ki bu kongrenin siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında düzenlenen en büyük kongre olduğunu not düşelim – ‘katılımcıların güvenliğini sağlama ve fikir alışverişine uygun bir ortam sağlama garantisi’ verilemeyeceği gerekçesiyle başka bir şehre taşıma kararı aldı.
IPSA açıklamasında bu kararın Siyasi İlimler Türk Derneği (SITD) ve yerel organizasyon komitesiyle (YDK) görüşüldükten sonra verildiği belirtildi.
SITD ve YDK başkanlarının dernek üyelerine yolladığı mektupta ise şu ifadeler yer aldı:
‘SİTD Yönetim Kurulu (YK) ve Yerel Düzenleme Komitesi (YDK) olarak, hem siyaset bilimi camiamız hem de İstanbul ve Türkiye açısından önemli bir kazanım olacağına inandığımız mükemmel bir kongre düzenlemek için yıllardır süren hazırlıklarımızı artık tamamladığımız bir dönemde gelen bu karar hepimizi derinden üzdü.
Son aylarda ülkemizde ve bölgemizde yaşanan terör eylemlerine ve kaygı verici gelişmelere karşın, YK ve YDK olarak kongrenin İstanbul’da yapılması için son ana kadar ısrarlı olduk. IPSA yönetimiyle işbirliğimiz, IPSA nezdindeki girişimlerimiz aralıksız devam etti. Ancak, 24 Şubat 2016’da IPSA yetkilileriyle yaptığımız görüşmede, 17 Şubat 2016 günü Ankara’da meydana gelen terör saldırısından sonra, kongrenin yerel düzenleyicisi sıfatımızla IPSA yönetimine kongrenin güvenliği konusunda artan beklentilerini karşılayacak türden güvenceler verebilecek konumda olmadığımızı, kurumsal ya da kişisel olarak bu konuda manevi sorumluluğu üstlenemeyeceğimizi ifade ettik. IPSA Yönetim Kurulu’nun da üyelerinin artan kaygıları doğrultusunda bu yer değiştirme kararını ne kadar zorlanarak ve üzülerek verdiğinin tanığıyız ve bu karara saygılıyız.’
Mektup açık ve net. Yerel organizatörler kongrenin Turkiye’de düzenlenmesi için son ana kadar direndiklerini, ancak IPSA’nın artan güvenlik kaygılarını giderebilecek konumda olmadıkları için IPSA Yönetim Kurulu tarafından alınan bu karara saygılı olduklarını söylüyorlar.
Yeni Şafak’ın yaptığı
Peki bugüne kadar kaç skandal ‘haber’e imza attığını artık sayamadığımız, nefret suçu makinesi Yeni Akit’le tek farkı ismindeki bir kelimeden ibaret olan Yeni Şafak bu haberi hangi başlıkla duyuruyor? Manşetten ‘İkinci itibar suikasti’ ve ‘Rezalet’ başlıklarıyla ve Türkiye’nin önde gelen siyaset bilimcilerinden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun kocaman portresiyle.
Haber şöyle devam ediyor: ‘Terör örgütü PKK’ya yönelik etkili operasyonlar sonrası ‘mücadeleyi durdurun’ diyerek imza toplayan ve teröre destek bildirisi yayınlayan akademisyen skandalının ardından Türkiye, bir grup üniversite hocasının başrol oynadığı bir rezalete daha tanıklık etti.’
Habere göre iptal kararının nedeni, Türkiye’nin önde gelen siyaset bilimcilerinden oluşan ve, buraya dikkat, belki bir iki istisna dışında kamuoyunda aktivist yönleri ya da siyasi yorumlarıyla gözükmemeyi tercih eden sekiz kişiden oluşan yerel komitenin yazdığı ‘Burası güvenli değil, gelmeyin’ temalı mektup.
Havuzun (belki de artık ‘lağım çukuru’ dememiz lazım) amiral gemisi Yeni Şafak bununla da yetinmiyor ve bu sekiz akademisyenin ismini, resimleriyle birlikte sıralayarak söz konusu isimleri açıkça hedef gösteriyor!
Üç akademisyen ne yaptığının farkında mı?
Aslında buraya kadar şaşılacak bir şey yok. Nefret suçu, hedef gösterme, tetikçilik AKP medyasının alamet-i farikası ve bundan yeri geldikçe dindar kesimin bilinen isimleri, hatta AKP kurucuları bile nasibini alıyor. Ancak Yeni Şafak bu kez bir yenilik yapmış ve habere AKP sempatizanı üç akademisyenden alınan görüşlerle inandırıcılık kazandırmaya çalışmış.
Demeç verenler AKP’li düşünce kuruluşu SETA’nın Güvenlik Araştırmaları Direktörü ve Sabah ‘gazetesi’ yazarı Murat Yeşiltaş, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Bilim ve Sanat Vakfı’nın öncülüğünde kurulan İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Talha Köse ve yine iktidarla yakın ilişkileri sır olmayan Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Başkanı ve Selçuk Üniversitesi Uluslararasi İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Birol Akgün.
Üç ismin de birleştiği nokta aynı. Bu karar siyasi. Yeşiltaş’a göre kararın ‘güvenlik gerekçesiyle alınmış olma ihtimali’ sıfır. Akgün’e göre bu karar Türkiye’nin imajına zarar veriyor. Köse’ye göre ise ‘Türkiye birçok Avrupa şehri kadar güvenli’!
Şimdi… Ülkede derin bir yarılma yaşandığı malum. Akademisyenler de bu yarılmadan bağımsız değil. Hepimizin yaşananlara dair belli bir siyasi fikri var. Kimimiz ellerini siyasetle kirletmemeyi tercih ediyor (ki yakın zamana kadar ben de bu grubun içerisindeydim); kimimiz ise ellerindeki imkanlar dahilinde kendi fikirlerini savunuyor, mücadele ediyor. Hem içeride hem dışarıda adı konmamış bir savaş yasayan (isteyen buna terör sorunu desin, fark etmez) bir ülkede ‘Aydın kimdir?’, ‘Aydın iktidardan ya da başka güç odaklarından bağımsız olmalı mıdır?’ gibi soruları tartışmak lüks. Zaten kimse, buna akademisyenler de dahil, karşı mahalleden gelen eleştirileri bırakın dinlemeyi, duymak bile istemiyor.
Dolayısıyla ‘Yeni Türkiye’ denen garabetin ortaya çıkışı ve meşruiyet kazanmasında farklı toplumsal grupların oynadığı rol ancak ileride, koşullar normalleştiğinde tartışılacak. SETA, ORSAM, PODEM, vb iktidar yanlısı düşünce kuruluşları, AKP’li akademisyenler de belki tezlere, makalelere konu olacak.
‘Koşulların normalleşmesi’ni bekleyemeyecek kadar acil
Ama tartıştığımız olay farklı. Burada üç akademisyenin meslektaşlarını, belki hocalarını, hedef gösteren, açıkça güvenliklerini tehlikeye atan bir habere destek vermesinden bahsediyoruz. Yani bu konu ‘koşulların normalleşmesi’ni bekleyemeyecek kadar acil.
Tehlikeyi sosyal medyada gündeme getirdiğimde demeç verenlerden Yeşiltaş ve Köse haberin veriliş biçimini onaylamadıklarını ifade ettiler. Akgün ise haberin kendisini bağlamadığını yazdı.
Sorular
Öte yandan şu sorular ortada:
Bu üç akademisyen haberi neden tekzip etmedi? Neden ben kendilerini sosyal medyada uyarana kadar tepki bile vermemeyi tercih ettiler?
Söz konusu akademisyenler Yeni Şafak’ın nasıl bir yayın organı olduğunu bilmiyorlar mi? Haberin nasıl verileceğini tahmin edemediler mi?
Kendileri de siyaset bilimci olan bu akademisyenler son altı ayda Türkiye’de kaç terör eylemi yaşandığından bihaber mi? Diyarbakır, Suruç, Ankara, İstanbul ve yine Ankara’da su ana kadar sivil, asker, polis kaç yüz kişi can verdi?
Bu eylemleri yapanların kimler olduğu gazetelerde bile sayfa sayfa yayınlanır, emniyet ilgili birimlere uyarı üzerine uyarı gönderirken yaşananların sorumluluğunu üstlenip istifa eden tek bir alt duzey bürokrat bile oldu mu?
Ankara’nın göbeğinde yaşanan iki terör eyleminde 150’ye yakın insan can vermişken, İstanbul’un en turistik bölgesi Sultanahmet’te canlı bombalar patlarken bu şehirler herhangi bir Avrupa şehri kadar güvenli demek nasıl bir anlayışın ürünüdür? Kaldı ki bu tür olaylardan sonra dünyanın her yerinde kongreler vs. bizzat o ülkelerin güvenlik birimleri tarafından iptal edilir. Yani doğru olan bu kongrenin IPSA Yonetim Kurulu degil, yerel emniyet birimleri tarafindan iptal edilmesiydi.
İmaj? Anladık, siz belki gerçekten inandığınızdan, belki de çıkarlarınız gereği alternatif bir evrende yaşamayı tercih ediyorsunuz. Dediğim gibi, bir yarılma yaşıyoruz ve bizim-sizlerin durduğu yerin doğruluğu, ahlakiliği hakkında son kararı tarih verecek. İyi de kendi gerçekliğinizi başkalarına nasıl dayatırsınız? Hatta bu gerçekliğe güvenerek meslektaşlarınızın hedef gösterilmesine nasıl alet olursunuz?
Bir bildiri imzaladıkları için kaç akademisyen işini kaybetti, bilmiyor musunuz? Ülkeyi yöneten siyasi irade meslektaşlarınızı ‘vatan haini’, ‘alçak’, ‘kudurmuş’ ilan etmedi mi?
Sadakatle bağlı olduğunuz başbakanınız daha dün 6 milyon oy almıs bir parti icin 1915’te yasanan olaylara referansla ‘Ermeni çeteler gibi Rusya’yla işbirliği yapıyorlar’ demedi mi?
Sizin gibi düşünmeyen herkesin vatan haini ilan edildiği, fırsat bulunursa hapse tıkıldığı bir ülkede hangi özgür tartışma ortamından, imajdan bahsediyorsunuz?
IPSA’da Kurt sorunu hakkında sunum yapacak bir Türkiyeli akademisyenin işini kaybetmeyeceğinin garantisini verebilir misiniz? Yok öyle bir şey mi diyorsunuz? O halde isterseniz Etyen Mahçupyan’a, Gülay Göktürk’e, Cihan Aktaş’a, Yusuf Kaplan’a bir telefon açın. Belki onlar size anlatır. Ya da daha kolayı, ülkeyi yöneten siyasi iradeyi ucundan kıyısından eleştirmeyi deneyin. Bakalım o koltuklarda oturmaya devam edebilecek misiniz? Ederseniz, IPSA komitesine bizzat mektup yazıp onları Türkiye’ye davet etmeye hazırım.
O kadar uzun boylu değil
Laf uzadı. Bağlayalım.
İstediğiniz gerçekliğe inanın. İstediğiniz partiyi destekleyin. Kimsenin umurunda değil(siniz). Biz de sizlerin umurunda değiliz. Ama hedef göstermeye alet olmak, insanların hayatını tehlikeye atan ‘operasyonlar’a meşruiyet sağlamak? Orada durun işte. O kadar uzun boylu değil.
O sekiz kisinin kılına zarar gelirse siz de bundan sorumlusunuz.
Son söz de paçavralarda yazmaya devam eden akademisyenlere
Son söz de bu paçavralarda yazmaya devam eden Mensur Akgün, Beril Dedeoğlu, Ali Bayramoğlu, Şükrü Hanioğlu gibi akademisyenlere.
Göz yumduk, kendi seçimleri dedik, kaybedecekleri bir şey varsa kendilerinin sorunu dedik. Ama akademisyen bildirisi yayınlandığından beri meslektaşlarınız, bırakın meslektaşı, ‘dostlarınız’, ‘hocalarınız’ cadı avına tabii tutuluyor. Susmak, sessiz kalmak ve o mecralarda yazmaya devam etmek de taraf olmak artık.
Farkındasınız değil mi?