ÇAĞLAR EZİKOĞLU*
“Ortamlarda Sırrı’ya verdim diyorlar, bildiğin Sayın Sarıgül’e hakaret ediyorlar. Buna en başta Sayın Sarıgül tepki göstermelidir. Bu CHP’lilere akıl sır ermiyor”.
Bu cümleler 30 Mart 2014 tarihinde İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) adaylığını koyan Sırrı Süreyya Önder’e ait. O dönem yerel seçimlerin sosyal medyadaki en çok tartışılan kampanyalarından ‘Tatava yapma bas geç’ kampanyasına yönelik eleştiri içeren bir konuşmadan.
Aslında bu yazı tarihin HDP açısından nasıl tekerrür ettiğini ama bu tekerrüre bizzat kendilerinin yol açtığını gösterecek.
Ah o tatavacılar!
Bahse konu yerel seçimlerde HDP’nin almış olduğu oy oranının beklenenin oldukça aşağısında kalmış olmasının en büyük sebeplerinden birisi olarak ‘bas geç kampanyası’ ve oylar bölünüyor kaygısı gösterilmişti. Bizzat HDP’li yöneticiler tarafından. Yine aynı HDP’li siyasilerin, hem seçim öncesi kampanyalarda hem de seçim sonuçlarını değerlendirirken, MHP-CHP-Cemaat ittifakının AKP iktidarını büyük bir korku simgesi olarak gösterip halkı kendilerine oy vermeye zorlama ve bu şekilde bir baskı mekanizması geliştirmeye yönelik yorumlar yaptığını unutmadık. Hatta özellikle CHP’nin gösterdiği adayların, parti ideolojisine aykırı sol değerlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerden oluştuğuna dair çok sayıda argüman geliştirildi.
Bu argümanların veya eleştirilerin doğruluğu/yanlışlığı bambaşka bir tartışma konusu. Şimdi tartışılması gereken HDP’nin siyasi düzlemde eleştirdiği ve ‘nobranca’ bir siyasi davranış biçimi olarak gördüğü bu kampanya ve hareketin oldukça benzerini 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi kendi siyasi ajandasına oturtuyor olması.
7 Haziran 2015 seçimleri öncesi HDP kendi siyasi tarihini büyük ölçüde etkileyecek bir adım atarak seçimlere parti olarak girmeye karar verdi.
Bu adım kamuoyunda büyük tartışmalara yol açtı. Tabii beklenen ilk yorum, HDP’nin bilinçli bir şekilde bu kararı aldığı ve partinin baraj altında kalarak AKP’nin tek başına iktidarını ve bu iktidarla kurduğu otoriter, anti-demokratik bir ‘Yeni Türkiye’yi perçinleştireceği yönündeydi.
HDP kanadı ise, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın almış olduğu yüzde 9’luk oy oranının partinin ‘Türkiye partisi’ olma hedefine ciddi bir ivme kazandırdığını ve bu ivmeyle barajı geçeceklerini düşünüp bu kararı aldıklarını savunmuştu.
Buraya kadar bu iki iddianın da kendi içerisinde mantıklı rasyonel ilişkiler içerdiğini söyleyebilir siyaset bilimciler veya bu hususta analiz yapanlar. Fakat özellikle tarafsız (!) Cumhurbaşkanı’nın meydanlara inmesinden sonra işin renginin değiştiği çok açık.
Ya HDP’ye vereceksiniz ya da…
Üstte bahsetmiştik, HDP’nin 30 Mart’taki ‘Oylar bölünmesin’ kampanyasını ‘nobranca’ bulup eleştirmesinden… Ne zamanki Cumhurbaşkanı sahalara inip “Bu işin huzur içinde çözülmesi için bize 400 vekil lazım” dedi, işte o zaman HDP düzleminde açıklamaların rengi de değişti, gösterilen adayların görünümü de. Zira HDP son dönemlerde aynı ‘nobranca’ tavırla, ‘CHP ve MHP’nin oy oranları AKP’nin tek başına iktidarını engellemeyecek, sadece ve sadece biz barajı geçersek AKP tek başına iktidar olamaz’ söylemini kendi siyasi düzleminin merkezine oturttu. Erdoğan her miting meydanında ‘400’ derken, HDP’li siyasiler de ‘400 olmasını istemiyorsanız bize oy verin. barajı geçelim’ çağrısını yapıyor son günlerde.
HDP’nin bu değişimi sadece siyasi söylemde değil, aday belirlenmesinde de bariz bir şekilde karşımızda.
Örneğin, her fırsatta CHP’nin Türkiye solunu temsil etmediğini söyleyen bir siyasi partinin, meydanlarda ‘Solun tek temsilcisi biziz’ diyen bir akımın, AKP’nin kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat’ın adaylığına sıcak bakması ve bunu ‘AKP’yi durdurmak ve yüzde 10’u geçmek için bu tip popüler adaylar göstermek zorundayız’ savunmasıyla yapması nasıl açıklanacak? Zira aynı siyasi partinin yöneticileri, başta Sırrı Süreyya Önder olmak üzere, daha bir yıl önce meydanlarda CHP’nin Ankara Büyükşehir belediye başkan adayı Mansur Yavaş ve CHP için ‘O Deniz Gezmiş için katil, Eşber Yağmurdereli için kör dedi, size bu yakışıyor, Malatya için de Mehmet Ali Ağca’yı aday gösterin kesin kasanırsınız’ laflarını söylemedi mi? Bu söylemi sahiplenenler şimdi Dengir Mir Mehmet Fırat’ın adaylığına yönelik neden tek bir yorum dahi yapmıyor?
Uzun süredir CHP parti yönetiminde bulunan Diyarbakır milletvekili Mesut Değer’in HDP tabanının ısrarıyla AKP’den aday olması, Sırrı Süreyya Önder ve arkadaşları için bir garabet veya omurgasızlık örneği değildir de nedir? Veya bu tip seçim hamlelerinin Sarıgül/Yavaş hamlelerinden ne farkı var?
‘Samimiyet’ eksikliğinin açık göstergesi
İşte bütün bu sorular aslında HDP adına en büyük soru işareti olan ‘samimiyet’ eksikliğinin açık göstergesi. Peki HDP’nin değişimini AKP’nin ‘400’ hedefiyle nasıl bağdaştıracağız?
Aslında bu problemi çözmek zor değil, zira ufukta AKP’nin oy oranında ne büyük bir patlama ne de büyük bir düşüş görünüyor. Aynı durum CHP ve MHP için de söz konusu. Dolayısıyla HDP barajı geçemese bile, AKP’nin yüzde 45’le 312 milletvekili çıkardığını düşünürsek, bu baraj sorunundan dolayı doğuda kazanacağı vekil sayısıyla dahi 367 rakamına yaklaşması güç, üstelik hedef 400 iken.
AKP’nin 400 ısrarının en temel sebebi başkanlık sistemini getirmekken, ve dahi bu sistem için referandumsuz 367 ve üzeri bir vekil sayısına ihtiyacı varken, başkanlık sistemine prensipte karşı çıkmayan bir siyasi partinin Meclis’te olması bir kabus senaryosu olmayacaktır özellikle Erdoğan için. Tabii burada ‘Peki AKP bu yüzden 276’yı geçemeyip tek başına iktidar olamazsa’ sorusu kafalarda olsa da -ki HDP barajı geçse bile bu ihtimal de çok yüksek değil- özellikle Erdoğan’ın kafasındaki Türk tipi başkanlık sistemi hayata geçtikten sonra Meclis’teki milletvekili sayısı matematiksel rakamları ifade etmekten öteye gitmeyeceği de açık.
Anket manipülasyonları
Tabii bu süreçte şaşırtıcı olan bir diğer nokta da özellikle son günlerde yapılan anketler. Zira HDP özellikle iktidara yakınlığıyla bilinen şirketlerin yaptığı anketlerde bile en az yüzde 9’a yakın seyrediyor. Hatta en son yine bu şirketlerden birinin sahibi Adil Gür bu bandı yüzde 13-14’lere çekti.
Ama bu tip manipülasyonların nasıl yapıldığını ve AKP-HDP düzleminde nasıl algı operasyonlarına girişildiğini çözmek güç değil. Şöyle bir geçmişe dönelim: Bundan tam bir yıl önce patlayan ‘tapeler’ furyasından bir kesit dinleyelim. Gazeteci Fatih Altaylı ile Erdoğan’ın ‘basın komiseri’ Fatih Saraç arasında geçen konuşmada Altaylı yapılan seçim anketlerine ilişkin, “Diyorum ki ben bu anketin BDP ile olan bölümünü ben biraz anket şirketiyle konuşsam, iki puan yüksek göstersek ne dersin?” derken, Fatih Saraç aynı hususla ilgili Bilal Erdoğan’la yapmış olduğu başka bir görüşmede, “Böyle yapıyorum ama bilesin ki yani şeyden … öbür taraftan alıp BDP’ye yamayacağım oyu” ifadesini kullanıyordu. Bu da aslında üstte çizdiğim AKP ve HDP’nin seçim öncesi almış oldukları pozisyonun anketlerle nasıl desteklendiğinin güzel bir örneği.
Tatava…
HDP’nin bir yıl önce yapmış olduğu eleştirilerin şimdi bir öznesi haline gelmiş olması hem seçmen tabanı hem de Türk siyasi hayatında ciddi anlamda yeniden tartışılmalı. Ama bu tartışma sadece HDP’nin kendi içinde bir öz-eleştiri mekanizmasıyla yorumlanamayacaktır. Zira mesele özellikle AKP’nin başkanlık sistemini getirebilmek için yaptığı hesaplamalar ve bu hesaplamaları yaparken HDP’den alacağı desteğin öneminde yatıyor.
Bu açıdan HDP’nin ‘Tatava yapma, bas geç’ şiarıyla hareket ettiği açıkken, özellikle kendisinin bu tutumunu eleştiren başta sol siyasi çevreler tarafından ‘Tatava yapma, omurgalı ol’ şeklinde bir kampanyayla eleştirilmesi gayet mümkün ve olağan bir durum olacak.
*Aberystwyth (Galler) Üniversitesi, Uluslararası Siyaset Departmanı araştırma görevlisi ve doktora adayı