AYŞEGÜL UYGUR DOĞAN*
Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü vesilesiyle ‘vatan-millet-bayrak’ teması çerçevesinde yeniden dillendirilen resmi tarih anlayışının karşısında onu sorgulayan alternatif bir tarih ya da daha somut bir ifadeyle mikro-tarih anlayışının tekrar gündeme geldiğine şahit olduk.
Alternatif tarih: Kahramanlık öyküsü çıkarmak anlamsız

Fotoğraf: Reuters
Malumumuz resmi tarih anlayışı, Çanakkale Savaşı’nın işgalci devletlere karşı verilen bir mücadelenin sonucu olarak ‘şanlı Türk Tarihi’nin önemli bir yapıtaşı olduğu savına dayanıyor. Onun karşısına çıkan alternatif tarih anlayışı ise, bu ‘kahramanlık‘ öyküsünün sözkonusu ‘zafer‘ pahasına Ermenilerin tehcire uğramasını ve Osmanlı Devleti’nin zaten emperyal hevesleri olan Almanya’nın yanında saf tutması sonucu ölüme götürdüğünü perdelemesi gibi argümanları öne sürüyor. Dolayısıyla, buradan bir ‘kahramanlık‘ öyküsü veya ’emperyalizme karşı bir mücadele’ çıkarmanın anlamsızlığı sonucuna varıyor.
Resmi tarihle örtüşen veriler önemsizleştiriliyor
Alternatif tarih yazımının, egemenlerin tarihini yazarken ezilen sınıf/kesimlerin gözden kaçırılan, yok sayılan tarihini gün ışığına çıkarmak adına çok önemli olduğunu teslim etmek gerek. Ancak Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü vesilesiyle tekrar popülaritesini artıran bu tarih anlayışının sorunlu birkaç yönüne dikkat çekmekte fayda var.
Öncelikle, bazen bu yöntemin sırf ‘resmi tarih’le örtüştüğü için başka verileri dışladığını ya da önemsizleştirdiğini görüyoruz. Misal, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu Almanya yanında savaşa sokmadan evvel emperyalist devletlerin zaten Osmanlı’ya dair paylaşım planları olduğu, sömürgeci bu devletlerin zaten Çanakkale Savaşı öncesinde de Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmak üzerine birtakım görüşmelerde bulunduğu gerçeği ve İtilaf Devletleri’nin sömürgeci geçmişlerindeki felaket doğuran icraatları bir nevi göz ardı ediliyor. Hal böyle olunca yapılan, verilerin ne söylediğine bakmaksızın sırf resmi tarihe ‘karşı’ olmak adına bazı gerçekliklerin inkarı/önemsizleştirilmesi oluyor.
Kendisini egemen güce referansla karşıtlık üzerinden kuruyor
Dolayısıyla, egemenlerin tarihini sorgulamayı hedefleyen bu tip mikro-tarih anlayışının en sorunlu noktasının, kendisini tam da ‘egemen güce’ referansla bir karşıtlık üzerinden adeta bir ‘ters-kimlik’ inşasıyla kurması olduğunu söyleyebiliriz.
Burada vurgulamaya çalıştığım şey, kazananların tarihini yazmak adına güçsüzlerin gizlenen/bastırılan tarihini önemsizleştirmek değil. Aksine, sessizlerin sesi olması ve güçsüzlerin de tarih sahnesinde temsil edilmesi adına mikro-tarihçiliğin çok önemli bir işlevi olduğunu kabul etmek gerek. Ancak, sırf ‘egemen’ ulus-devletin kurucu unsurlarından biri olduğu için bir halkın emperyalizme karşı mücadelesinin önemsizleştirilemeyeceğini de vurgulamak lazım.
Resmi tarih anlayışı ne kadar sorunluysa…
Kısacası, tarih ne resmi tarihin vurguladığı gibi sadece ‘kahramanlık’lardan ne de onu eleştiren bazı kesimlerin vurguladığı gibi ‘kara bir leke’den ibaret.
Psikolojide otorite figürüne referansla tanımlanan ‘ters-kimlik’ bir kimlik bocalamasına işaret eder. Benzer şekilde, tarihi resmi tarihin tam karşısında durarak tanımlamak da toplumsal olarak benzer bir bocalamaya ve yabancılaşmaya sebep oluyor. Diğer bir ifadeyle, tarihi sadece zaferlerden ve başarılardan kurgulayan bir resmi tarih anlayışı ne kadar sorunluysa sadece‘otoriteye başkaldırma’ motivasyonuyla inşa edilen ‘ters tarih’ yazımı da o kadar sorunlu. Zira bu bizi toplum olarak bir kimlik krizine götürmekten başka bir işe yaramamakta.
Kanımca bu kimlik krizinden kurtulmanın yolu tarihimizi eksi ve artılarıyla bir bütün olarak kabullenmekten geçiyor.
* Yrd. Doç Dr., Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü/Haliç Üniversitesi