Sınırdaki Keseb köyünde kontrolü İslamcı militanların ele geçirmesi sonrası Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan Suriyeli Ermenilerin acı dolu hikayeleri bir bir ortaya çıkıyor. Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı’ya sığınan Papken Curyan, 23 yaşındaki oğlu Kevork’un sırf giydiği botlar yüzünden öldürüldüğünü, Kevork’un bizzat kendisinin kazmasına rağmen acısını bir ay boyunca eşinden ve kızından sakladığını anlattı.
‘Oğlum, kucağımda can verdi’
Radikal yazarı Fehim Taştekin‘in konuştuğu Curyan, milisler geldiğinde yaşananları şöyle aktardı: “Karımı ayırıp başka bir yere götürdüler. Oğlumun bahçe işinde kullandığı ayağındaki botlara bakıp ‘Sen nizamın askerisin’ dediler. ‘Hayır’ dedim, ‘Tek bir oğlum var, ailenin tek oğlu olduğu için askerden muaf.’ İnanmadılar, belge istediler. Bu kez duvardaki av silahını görünce oğluma ‘şebbiha’ dediler. ‘O silahtan her evde var’ dedim. İkna edemedim. Çekip vurdular, oğlum kucağımda can verdi. Üzerini battaniyeyle örttüm oracıkta.”
‘Yarım metreden derin kazamadım’
Aile başka bir eve götürülürken, Curyen’in Kevork’u gömmesine ancak üç gün sonra izin verilmiş; “Ayrılmadan önce karanlıkta mezar kazmama izin verdiler. Ceset kokmaya başlamıştı. Başıma silah dayadılar, kazamadım doğru düzgün. Yarım metreyi geçmez kazdığım. Sonra bizi bir çiftliğe götürdüler. 13 gün orada kaldık. Eşimle buluştuğumuzda söyleyemedim, çığlık atar onu da vururlar diye.”
Curyen acı haberi eşine, kızının Beyrut’tan yaptığı baskının sonucunda söylemek zorunda kalmış: “Türkiye’ye getirildiğimizde de söyleyemedim. Fakat internete yazmışlar, Beyrut’ta kızım öğrenmiş; sordu, inkâr ettim. Kızım vazgeçmedi. Birileri ‘25 bin dolara kardeşini buluruz’ demiş, o da parayı hazırlamaya başlamış. Bunu duyunca mecburen ona da karıma da söyledim. Ama bizimle gelen 92 yaşındaki annemin hala haberi yok.”
‘Duvarları delip, silahlarını yerleştirdiler’
Halep doğumlu 66 yaşındaki Anahit Aharonyan’sa 91 yaşındaki amcası Nerses Tangukyan’la yaşadıklarını şöyle özetliyor: “Önce Suriye askerleri üç gün evimizde kaldı, duvarları delip silahları yerleştirdiler. Vuruştular. Yan yana oturuyorduk, birbirimizi duyamıyorduk, yüksek sesten Nerses’in kulaklığı bozuldu. Askerler giderken ‘Yürüyebilirseniz sizi de götürelim’ dediler. Nasıl yürüyeceğiz, değnekle ayakta duruyoruz. Askerler kaçıp gitti, biz kaldık. Sonra ötekiler geldi.”
Taştekin’in aktardığına göre, evleri defalarca askerlerin işgaline uğramış. Son gelen grubun, kimliklerine baktıktan sonra “Alevi olsaydınız sizi boğardık” dediklerini de aktarıyor Anahit.
‘Fütursuz bir mizansen’
Fehim Taştekin Türkiye’nin Kesebli Ermenilere karşı olan tutumunu ise şöyle ifade etti: “Mizansen, tam da 1915’in yıldönümü yaklaşırken Keseb’i ele geçiren gruplara sağlanan lojistik destek nedeniyle köşeye sıkışan hükümetin İstanbul’daki Ermeni Başepiskoposu’nu arayıp ‘Keseb’teki Ermenileri getireceğiz, İstanbul’a mı yoksa Vakıflı’ya mı yerleştirelim’ diye sormasıyla başlıyor. Fütursuz bir mizansen. ‘Muhalifler evlerinden alıp sınırda Türk yetkililere teslim etti’ denilen yaşlılar üzerine bir kilim atılmış beton zeminde 8 ile 15 gün arasında esir tutulmuş. Kilisede dua ederken dışarıda bomba patla(tıl)mış, ‘Bakın rejim bombalıyor’ denmiş, gitmeye direnenler de böylece ikna olmuş! Şimdi devletin ‘uzaktan’ ilgilendiği, bölge halkının ise ihtiyaçları için seferber olduğu bu insanlar Beyrut’a ve oradan Lazkiye’ye gitmek istiyor.“