
KEMAL GÖKTAŞ
kemalgoktas@diken.com.tr
@kemalgoktas
Türkiye’nin seçime kilitlendiği günlerde, en az seçim kadar ülkedeki demokrasinin sınırlarını ilgilendiren bir davanın hazırlıkları yapılıyor. İstanbul seçiminin ertesi günü Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu’nun tutuklu olduğu 16 sanıklı Gezi davası başlayacak.
Gezi davası, siyasi iktidarın söylemlerini iddianame haline getiren bir metin. Daha da vahimi FETÖ’cü suçlamalarıyla firarda veya tutuklu olan polislerin ve savcıların hazırladığı delillerle oluşturulmuş bir iddianameye dayanıyor.
Yani esasen Ergenekon, Balyoz, KCK davaları ile aynı karakterdeki bir davaya, bir tür post-FETÖ yargılamasına şahit olacağız. 24 Haziran Pazartesi günü Silivri’de başlayacak olan dava, altı yıl önce, Gezi protestoları devam ederken, daha sonra Fethullahçı örgütün elemanları oldukları iddiasıyla hakkında yakalama kararı çıkarılan savcı Muammer Akkaş’ın açtığı soruşturmaya dayanıyor.
‘Anayasal suçları soruşturma bürosunda’ görevli olan Akkaş, dosyaya giren belgelerden anlaşıldığı üzere soruşturmayı yine kendi meşrebince, yani çok bilinen FETÖ yöntemleri ile yürüttü. Telefon dinleme ve teknik takip kararları aldırdı, polisten fezleke hazırlamasını istedi.
Hep aynı hakimler, kumpas davalarında uygulanan yöntemlerle suç unsuru bulamamalarına rağmen dinleme ve teknik takip kararlarının sürelerini uzattı. Dinleme ve takip kararlarında ne işlenmiş bir suç ne de şüphesi vardı ama uzatılan bu kararlarla soruşturma dosyası açık tutuldu.
FETÖ’cü fezleke
FETÖ davasından tutuklu bulunan dönemin Kaçakçılık Organize Suçlar Şube Müdürü Nazmi Ardıç’ın imzasını taşıyan polis fezlekesi de aynı ruhu taşıyordu. Fezleke hiçbir somut delil ileri sürmeden Gezi olaylarının arkasında Kavala üzerinden George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü olduğunu ileri sürüyordu.
Fezlekeye göre Otpor ve Canvas grupları Sırbistan, Gürcistan ve Arap baharında olduğu gibi Gezi’yi de organize etmişlerdi.
Bu sırada 17-25 Aralık soruşturmalarında da yer alan savcı Akkaş hakkında FETÖ üyeliği suçlamasıyla yakalama kararı çıkarıldı. Akkaş firardayken Gezi dosyası açık tutuldu.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’cü olduğu iddia edilen ve tamamen FETÖ yöntemleri ile toplanan ‘deliller’den oluşan dosya kapatılmak yerine aktif hale getirildi.
Öncelikli hedef Osman Kavala’ydı.
Kavala’nın dosya yolculuğu
Yine FETÖ taktiği ile yandaş gazetecilere Kavala hakkında yazılar yazdırıldı, kamuoyu Kavala’nın tutuklanmasına hazırlandı.
Kavala 19 Ekim 2017’de gözaltına alındı ve 15 Temmuz darbe girişimi ile bağlantılı olduğu iddia edilen ABD Konsolosluğu’nda görevli Metin Topuz’la aynı dosya kapsamında tutuklandı.
Fakat sonra bir irade, Kavalalı bir Gezi iddianamesinin daha işlevsel olduğuna karar vermiş olacak ki dosyası değiştirildi ve tutuklanmasının üzerinden bir yılı aşkın süre geçtikten sonra, 14 Aralık 2018’de, Gezi
soruşturma dosyasına alındı.
Bunlardan ne Kavala ne avukatları haberdardı, çünkü dosyada gizlilik kararı vardı.
Savcılık, FETÖ’yle suçlanan savcının ve polis müdürünün yürüttüğü soruşturmada toplanan delilleri çöpe atmak yerine hukuk tarihine geçecek bir değerlendirme ile ‘yeniden kıymetlendirdiğini’ belirterek 16 kişi hakkında dava açtı.
İddianamenin temelini, ‘yeniden kıymetlendirilen’ FETÖ’cü polis müdürünün hazırladığı fezleke oluşturuyordu. Savcı, sanıklar hakkında ağırlaştırılmış müebbetin yanı sıra 606 yıldan 2 bin 970 yıla kadar hapis cezası istiyordu.
İstenen cezaların bu kadar ağır olmasının nedeni, sanıkların hükümeti devirmeye teşebbüs ettikleri suçlamasıydı. Suçlama böyle olunca Gezi eylemleri sırasında işlenen bütün suçlardan sanıklar da sorumlu tutuldu.
Yani sanıkların hiç tanımadıkları insanlar tarafından Türkiye’nin dört bir tarafında Gezi protestoları sırasında işlenen kamu malına zarar verme, patlayıcı madde kullanma, gasp, ruhsatsız silah taşıma, yaralama gibi suçlardan da cezalandırılmaları istendi.
Peki ama bu kadar ağır cezalar istenen sanıklar hakkında bir delil var mı Tek kelime ile: Yok.
İddianamede delil diye sunulanların içeriğine ilişkin çok şey yazıldı. Burada tekrar etmeye gerek yok. Bu aşamada iddianamenin mantığının vehametini anlatabilmek için savcılığın kurgusuna dayanak yaptığı bakış açısını değerlendirmek daha önemli.
Bu bakış açısına göre, savcılık, sanıkların bir örgüt oluşturduğu ve hükümeti devirmeye teşebbüs ettiklerine dair kanaatlerini delilmiş gibi sunarken, muhalefet etmenin her türlü biçimini suç haline getiriyor.
‘Sui generis’
İddianamenin her satırında delilsiz suçlamanın mümkün hale geldiği bir düşman ceza hukuku pratiği ortaya dökülüyor. Delilsizliğin uç verdiği satırlar iddianamede kendini en çok sanıkların ‘sui generis’ bir yapı oluşturduklarını tekrar ederken kendini ele veriyor.
Yargıtay’ın bu suç için aradığı kriterlerin asgarisini, yani sanıklar arasında örgütsel bir hiyerarşi ve ortak amaca yönelik hareket vs bulamayan iddianame, bir kurtarıcı gibi ‘Gezi Parkı Kalkışmasının Sui Generis Yapısı Ve Unsurları’ başlığı altında ‘sui generis’ (kendine özgü) kavramına yapışıyor.
“Şüphelilerin de arasında bulunduğu odakların, ülkemiz açısından bu güne kadar örneği ve benzeri olmaya sui generis (nevi şahsına münhasır) bir yapıya haiz olduğu” iddia eden savcılık, siyasi iktidarın söylemine paralel oluşturduğu siyasi tezini hukuksal bir metinde ileri sürerken demokratik siyasal alana, yani hepimizin söz söyleyebilme ve birlikte eyleyebilme hakkına yöneliyor.
İddianame de bu haliyle hukuksal bir metin olmaktan ziyade hukukun işlemediği bir yargıya, yani ‘sui generis’ bir sisteme yakışıyor.