[Erdoğan ve Gül’ün] aralarındaki ilişki, kardeşlik hukuku ile bağdaşmayan pek çok harekete de sahne olmuştur. Örneğin Erdoğan, 2012 yılında yeni cumhurbaşkanı seçimi yasasını TBMM’den geçirirken metne Gül’ün ikinci kez cumhurbaşkanı seçilmesini önleyecek bir hüküm eklemekten kaçınmamıştır. Bu madde Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) dönmüştür.
… Başka örnekler de verilebilir. En çarpıcı olanı, Irak’a girecek ABD askerlerine Türkiye’nin kapılarını açan ünlü tezkerenin 1 Mart 2003 tarihindeki oylamasında yaşanmıştır. O dönemde Meclis dışında olan Erdoğan parti lideri konumuyla tezkereyi hararetle desteklemiş, buna karşılık Gül, Başbakan olarak isteksiz davranmış, hatta grubu büyük ölçüde serbest bırakmıştır. Gül biraz elini uzatmış olsaydı, zaten kıl payıyla reddedilmiş olan tezkerenin TBMM’den geçmesi işten değildi.
Bir diğer önemli dönüm noktası 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanmıştır. Gül’ün adaylığının ilk aşamada AYM’nin 367 engeline takılmasından sonraki ikinci denemede Erdoğan’ın Gül’ün yeniden adaylığına isteksiz olduğu, hatta kendisinin önünü kesmek yönünde bazı adımlar attığı bir sır değildir. Gül, önemli bir siyasi hamle yaparak ağırlığını koymuş ve bir anlamda –Erdoğan’a rağmen- Köşk’e giden yolun önünü kendisi açmıştır.
… Geldiğimiz noktada Erdoğan’ın başkanlık modeline doğru yelken açan tasavvurlarında Gül’e bir yer yok gibi görünüyor. Varsa da bu rolün Gül’e, içine sinecek ölçüde bir iktidar alanı açacağını düşünmek güç. Üstelik Başbakan’ın yeni seçim yasasını geçirmesi halinde, 2015 seçiminde 330 eşiğini geçmeyi deneyip başkanlık modelini -anayasa referandumu yoluyla- yerleştirmesi de artık azımsanmaması gereken bir olasılık.
Bu denklemi değiştirmeye kalkmak Gül’ü Erdoğan ile açık ve sert bir çatışma içine itebilirdi. Üstelik Gül açısından 2003 ve 2007’ye kıyasla yüksek risk içeren bir denklemden söz ediyoruz. Gül’ün geriye çekilmeyi tercih etmesini bu çerçevede değerlendirebiliriz.