2010-2015’te kendine has, ‘filozof gibi’ bir devlet başkanına tanık oldu dünya. Uruguay’ın 40’ıncı başkanı Jose Mujica. Nam-ı diğer ‘Saraysız başkan.’ Şimdi 89 yaşında. Daha iyi bir toplum ve mutlu yaşam felsefesiyle Güney Amerika’nın önemli figürlerinden.
Dünya liderlerine yaptığı konuşmalarda, söyleşilerinde, hatta Netflix’teki belgesellerinde ‘fantastik’ yaşamından anekdotlarıyla biliniyor. Solcu bir kent gerillası olarak banka soymuşluğu da var, 15 yıl hapis yatmışlığı da.
Mujica küçük bir Güney Amerika ülkesinin, Uruguay’ın, dünyanın en liberal demokrasilerinden birine dönüşmesine öncülük etti.
“Parayı çok sevenlerin ticaretle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Siyaset para biriktirmek için değildir” demişti Mujica Türkiye’deki bir söyleşisinde.
CHP’nin davetiyle 2015’te İstanbul’a gelmişti. ‘Yoksul’ dostu Mujica ziyareti boyunca 1973 model bir vosvos’a binmiş ve eşiyle Taksim’de üç yıldızlı bir otelde konaklamıştı.
Hatta gözaltında kaybolan çocuklarının akıbetini sormak için her hafta Galatasaray meydanında toplanan Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemine katılmıştı.
Şimdiyse ölümle cebelleşiyor Mujica. Yemek borusundaki tümör sebebiyle radyasyon tedavisi gördü. İyileşmesinin zor olduğunu söylüyor. Ve belki de son uzun söyleşisini New York Times gazetesine verdi.
Başkent Montevideo’nun banliyölerinde yaşıyor. Küçük bir çiftlikte kitap ve turşuluk sebzelerle dolu üç odalı bir evde…
Tedavi nedeniyle yorgun düşmüş, ağzına yemek koymaz olmuş Mujica. Bir odun sobasının önünde kışlık ceketi ve yün şapkasıyla söyleşti:
Sağlığınız nasıl?
Radyasyon tedavisi gördüm. Doktorlar iyi geçtiğini söyledi ama kötüyüm.
‘İnsanlık mahvolmaya mahkum’ diyorsunuz, peki neden?
Zamanı çarçur ediyoruz. Daha huzurlu yaşayabiliriz. Uruguaya bakın… Nüfusu 3,5 milyon ve 27 milyon çift ayakkabı ithal ediyor. Onca eziyetle çalışıp çerçöp üretiyoruz. Peki ne için?
Özgürlük yolu şu: İhtiyaçlarımıza dair genel kanıdan kurtulup hakiki arzularımızın peşinde olmak. İhtiyaçlarınız çoğaldıkça hayatınızı onları karşılamak için tüketiyorsunuz.
İnsanların ihtiyaç uydurmakta sınırı yok. Piyasa önce bize hakim oluyor sonra hayatlarımızı çalıyor.
İnsanlığın daha az çalışıp daha fazla serbest zamana, ayaklarının yere basmasına ihtiyacı var. Bunca zırva niye? Neden arabanızı değiştirmek zorundasınız? Ya buzdolabınızı?
Tek bir hayat var o da geçip gidiyor. Hayata bir anlam katmalısınız. Mutluluk için mücadele edin, zenginlik için değil.
İnsanlık değişebilir mi?
Değişebilir. Ama piyasa çok güçlü. İçgüdülerimize hakim olan bilinçdışı bir kültür yarattı. Hem subjektif hem bilinçdışı. Bizi aç gözlü tüketicilere dönüştürdü. Satın almak için yaşıyoruz. Satın almak için çalışıyoruz. Ve para ödemek için yaşıyoruz. Kredi bir din oldu. Velhasıl altüst olmuş durumdayız.
Sanırım pek umudunuz yok.
Biyolojik olarak umutluyum çünkü insana inancım var. Ama biraz düşünmeye başlayınca karamsarlaşıyorum.
Yine de demeçlerinizde çoğunlukla olumlu mesaj veriyorsunuz.
Çünkü hayat güzeldir. İnişiyle çıkışıyla hayatı seviyorum. Fakat burayı terk etme zamanım geldi. Hayata nasıl bir mana katabiliriz? İnsan diğer canlıların aksine bir amaç, bir gaye bulabilme yetisine sahip.
Hah, eğer bulamazsanız piyasa size ölene kadar fatura ödetir. Fakat bir anlam bulursanız yaşamak için sebebiniz olur. Hayatınızda önemli yer tutan herhangi bir şey: Araştırmak, müzik yapmak, sporu sevmek…
Bir başkan olarak neden kendi evinizde yaşamayı seçtiniz?
Feodalizmin kültürel kalıntıları hala var. Kırmızı halı, borazan, övülmekten hoşlanan başkanlar…
Bir Almanya seyahatimde benim için Mercedes-Benz tutmuşlardı. Sırf kapısı üç bin kilo civarıydı. Önümde arkamda 40’ar motorsiklet. Utanmıştım.
Başkan için özel bir evimiz var. Dört katlı. Çay içebilmek için üç blok yürümeniz gerekiyor. Gereksiz. Orayı lise yapmalılar.
Nasıl hatırlanmak isterdiniz?
Olduğum gibi: Çılgın ihtiyarın teki.
O kadar mı? Onca şey yaptıktan sonra…
Sahip olduğum tek şey sözün, kelimelerin büyüsü.
Kitap insanlığın en büyük icadı. Ama insanların böylesine az okuması utanç verici. Zaman bulamıyorlar.
Artık genelde telefondan okuyorlar.
Dört yıl oldu telefonu bırakalı. Kafayı yedirtti bana. Bütün gün deli saçması konuşmalar.
Kendi içimizdeki insanla konuşmayı öğrenmeliyiz. Benim hayatımı kurtaran oydu. Yıllarca yalnız kaldığım için hep benimle kaldı.
Tarlada traktörle çalışırken bazen durup küçük bir kuşun yuva yapmasını seyrediyorum. O kuş doğuştan buna programlı. Doğuştan mimar. Kimse öğretmedi bunu ona. Hornero kuşunu bilir misin? Duvar ustasıdır.
Doğanın hayranıyım. Bir nevi panteistim. Ama tabii bütün bunları görebilmek göz ister.
Mesela karıncalar doğadaki hakiki komünistler. İnsanlardan daha eskiler ve bizden uzun yaşayacaklar. Koloni halinde yaşayan tüm canlılar çok güçlüdür.
Telefon meselesine dönelim: Bizi aşan bir alet mi sizce?
Günah telefonda değil. Biz henüz hazır değiliz. Telefonu korkunç şekilde kullanıyoruz.
Çocuklar cebinde üniversite taşıyor. Muazzam bir şey bu. Ama değerler konusunda teknoloji kadar ilerleyemedik.
Kaldı ki bugün hayatın çoğu dijital dünyada yaşanıyor.
Hiçbir şey yüz yüze iletişimin yerini tutamaz. Yeri doldurulamaz bunun (gazeteciyle kendini işaret ederek). Sadece kelimelerle konuşmuyoruz ki. Mimiklerle, tenimizle iletişim kuruyoruz. Doğrudan iletişimin yerini hiçbir şey tutamaz.
O kadar da robot değiliz. Evet düşünmeyi öğrendik ama başta duygusal canlılarız. Kararları beynimizle aldığımıza inanıyoruz. Aslında çoğu içgüdüsel olan kararlarımızı haklı çıkarmak için beyin argümanlar buluyor. Bunu pek farkında değiliz sanırım.
Ama sorun değil. Bu işleyiş bizi hayatta tutuyor. İneklerin yeşili takip etmesine benzetebiliriz. Yeşil varsa yemek de vardır. Özümüzden vazgeçmek sancılı olacak.
Geçmişte bir Tanrıya inanmadığınızı söylemiştiniz. Hala aynı görüşte misiniz?
İnsanlığın yüzde 60’ı bir şeye inanıyor, buna saygı duyulmalı. Cevabı bulunmayan sorular var. Hayatın anlamı ne? Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz?
Sonsuz evrende bir karınca olduğumuzu bir çırpıda kabul etmek kolay değil. Yaşamak istediğimiz için Tanrı umuduna ihtiyaç duyuyoruz.
Sizin bir Tanrınız var mı?
Yok. İnançlı insanlara saygım sonsuz. Ölüm fikriyle yüzleşildiğinde bir tür teselli işlevi görüyor Tanrı.
Çünkü çelişki şu: Hayat yaşam mücadelesi için tasarlanmış biyolojik bir program. Fakat programın başlamasıyla ölmeye de mahkumuz.
Dünya görüşünüzde biyolojinin önemli yeri var sanırım…
Bağımlı canlılarız. Bağırsaklarımızdaki prokaryotlar olmadan yaşayamayız. Hatta gözümüzün görmediği bazı böceklere bağımlıyız. Hayat bir zincir. Ve hala sırlarla dolu…
İnsan ömrünün uzamasını dilesem de endişelerim çok. Elinin altında atom bombası bulunan birçok manyak var. Çokça bağnazlık… Yel değirmenleri inşa edeceğimiz yerde silahlara para akıtıyoruz.
Ne anlaşılmaz hayvandır şu insan. Zeki desen zeki değil, aptal desen aptal değil.