MURAT SEVİNÇ
“Linç, en aşikâr medeniyet kaybıdır. Linçin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infial uyandırmadığı bir toplum, toplum olma vasfını yitirir.” (Tanıl Bora’nın Türkiye’nin Linç Rejimi başlıklı kitabından)
Hastalık teşhis edilemezse doğru tedavi uygulanamaz.
Pazar günü Kemal Kılıçdaroğlu’nun başına gelenin adı, ‘üzgün yurttaş’ın tepkisi ya da ‘protesto’su değildi. Pazar günü Kemal Kılıçdaroğlu’nun başına gelenin adı, ‘linççi bir güruhun saldırısı’ idi.
Türkiye’nin başkentinde, o başkentin bir ilçesinde bir şehit cenazesinde, TBMM’deki ikinci partinin genel başkanına saldırıldı. Cenazede, emniyet genel müdürü ve milli savunma bakanı da vardı.
Anamuhalefet partisi genel başkanı bir eve sığınmak zorunda kaldı. O evde bir süre bekletildi. Dışarıda toplanan çok sayıda saldırgan, evi taşladı. Kemal Kılıçdaroğlu’nu linç etmek istedi. Bu esnada, “Evi yakın” diyen bir kadının sesi duyuldu. Sivas’ta, o otelin önünde slogan atan linççi güruhun sesi, çeyrek yüzyıl sonra bir kez daha.
Bu linççi saldırının gerçekleştiği günün sabahında, Türkiye’deki havuz paçavralarından birinin ilk sayfasında, şehit cenazesi fotoğraflarının yanına Ekrem İmamoğlu’nun fotoğrafı iliştirilmişti. Utanmazlar, “Mutlu musun Ekrem?” diye soruyordu. Büyük harflerle. Devasa arpalıklarını ellerinden alan Ekrem İmamoğlu ile şehitler arasında ilişki kurmaya çalışarak.
Eski genelkurmay başkanı, yeni milli savunma bakanı olan kişi, linççi güruhu, “Değerli arkadaşlarım, mesajlarınızı verdiniz!” diyerek sakinleştirmeye çalıştı.
Üçüncü MC’nin küçük ortağı, Kılıçdaroğlu’nu ‘yanlış yapmakla’ itham etti. Yumruk atan linççi herifi, ‘yaşlı adam’ sıfatıyla niteledi. Küçük ortak, Türkiye’de bir yurttaşın/siyasetçinin öyle her yere elini kolunu sallaya sallaya gitmemesi gerektiğini hatırlattı. O esnada partisinin bir milletvekili, bir dağın eteklerinde, kurt taklidi yapıyordu!
MC’nin küçük ortağı, “Yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu?” sorusunu yöneltti!
Sahi yumruk yiyecek kadar, ne yaptı Kemal Kılıçdaroğlu?
Bir çocuğun katledeceği kadar, ne söylemişti Hrant Dink?
Diri diri yakılacak kadar, ne yazıp çizmişti Sivas’taki insanlar?
Diyarbakır Cezaevi’nde o işkenceleri görecek kadar ne yapmıştı Kürtler?
O insan dışkısını yiyecek kadar, ne günah işlemişti acep o Kürt köylüsü?
Katledilen, sürülen, kovulan Yahudi, Rum ve Ermeni’ler, 1955’te mezarlıklarına saldırılan gayrimüslimler ne yapmıştı?
Kahramanmaraş’taki, Çorum’daki yurttaşlar, 1 Mayıs alanındakiler, o kurşunları hak edecek kadar, ne yapmışlardı?
2019 Türkiye’sinde, sabahtan akşama dek terörist denilen, vatan haini denilen, zillet denilen yurttaşlar… Onların terörist, vatan haini ve zillet olduğuna inandırılmaya çalışılan diğerleri, linç heveslisi güruhlar.
Adını doğru koyalım, pazar günü Ankara’nın bir ilçesinde şehit cenazesine katılan anamuhalefet partisi lideri, linççi bir güruhun saldırısına uğradı. Şu ana dek aktarılan her şey ve milletvekillerinin tanıklıkları, o güruhun orada rastlantısal olarak bulunmadığını anlatıyor bize.
Kendisi gibi düşünmeyen insanları yok etmek isteyen, şiddet dışında bir dile sahip olmayan, ‘sözü’ olmadığı için saldıran zavallılar; linçin bir suç olduğunu bilmeli, anlamalı. Hatırlatılmalı. Öğretilmeli.
Yalnızca siyasi mücadeleden söz etmiyorum. Şu anda hiç bir işe yaramayacağını bile bile, tüm hukuksal araçlar kullanılmalı. Bugün belki sonuçsuz kalacak soruşturma ve davalar, yarının ‘iddianamelerinde’ yer alacak. Bu nedenle, faşist/ırkçı paylaşımlar yapan, faşist/ırkçı saldırıları öven, şiddeti kutsayan linççi güruhun internetteki/sosyal medyadaki mensupları hakkında soruşturma talep edilmeli. Suç duyuruları bu korkak alçakların gözünü korkutacak, şimdi olmasa bile günü geldiğinde mutlaka karşılığını bulacak.
Siyasi mücadele içinse, kuşkusuz öncelikle teşhis doğru olmalı. Protesto değil, saldırı. Üzgün yurttaş değil, linççi güruh. ‘Talihsiz olaylar’ değil, linç girişimi. Eğer Kılıçdaroğlu’nun ayağı bir taşa takılıp yere düşseydi ‘talihsiz olay’ denilebilirdi. Linç, bir talihsizlik değildir. Linççinin, barbarın başı okşanmaz.
Haklı olarak istifası istenen siyasetçiler (özellikle ‘malum’ bakan) konusunda ısrarcı olunmalı, iki gün sonra unutulmamalı, sürekli gündemde tutulmalı.
Kemal Kılıçdaroğlu (ve beraberindekiler) linç edilmeye çalışılırken, sığındığı ev taşlanırken, bir alçak ‘yakın o evi’ diye çığlık atarken; üç öğrenciye su ve gaz sıkmayı marifet sayan TOMA’ların, Kürt mahkûm annelerini coplarla dürtüp hakaret eden emniyet mensuplarının ‘nezaketi’ unutulmamalı!
Doğrudur, linççi arkadaşların verdiği mesajı hepimiz aldık. Bir yurttaş olarak ben de ziyadesiyle anladım. Evet her an beni/bizi linç edebilir, taşlayabilir ve yakabilirler. Onlar gibi düşünmediğim için yok edebilirler. Sonra da birileri çıkar ve “Protesto bu yav” der.
Gel gör ki, linççi güruh o mesajı verdiği saatlerde, bir arkadaşımla birlikte Maltepe’deki mitingde, alana giremeyip kenarda bekleşenlerdendim. Müthiş bir kalabalık vardı. İki miting alanı olsa dolduracak bir kalabalık. Cebine harçlık konulmayan, otobüslerle taşınmayan yüzbinlerce insan.
Diyeceğim; mesajı aldık almasına da, bu memleket de Dingo’nun ahırı değil. Linççi ahlaksızların, saldırganların babasının malı değil. Bu memleket, üzerinde yaşayan milyonlarca yurttaşın. Biri diğerinden daha değerli, daha öncelikli değil.
İşte o linççi utanmazların da bu mesajı alması, anlaması gerek. Maltepe’deki yüzbinlerce insanı, ülke genelindeki milyonları görmesi gerek. O saldırganların, Türkiye’nin sahibi olmadıklarını ve faşizmin suç olduğunu, canları istediğinde insan taşlayamayacaklarını o kalın kafalarına sokmalarında büyük ve anlatılmaz yararlar var.
Linç suçtur, ahlaksızlıktır, bir memleketin başına gelebilecek büyük belalardandır. Her vaka, hakkıyla ve adıyla anılmalı. Linççiye linççi, faşiste faşist denilmeli.
Son olarak;
Ne kadar eleştirirsek eleştirelim, ne kadar çok hata yaptığını düşünürsek düşünelim, şu olup bitende kendi basiretsizliklerinin ve saçma korkularının/endişelerinin payı olduğunu dile getirirsek getirelim…
Kemal Kılıçdaroğlu bu toprağın gördüğü görebileceği, en efendi, en zarif ve en temiz insanlardan, siyasetçilerinden biri.
Ve elbette ‘yalnız’ değildir…
Video önerisi: Yazıyı Pazartesi yazdım. Bitirdikten sonra, sevgili Ünsal Ünlü’nün sabah programını banttan izledim. Benzer düşünceleri her zamanki hoş üslubuyla ‘Ünsalca’ dile getirmiş. Ünsal Ünlü’nün bugünkü (22 Nisan) programını buraya bırakıyorum.