AZİME ACAR
azimeacar@medyafobi.com
Bu bir marka, müşteri ve medya hikayesidir.
Günlerden 5 Aralık’tır. Seçme ve seçilme hakkının verildiği Kadın Hakları Günü’dür.
İşte o gün, bir zamanların güçlü mü güçlü gazetesi Hürriyet’in Altın Kelebek Ödülleri töreni de vardır.
Altın Kelebek’in altı yıldır ana sponsoru, müşterisi kadınlar olan P&G’nin Pantene markasıdır.
Bu sponsorluk kapsamında medyadan tek bir isteği vardır. O da markanın üzerinde hassasiyetle durduğu ‘cinsiyet eşitliği ilkesi gereği’ 12 kişiden oluşan Altın Kelebek Ödülleri jürisinin yarısının kadınlardan oluşmasıdır. Başka da bir isteği yoktur.
Tören, televizyonlarda canlı yayınlanır. Ödül alanlardan bazıları öldürülen kadınlara, her geçen gün artan kadına şiddete dikkat çekmeyi ihmal etmez.
Sıra Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne geldiğinde, geçmişte kadına şiddet haberleriyle gündem olmuş bir isme coşkulu alkışlarla verilir.
2020’de, çocuk istismarı ve tecavüzden suçlu bulunan yönetmen Roman Polanski’nin en iyi yönetmen ödülünü aldığı Cesar törenini ‘Bravo pedofil!’ diyerek terk eden oyuncu Adele Haenel’i hatırlayanlar salondan bir tepki gelir mi diye bakınır.
Ama törende alan da veren de izleyen de herkes pek mutludur. Ta ki müşteri devreye girene kadar.
Tören güle oynaya sürerken onur ödülüne layık görülen İbrahim Tatlıses’in kadına bakışını ve davranışlarını gözler önüne seren gazete kupürleri sosyal medyada paylaşılmaya başlar…
Mesela “Kadın dediğin dayak da yemeli” sözü hatırlatılır.
Hafızalar tazelenir…
Ve çöpe atılan şampuan şişeleri görüntüleri eşliğinde boykot çağrıları başlar.
Üç gün konuşulur, unutulur mu?
‘Aman canım, üç gün konuşulur unutulur nasıl olsa’ beklentisiyle iletişimde ölü taklidi yapılsa da bu kez pek işe yaramaz.
Ana sorumlu medyanın, yani Hürriyet’in sorumluluk alıp bir açıklama yapması beklentisi hayli düşüktür, o yüzden gözler ana sponsor markaya çevrilir.
Marka ise iki gün süren sessizliğin ardından, tepkiler dinmeyip artınca, “Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak’tan tüm dünyaya selamlar” benzeri bir açıklama yapar (‘Bu ne demek’ diyenler olabilir, bilmeyenler için not düşelim: Cümle, atv’de Esra Erol’un programında eşinin iddialarına karşı yayına bağlanıp ‘alakasız’ bir giriş yapan bir kocadan alıntıdır ve saatler içinde bir fenomene dönüşmüştür).
Marka, özetle ödül sürecine ‘herhangi bir dahiliyet’i olmadığını açıklar. Gerekçesi ‘tarafsızlık ilkesi ve Altın Kelebek seçim geleneğine saygı’dır.
Kadın hakları konusundaki duruşunun ‘gayet açık ve net olduğunu’ savunur.
Kanıt olarak jüri üyelerinin yarısının kadınlardan oluşmasına gösterdiği özeni hatırlatır.
Medya savunması… Niye şimdi?
Bu kez gözler, jüriye çevrilir.
Oyuncular Demet Akbağ, Nurgül Yeşilçay, Hale Soygazi, yönetmen Andaç Haznedaroğlu, popçu İzel ve yapımcı Yağmur Ünal’ın jüri üyesi olarak ödül değerlendirme toplantı fotoğrafları sosyal medyaya düşer ve ‘nasıl’, ‘neden’ soruları bu kez onlara yönelir.
İletişimde ölü taklidi bu kez ‘işte bu jüri’ diyerek işaret edilen üyelere geçer. Bir sessizliğin ardından birkaç kısık ses Yaşam Boyu Onur Ödülü seçimine jürinin karışmadığı söyler. Ama sessiz kalmanın ‘destek’ anlamına geldiği her birinin sosyal medya hesabından hatırlatılır.
Bu arada medya yani Hürriyet, günler sonra aynı zamanda jüri üyesi de olan Orkun Ün’le ses verir, jürinin Yaşam Boyu Onur Ödülü’yle hiçbir ilgisi olmadığını yazar. Halk oylamasında da Yaşam Boyu Onur Ödülü seçeneği yoktur.
Orkun Ün, her ne kadar “Bu bir İbrahim Tatlıses’i savunma yazısı değildir” dese de sıkı bir savunma yapar. Tatlıses’e 2012 Kral TV, 2018 Altın Portakal’da da yaşam boyu onur ödülü verilirken kimsenin sesinin çıkmadığına dikkat çekip, “Neden şimdi?” diye sorar ve neden ‘anlamsız bir linç kampanyası yürütüldüğünü’ bir türlü anlayamadığını ekler.
Jüri değil, sponsor değil, halk değilse peki ‘Bu ödülü kim verdi?’, ‘Kim onayladı?’, ‘Hiç kimsenin mi itirazı olmadı?’ soruları havada asılı kalır. Gerçi arka planda ödül mekanizmalarıyla ilgili bazı ufak tefek dokundurmalar da yapılır.
Hikayeyi yeniden yazmak mümkün mü?
Gelelim hikayenin kıssadan hissesine…
Madem markaların attığı her adım iz bırakıyor ve unutulmuyor…
Madem artık topluma, çevreye duyarlı markalar beklentisi giderek güçleniyor…
O halde sorumluluk almamayı marifet saymak yerine yaratılan hayal kırıklığı nedeniyle üzüntü paylaşılabilse…
‘Yanlış yaptık’ denebilse… Hatta özür dilense…
Ve bundan sonrası için çok daha özenli olunacağına dair söz verilse…
Ve dahi eğer ödül geri çekilmezse sponsorluktan, jüri üyeliğinden çekileceği söylense…
Kadın haklarına destek söylemde kalmayıp eylemle desteklense…
Böylece altına atılan ismin ve markanın daha değerli olması sağlansa…
Bir de bütün bunlar günlerce süren sessizliğin ardından değil, hızlıca, sıcağı sıcağına yapılsa…
Olamaz mı? “Dedim, olabilir.”
Herkes kendi payına düşenle yüzleşebilirse niye olmasın?