
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Arhavi’nin yüksek köylerinden Pilarget’in yukarılarında yürüyorduk geçen gün birkaç arkadaş, yol kenarında şu kayın ağacına rastladık:

Orman Genel Müdürlüğü ağaca plaket çivileyerek işini nasıl bir özenle yaptığını göstermiş. Plakette şu yazıyor:

Ne demek istiyor?
Doğa olmayan bir yerden aldılar da bir ara buraya mı bıraktılar, mesela yol açılırken? Böylece biyolojik çeşitliliği korumayı, ekolojik dengeyi sağlamayı beceremeyen doğaya yardım mı etmişler?
Bu kadar ahmak olabilirler mi? Olabilirler.
“Olağanüstü gayretlerimiz neticesinde ‘Su akar Türk bakar’ sözü tarihe karışmış, bunun yerini ‘Su akar Türk yapar’ sözü almıştır” zihniyetli bir iktidarın sultasındaki ülkede olur bunlar. Suyun ‘öylesine’ akmasını, akmasına ‘izin vermeyi’, akan suya bakmayı ve öylesine akan suya bakan Türk’ü aşağılamak için kullanılıyor bu söz, ama Türk’ün/insanın en güzel hasletlerinden biridir aslında bu. Bakmayıp yapmaya kalktığında ortalığı cehenneme çeviriyor çünkü. Çünkü su öylesine akarken can verir, hayat verir, güzellik saçar. Ama neoliberal akıl su gibi, güzelliği de piyasalaştırır, insanı bütünleyen, vareden, mutlu eden, mest eden bir ihtiyaç olmaktan çıkarır.
Yazanların acımasızlığını, sorumluluğunu taşıdıkları ormanlara nasıl davrandığını gerizekalılara pankart berraklığıyla ortaya koyan plaketteki sözden şu anlam da çıkıyor: Bu ağacı doğaya bağışladık da boynunu vurmadık.
Gözboyama lafı bunlar. Bir ağaç bırakmakla biyolojik çeşitlilik de korunmaz, ekolojik denge de bulunmaz, bunu bilmeyecek ne var. Ağacın yol tarafında kalan kökü parçalanmış, paralanmış.
Bu ağacın biraz aşağısında vadi yamacında en az bu kadar iri iki ağaç daha var, onlar yolda kimsenin karşısına çıkmayacağı için plaketten kurtulmuşlar; tabii biyolojik çeşitliliğe de, ekolojik dengeye de bir katkıları yok!
Pilarget bir orman köyü, çevresi yüce ormanlarla kaplı. 2020’de bu yürüdüğümüz yerlerin daha da yukarılarında dolaşıyorduk üç kişi, burada fotoğrafını gördüğünüzden daha ulu ağaçların doğrandığını görmüştük. Mesela şu kayın:

İşin doğrusu, Arhavi dağlarında orman kırımı var. Birsürü yerde ağaç kesimi için yollar açılmış. Geçen günkü yürüyüşte bu yolların en genişini gördük, yeni açılmış. İşte bunları yapan, yaptıran, izin veren Orman Genel Müdürlüğü bir ağacı kesmediği için böbürleniyor, kendisine minnet duymamızı istiyor. Bu bir caninin dili, ölüm saçıyor.
Tabii, bu orman kırımı ‘kamu yararı’ için. Ama ‘kamu yararı’ terimi de ağaca çakılı plaketteki dille yoğrulmuş; onu da kamuya çiviliyorlar. Eskiden kamu yararı düşünülerek doğayı mahvedecek projelere karşı dava açılırdı, mahkemelerde, bakarsınız, bu doğrultuda karar verebilirdi. Şirketler korkardı bu ‘kamu yararı’ndan, iktidarlar da; başlarının belasıydı. Alaşağı edilmesi, başaşağı edilmesi, sonra da baştacı edilmesi gerekiyordu. Ettiler.
Bilmiyorsanız da bilmelisiniz, Arhavi’nin başında da bir maden belası var, engel olmak için çabalıyoruz. Millete küfreden Mehmet Cengiz’in holdingine bağlı Eti Bakır’ın aldığı maden ihalesinin iptali için Arhavililer dava açmıştı, mahkeme reddetti, şirketin yanında durdu, Arhavililer de temyize gitti. İptal talebimizi Danıştay da reddetti.
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Arhavililerin temyiz başvurusuna karşı bir cevap göndermişti. MAPEG cevabında ‘kamu yararı’nı sadece paraya indirgemiş, öyle ölçüyor. Çıkarılacak madenden şu ya da bu düzenlemeyle birazcık daha fazla pay/para alınırsa kamu yararı da artacaktı. Tabii ‘kamu zararı’ da yine parayla ölçülüyor:
“… ruhsatlardan her yıl ruhsat bedeli alındığından ve rezervin, cevherin üretiminden devlet hakkı alınacağından kamu kaybı söz konusu olmayacaktır.”
MAPEG’in cevabında Anayasa Mahkemesi’nin birkaç kararından da destek alıyor. Anayasa Mahkemesi de kamu yararını paraya vuruyor, piyasalaştırıyor:
“yeraltından çıkarıldığı anda yüzde yüz katma değer yaratması…”
Ya da şu:
“Maden arama işletme faaliyetlerinde bulunulmasında kamu yararının bulunduğu şüphesizdir.”
Şüphe etmeyen bir yüksek mahkeme!
Wendy Brown, Halkın Çözülüşü‘nde, neoliberal rasyonalitenin hukuku nasıl sardığını Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin bir kararı üzerinden dört dörtlük gösteriyordu. O rasyonalite, anlayacağınız, bizim Anayasa Mahkemesi’ni de sarmış.
Şöyle diyor Brown:
“Neoliberal hukuk aklı, sermayenin haklarını güvenceye almak ve rekabeti yapılandırmakla yetinmeyip siyasi hakları, yurttaşlığı ve bizatihi demokrasinin sahasını ekonomik olarak biçimlendirmekte, bunu yaparken demos [halk] fikrinin kendisini dağıtmaktadır.”
Herşeyin, hayatın, siyasetin, doğanın, insanın ekenomikleştirildiği, sermaye haline sokulduğu bir dünyada ‘kamu yararı’ da, ‘kamu zararı’ da böyle ölçülür ama iş bununla kalmaz. Kamunun kendisi de yoğrulur, yeniden tanımlanır, gerekirse yoksayılır. Türkiye’nin dört bir köşesinde insanlar madenlere karşı ayakta, yani öbek öbek ‘kamu’lar devlete, maden şirketlerine itiraz ediyor, iktidara isyan ediyor. Kısacası, iktidar ve yargı ‘kamu’yu, halkın haklarını yoksayıyor. Daha doğrusu, kamuyu halktan, insanlardan tamamen koparıyor, bunu da ‘kamu yararı’nı kamudan tamamen kopararak yapıyor. Elde soyut bir kamu ve paraya vurulabilecek kadar somut bir kamu yararı kalıyor.
Halbuki kamu bir müşterek varoluştur, mesele halkın kendi hayatına, sorunlarına ve çözümlerine sahip çıkmasıdır. Demokrasinin tahayyülü, vaadi budur zaten: halk iktidarı. Kamuyu ortadan kaldırdınız mı, halk gibi bu tahayyül de buharlaşır.
İşte şimdi Ege’de, Akdeniz’de, İç Anadolu’da, Karadeniz’de gördüğümüz direnişler sadece madenlere karşı çıkışın değil, halkı, kamuyu canlı tutma, yaşatma, kendi kaderine sahip çıkma hamleleridir. Can havliyle yapılan eylemlerdir.
Yine de ‘kamu yararı’ terimi, parayla da ölçülse, engel/geciktirici olarak görülüyordu maden şirketleri tarafından. Dolayısıyla icabına bakılması gerekiyordu. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in meşhur ve meşum Orta Vadeli Program‘ı icabına nasıl bakılacağını söylemişti:
“Maden arama faaliyetleri mevzuatta kamu yararına faaliyet olarak tanımlanacak…”
Geçen ay Meclis’ten geçen yeni maden yasasıyla bu söz tutuldu. Yeni yasa, bütün Türkiye coğrafyası, doğası üzerinde MAPEG sultası kuruyor, MAPEG’i de maden şirketlerinin hizmetkarı kılıyor. Heryer madene kurban edilebilir artık. İzin verilemeyecek özel alanlarda bile engel ‘üstün kamu yararı’yla şöyle aşılıyor:
“… ilgili kurum tarafından IV. Grup ile stratejik veya kritik madenlere izin verilmeyen hâllerde; (…) izin hakkında nihai karar, üstün kamu yararı çerçevesinde Kurul tarafından verilir.”
Kurul da neyin nesi, diyeceksiniz. Şunun şusu:
“Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen Cumhurbaşkanı yardımcısının başkanlığında; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Hazine ve Maliye Bakanı, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ile izinler hakkında karar vermeye yetkili bakanlıkların bakanlarından oluşan, çalışma usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenen kurul.”
Sizce bu kuruldan ‘üstün kamu yararı’ dışında bir karar çıkabilir mi? İşte bir zamanlar baş belası olan ‘kamu yararı’ böylece baştacı edilmiş oldu.
OYUN
9 harfli kelimeyi bulun. Ben ayrıca 14 tane 6 harfli, 6 tane de 7 harfli kelime buldum.
