“Sıcak para” gelmez olunca, çare, nas denip yürütülen “düşük faiz” politikasıyla yatırımları teşvik edip piyasaları canlandırmada arandı; TL 2022’de yüzde 10 değerlense bile, düşük ücret/ucuz iş gücü baskılamasıyla ihracat artırılmaya çalışıldı. “Ekonomistim” diyen Erdoğan adını “Faiz sebep, enflasyon neticedir” taktı.
Sorun nas falan değildi. Yük işçi sınıfıyla küçük üretici köylüye yıkıldı. Emekten ve tarımdan büyük sermayeye ve tabii ki rejime kaynak transfer edildi. Olan, bu iki üretici güce oldu! Ve doğal sonuç olarak enflasyon azdırıldı.
Böyle süremezdi. Sürdürülemedi. Seçim ekonomisi izlenen seçimlerin hemen ardından yana yakıla ekonominin başına M. Şimşek davet edildi. “Londra tefecileri”nin kıdemli yöneticilerinden ve Kemal Derviş türü güvenilir adamlarından olan Şimşek aracılığıyla uluslararası mali sermayeyle yakınlık ve borç arandı.
Vurgusu, “rasyonel ekonomi politikalar”dı: “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” dedi, “kurala dayalı ekonomi” ve “makro finansal istikrar” sözünü etti. Artık Türkiye, kendisi ortada görünmeyen IMF adına yönetilecekti. Şimşek, ABD’den MB’nin başına getirdiği Gaye Erkan’la birlikte faizi yükseltmeye girişti. Nas sorunu aşılmıştı!
Enflasyonu dizginleme gerekçesiyle izlemekte olduğu sıkı para politikasına 31 Mart sonrası tam gaz verecek olan Şimşek zamlarda sınır tanımazken, ücretleri enflasyonun başlıca etkeni ilan etti. Vergiler ve gıda, ulaşım, enerji/ısınma, kira gibi temel geçim harcamaları almış başını gitmekteydi, ama beyefendi ısrarlıydı; ücretler artmayacaktı!
Yük, tıpkı nas döneminde olduğu gibi, yine ücretli emeğin sırtına yıkılmaktaydı. Bir de üretici köylünün.