HİLAL SARI
hilalsari@diken.com.tr
@hilalsaridiken
Dijitalleşme ile televizyonlar, gazeteler ve dergiler bir bir kapanırken mizah da bundan payını aldı ve Türk mizahının eşsiz dergileri bir bir kapandı ya da kapanmasa da can çekişiyor. Fakat bu dijital rüzgarı ardına alıp yükselen isimler de var. Çubuk Animasyon onlardan biri.
Daha önce Uykusuz, Leman, Penguen, OT, Karakarga gibi mizah dergilerinde çizen “Güven (Bilge), Emir (Sağlam) ve Mert‘in (Dolapçıoğlu) çizdiği şeyler” Çubuk Animasyon. ‘Mizah 4.0’ın temsilcileri’ diyorum ben onlara. Mecraları internet/sosyal medya. Mizahseverin akıllı telefona geçtiği bir dönemde hem biçim olarak karikatürden animasyona geçtiler hem de ürün yerleştirme de yaptıkları animasyonlarını paylaştıkları Instagram hesaplarında 200 bin takipçiye koşuyorlar. Bu söyleşiyi yaptığımız Kurban Bayramı haftasında 178 bindelerdi. Şimdi 191 bindeler. Dijital dalgayla mizah işini Türkiye’de daha önce yapılmamış bir boyuta çekiyorlar.
Beyaz yakanın ofis ‘neşesi’nden Kaz Dağları’ndaki ağaç katliamına, annelerin whatsapp kullanamayışından, dis atan rapçilere ve tükenmişlik sendromu yaşayan tatilcilere gündemdeki birçok gelişme Çubuk Animasyon’un mizahına konu olabiliyor.
Ürün yerleştirme ile bu işten para kazanmaya da başladılar. Markalar karikatürlerin içinde yer alarak ya da ürünlerine özel ama Çubuk Animasyon’un değişiyle “ısmarlama olmayan” içeriklerle hedef kitlelerine ulaşıyor.
İlk zamanlarından beri takip ediyorum Çubuk Animasyon’u. Mert’i birkaç yıl önce, Çubuk Animasyon’un ilk on takipçisinden biriyken bir şehir hatları vapurunda görüp yanına gitmiş, “Merhaba ben sizin hayranınızım” demiştim, şaşırmıştı, liseye gidiyordu o dönemde daha. Diken için yaptığımız keyifli söyleşide Çubuk Animasyon çizerleriyle hikayelerini, yaptıkları işi ve dijitalleşmeyle evrilen Mizah 4.0’ı konuştuk.
Güven, Emir ve Mert, üçünüz nereden tanışıyorsunuz?
Emir (27) : Güven (34) ve Mert (22), daha önce Uykusuz Amatör’den tanışıyor. Üçümüz Leman’da çizerken yakınlaştık, bir daha da kopmadık. Mert 13 yaşındaydı o zaman, Leman’a otobüsle gidip geliyordu. Mert’in 13 yaşında köşesi vardı Leman’da. Pazar günleri sabahlıyorduk ama Mert pazar akşam saat 10’a kadar dergideki köşesini çizip bitiriyordu. Sonra eve gidiyordu ve “Ben eve geldim abi” diye bizi arayıp haber veriyordu. Leman’dan sonra Güven OT’a geçti. Ben bir süre çizmedim, Mert, Leman’da devam etti. Sonra tekrar Penguen’de bir araya geldik ama arayı hiç açmadık bu süreçte. Penguen’den sonra bir dönem üçümüz birlikte Karakarga’da çizdik. Karakarga kapanınca Mert’le birlikte Penguen’e geçtim. Güven de o süreçte Leman’da çizdi tekrar.
Güven: Hatırlıyorum, Mert’e Uykusuz Amatör’de Otisabi bakmıştı ilk. Mert’i görenler dolgun yanaklı falan bir çocuk olduğunu görünce “Ne oluyor ya?” oluyorlardı. Komikti de Mert’in çizdikleri. Geçen en eski Facebook mesajlaşmalarımıza dönüp baktık ve güldük. Bende kalan çizimlerimden hediye etmiştim Mert’e. Daha sonra facebook duvarıma ‘Hediye ettiğin çizimler için teşekkür ederim Güven abi’ yazmış.
‘Mizah işine dergiciliğin öldüğü bir dönemde girdik’
Mizahın zorlandığı bir dönemde bu işe girmeniz sizi zorladı mı?
Emir: Şanssızlığımız biraz mizah dergiciliğinin öldüğü bir dönemde bu işe girmemiz oldu. Hatta Selçuk Erdem demişti “Sizin şanssızlığınız bu, bir on yıl önce girseydiniz bu işe, belki birşeyler olurdu sizin için dergi anlamında”. Dergiler için haklı bir yorum olabilir bu.
Çubuk Animasyon’un hikayesi nasıl başladı?
Güven: Mert’le bir gün konuşurken ‘Motion comic diye birşey var, keşke biz de burada yapsak’ demiştim. Emir’e de dedim, ‘Böyle birşey var, yapabilir miyiz?’ Emir de dedi ki ‘Yaparız’. Animasyonlar için ÇUBUK YouTube kanalını açtık.
Emir: Çubuk’a 3 sene önce başladık. Mert tam o zaman çalıştığımız derginin kapanmasına yakın ‘Çubuk Fanzin’i yapmaya başladı. Not defterine bir şeyler karalıyordu, fanzinin adının ne olacağını düşünürken ‘Ne olsun adı’ dedi, o sırada çubuk kraker yiyorduk ve kendi köşemi çiziyordum. Biraz da geçiştirmek için ‘Çubuk olsun’ demiştim. Birkaç sayı kağıt olarak fanzin de çıkardık. Bir hesap açalım Çubuk Fanzin için dedik.
Güven: İlk Instagram’dan bir hesap açtık. Sadece fanzin çizimlerini paylaşarak başlamıştık. Saçma saçma çizimler paylaşıyorduk başlangıçta.
Emir: Eskiz defterimiz gibiydi başlarda. Sonra animasyon yapma fikri çıktı. İlk ‘Büyük Usta’ sonra da ‘Jürgen‘. Sonra Twitter hesabımızdan yaptığımız ‘Ben hiç Türk dizisi izleyemiyorum ya’ paylaşımı patlattı aslında olayı.
Büyük Usta ilk animasyonunuz. Sektöre bir gönderme var mı burada? Ölen bir ustayı çizmişsiniz bu animasyonda.
Güven: Böyle bir gayemiz yoktu. “Sektöre gönderme yapalım hadi” diye çizdiğimiz şeyler değil. Günlük muhabbetin bunlardan oluşunca öyle çıkıyor.
Markalar animasyonlarına ürün yerleştirmeye başladı
Dergi değilsiniz, basılı yayın değilsiniz, nasıl para kazanıyorsunuz? Raftan dergi almayı kesti okuyucu ama sosyal medya bedava. Markalar Çubuk Animasyon’a gelmeye başladı mı? Nasıl olacak?
Güven: Sanatsal üretim internete geçti, çünkü para internete geçti. Sanat parayı, para sanatı takip ediyor. Medici’lerden beri bu böyle. Sosyal medyada okurun tükettiği içerik bedava ama mizahsever cep telefonu satın alarak, internet aboneliği alarak, GSM operatörlerine para ödeyerek ulaşıyor aslında bize. Reklam harcamaları sosyal medyaya kaydığı için – reklam alan gazete ve dergiler battı, mizah dergileri mi batmayacak – biz de bu uyumu sağladık. Ekonomik düzen de şuna evrildi, şirketler de kendilerini göstermek için buraya evrildi ve reklam algısı değişti. Artık o MadMen dizilerindeki reklam dünyası yok. ‘Güzel bir slogan buldum’dan daha değişik bir şey reklam artık. İnsanların cep telefonlarıyla kurduğu ilişki televizyon ya da gazeteyle kurduğu ilişkiden çok başka bir ilişki çünkü.
‘Influencer’ pazarlamanın bir mecrası haline geldi
Cep telefonlarındaki karakterleri, çizgi olsun ya da olmasın, arkadaşı olarak görüyor kullanıcılar. Çünkü sinema beraber tüketilen birşeydi, televizyon da öyleydi. Ama cep telefonu çok bireysel olarak tüketilen bir içeriğe sahip. Ancak arkadaşına “Bak ne var’ diye gönderiyorsun. Ama telefon ekranının teması kişisel, bireysel hatta kulaklıkla tamamen izole bir ilişki.. Firmalar da buna dönmeye başladı. Kimsenin sağlayamadığı bir iletişim, akıllı telefonların yaptığı. Bunun reklam yöntemleri de başka. O yüzden ‘influencer marketing‘ denilen bir pazarlama trendi var ve bizim de hedef kitlemiz, iletişim kurduğumuz mecra ve mizahın kullanıcıyla kurduğu yakın iletişim sebebiyle bir reklam mecrası olarak değerlendirilmemiz doğal. Birkaç markayla işbirliği yaptık şimdiye kadar. Markaların çalıştığı ajanslar bizimle irtibata geçiyor genelde. Biz de mizahtan para kazanmak istediğimiz için, mizahi kimliğimizi koruyarak, bu tür işbirliklerine açığız. “Alın bunu kullanın” diye espiri yapmıyoruz tabii ki, ama zaten iyi bir espiri yaptığımızda, kendi espirimizi yaptığımızda bu çalıştığımız markalara da yarıyor.
‘Motion Comic ‘ formatında başladınız aslında. Şimdi animasyon diyoruz. Yaptığınız işin biçiminden bahsedebilir misiniz biraz?
Şimdi biraz dağınık anlatacağım, mesela ‘Nerede o eski tweetler’ diye hesap var. Bir şeyin sanat olduğuna üzerinden zaman geçince karar veriliyor. Rembrandt portreleri çizerken ihtiyaçtan çiziyordu, zenginler “Bizim portremizi çiz” diyordu, Rembrandt da çiziyordu. Bir nevi fotoğraf çektiriyordu bu insanlar. ‘Nerede o eski tweetler’ de ona benziyor. Çünkü o 140 karakter belki bir sanat formu artık. Tüm formlar sanat olabilir. Ama bir de para etmesi gerekiyor. Yaşarken satmasa da, Van Gogh’un hayatında olduğu gibi, ölünce sanatlaşıyor.
‘Bizim mecramız cep telefonu ekranı’
Bizim mecramız, yaptığımız işin yer aldığı mecra cep telefonu ekranı. Oyun alanımız o. Dergi için çizilmiş, ya da dergi formatına göre çizilmiş işleri paylaşmaktansa, ‘buraya uygun ne yapabiliriz’i düşündük . Mesela sosyal medya platformlarının görüntü formatı çoğunlukla kare, dikdörtgen de olabiliyor ama o zaman görüntü ölüyor altında ve üstündeki yazılarla. Zamanlaması var, iki saniyeyi boşa geçirdiğinde okur ekranı kaydırıyor. ‘Tatil neşesi’ animasyonu o yüzden çok sükse yarattı. (Videonun ardından “Al noldu al” Twitter’da ses getirdi, getirmeye de devam ediyor) Tek bir boş anı yok, özellikle dikkat ettik mesela. Bu tip şeylere dikkat ediyoruz yani.
Biri inşaat mühendisi, biri görsel tasarımcı, biri üniversite terk
Her ne kadar markalar Çubuk Animasyon’a iletişime geçmeye başlamış olsa da, ivmenin başındalar daha bu nedenle de hepsinin kendi işleri var. Güven aslen inşaat mühendisi. Kısa bir süre de bu mesleği gerçekten yapmış. Şu anda çizerliğinin dışında, günlük bir gazetenin sayfa tasarımı, grafik ve görsellerini yapıyor. Emir ise freelance olarak görsel tasarım işleri yapıyor. Mert, üniversite terk 🙂 Sinema okurken okulu çok ikna edici bulmadığı için yarım bırakmış, tüm zamanını Çubuk Animasyon’a ve kendi hesabına veriyor. Kendi hesabında paylaştığı pastel boyayla yaptığı karakterler de ayrıca çok meşhur. Mizahın ‘milenyum hali’. Mert’in interaktif “Tag your xxxx Friend” (arkadaşını etiketle) serisi özellikle genç sosyal medya kullanıcıları arasında büyük ilgi görüyor. Her post onbinlerce ‘like’ ve yüzlerce yorum alıyor.
‘Mizah dünyasından henüz bir dönüş almadık’
İnteraktif de bir iş yapıyorsunuz, takipçileriniz sizinle kolektif mizah yapıyor – özellikle de çizmesi nispeten kolay olan ‘Kukiler’ karakter dizisiyle. Tepkiler nasıl mizah dünyasından?
Mert: Yaptığımız iş şimdilik mizah dünyasında desteklenmiyor.
Emir: Düşmanımız çok. (Gülüyor)
Güven: Biraz mesafeliler şimdilik. Eskiden birlikte çizdiğimiz isimlerden “Aa ne güzel bir iş yaptınız, nasıl oldu bu iş” minvalinde bir dönüş almadık. Şimdilik yokmuşuz gibi davranılıyor.
Normal hayatta da insanları güldürmeyi sever misiniz?
Emir: Benim içgüdüm bu işi yaparken o. Çok severim birilerini güldürmeyi, Mert de öyledir.
Güven: Güldürünce tabii mutlu oluyorsun da, bir ‘kendini sevdirme’ metodu olabilir.
‘Mizah dergilerine eski bir arkadaşa bakar gibi bakıyorum’
Kimleri takip ediyorsunuz? Büfelerden geçiyorken kapaklara bakıyor musunuz?
Mert: Ahmet Yılmaz, Uğur Gürsoy’u çok seviyorum. Uğur Gürsoy’un leblebili espirisine hala gülüyorum. Eski bir arkadaşa bakar gibi bakıyorum. Bize işi öğrettiler ama malesef dosthane bir ilişki olmadığını gördüm. Usta dediğimiz insanlarla da bağımız koptu. Öbür türlüsünü yapamadığımız, yapmamıza fırsat verilmediği için aslında bir yerde mecra değiştirdik. Şu an düzenli takip ettiğim bir isim yok. Bugün ne yapmış diye baktığım yok. Emrah Ablak dışında sosyal medya için çizen yok. Diğerleri dergide çizdiklerini sosyal medyada paylaşıyorlar çoğunlukla.
Güven: Tabii üzerimizde emeği olan insanlar da var. Ama hayat herkesi bir yerlere atıyor ve bizi de bir yerlere attı ve durduk.
‘Dergilerde özgür olsaydık belki Çubuk Animasyon hiç doğmayacaktı’
Emir: Mizah dergilerinin çizer yetiştirmek gibi bir misyonu vardı. Son yıllarda maalesef usta-çıraklık ilişkisi pek kalmadı. Eskizlediğin espriyi ‘bu olur, bu olmaz, bu espri değil’ diye eleştiren editörler bizi biraz soğuttu açıkçası. Belki de tavrımız biraz antipatik geldi onlara – belli başlı kişilere – ve biz de kendi yolumuzu bulmak zorunda kaldık. Umut Sarıkaya dergi çıkarınca gidip alıyorum ama. Kemal Aratan çok etkilendiğim bir isim. Hala açar kitabını okurum. Aynı şekilde Galip Tekin, Suat Gönülay. (Güven ekleme yapıyor: Kaan Ertem) Evet, Kaan Ertem. Bunlar klasikler gibi, açıp tekrar tekrar bakarız.
Güven: Ahmet Yılmaz’ı takip ederim. Umut Sarıkaya birşey çizerse ona bakıyorum. Elbette görüyorsun, ama dergi almıyorum. Öldüler zaten. Üç dört adam var, Ahmet Yılmaz, Selçuk Erdem, Yiğit Özgür. Umut Sarıkaya da zaten Ahmet Yılmaz okulundan. Bu üçü ekol çizerler, kendilerine benzeyen diğer çizerler var. Leman Amatör’e gittiğimde 15 yaşımda, herkes Ahmet Yılmaz gibi çiziyordu, onun gibi espiriler yapıyordu. Kutsal Damacana’nın da yazarıdır Ahmet Yılmaz. Çok da sevdiğim bir film, artık çekilmiyor öyle şeyler. Zamanında işportacılık da yapmış bir adam Ahmet Yılmaz. Dergiye gelirdi ve başında dururdu çizdiğin karikatüre bakardı. Konuşma balonu için bir şeyler söylerdi, ama o kadar güzel laflar vardı ki haznesinde, inanılmaz bir jargon. Ondaki durum gerçekten yok kimsede, başka bir durumdu. Ahmet Yılmaz, Behiç Pek, Kemal Aratan gibi efsaneleri tanımış olmaktan çok mutluyum o yüzden.
‘Komedyen / mizahçı mayın eşeği gibi olmalı’
Kadın çizer niye çok yok?
Güven: Bunun birden fazla yanıtı var bence, kadınların genel hayatın her alanında maruz kaldığı ayrımcılığın bir uzantısı olabilir bu. Bir de erkeğin doğadaki tavuskuşu görevi, kendini onaylatmak, beğendirmek. Böyle evrimleşmiş bir süreç var ve erkek kendini göstermek için espri yapıyor diye düşünebiliriz. Bir de şahsi fikrim, komedyen kendini riske atan, çizgiyi geçen, ‘mayın eşeği’ gibi bir insan olmalı. Eşeği mayınlı alana salarlar, mayınları patlatır, kendi de ölür, ama diğer insanlar ‘Aa burada mayın varmış’ der. Yaptığı esprilerle kendisi bir figür olarak ortaya çıkarak girilemeyen konuların elektriğini alır yani. Bunu savunduğum için söylemiyorum ama gördüğümüz kadınlara genelde bu rol yakıştırılmıyor nedense. Dizilerde, filmlerde başarılı, lider ruhlu kadınları tasvir ederken erkeksi özellikler ekleniyor genelde. Kısa saç, acımasız duruş tavır falan. Ya da bir yandan ‘güzel ol’ baskısı. Geçen televizyonda burun deliğini küçük gösterme makyajı vardı. Tabi benim bir erkek olarak verebileceğim cevap bu kadar.
Mert: Ama Göksu Gül bence tek kare espirilerinde kadın çizerler arasından sıyrılmıştı. Sadece kadın meselesiyle değil erkek mizahçılar gibi normal günlük olaylara ilişkin espiriler de yapıyordu. İltem Dilek de keza öyle.
Türkiye’de şu anda yapılan mizah hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de iş yapan kimse, işiyle alakalı farkındalığa sahip değil. İşin biçimi var, hikayeyi nasıl aktardığınız önemli. Mizahçılarda da aynı durum var. Çizer de ne yaptığının farkında değil. Karikatür ne demek, çizgi roman ne demek, nasıl imkanları var, çizgi romanda nasıl bir etki yaratıyorsun karşındakinde? Çizgi roman başka bir format aslında, mekan düzenlemesidir o. Bizde dergi çizerleri çoğunlukla dergideki işlerini kitap yapıyor. O yüzden çizgi roman biraz ikinci plana atılmış oldu. Ama son zamanlarda yabancı yayınlarla birlikte de yine bir meraklısı oluştu. Biz de basılı yayın için bir format düşünüyoruz şu an. Çizgi roman değil biraz daha farklı bir format olacak muhtemelen…
Dergi diye format çıkartıyorsun örneğin, nasıl olur, 16 sayfa olur, ikinci üçüncü sayfada ‘şunlar şunlar’ olur. Birisi düşünmüş zamanında bunu ve yıllarca da aynısı yapıldı. Mert’in kendi hesabında yaptığı kendi mecrasında? Mert’in yaptığı iş, o sade tipler, tam bu çağın işi. Sanatsal bir form bence Mert’in işi.
‘Güzelleme yaparak Türkiye’de basılı mizahı dirilmemek üzere bitirdiler’
Türk mizahının zor dönemi sadece dijitalleşme mi?
Basılı yayın olarak konuşacaksak, mizah dergileri yerini edebiyat dergilerine bıraktı. Bu edebiyat dergileri doğası gereği güzelleme yapan yayınlar. Fakat mizah yapıyorsanız güzelleme yapamazsınız. Mizahta sevdikleriniz hakkında da espri yaparsınız.
Biz aslında en temele dönüp “ne yapılabilir” diye sorduk. Bizim yaşımızdaki çizerlerle konuşuyorduk, diyor ki “Dergide Pucca’yla röportaj mı yapsak“. Geç abi, sen kendi çizdiğine güvenmiyorsan Pucca seni kurtaramaz. Biz dedik ki, “Çizer insanız, saygı duyduğumuz büyüklere soralım, mizah dergisinden gelen de bir formasyonumuz, çalışma tempomuz var”. O yüzden diğer animasyonlara benzemiyoruz, yeni yeni animasyon yapanlar da var. Biz gerçekten olay anlatıyoruz, her seferinde bir öykümüz oluyor. Çalışkanız da.
Bir animasyon için kaç gününüz gidiyor? Fikri bulması ne kadar sürüyor?
Değişiyor, bir günde de yaparsın, ama dört günde yaptığımız da oluyor. ‘Ofis neşesi’ dört gün sürdü. Fikir şöyle geliyor, …. geldi. O kadar. Sonra yaparken çeşitlendiriyorsun.
Hedef kitleniz var mı?
Emir: İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyükşehirlerde yaşayan, akıllı telefonu olan, para harcayan eğitimli bir kitle. Yaşta üst sınır yok, 15 yaş ve üzeri. Ama tam bir hedef kitle tanımı yapacak olursak şu anda internete yön veren genç kitle diyebiliriz. Rapçiler birbirlerine diss atıyor mesela, normalde Güven yaşında birinin bundan haberi olmaz, ama gençler bunu gündem yapıyor.
Güven: Hedef kitle belki belirlemek lazım da, işimiz komiklik olunca, beslendiğimiz alan kendi hayatımız. Ben ne yaparsam komik olur, kendi hayatımı kendi deneyimimi anlatırsam. Zaten bu insanlarla birlikte yaşadığımız için konular hedef kitlemizin hayatından çok da farklı değil. Emir biraz daha ‘kamuoyunun nabzını’ yoklayan tarafımız. Dün hatta böyle bir konu oldu, ne müzik koysak diye düşündük. Ben Ali Rıza Binboğa’nın şarkısını seçtim ‘Kukiler’ için. Emir “Nilüfer’den şu vurucu şarkı olsun” dedi, ama insanların bilmediği bir şeyi göstermek istedik.
Herkes kendi işinde ne istiyorsa onu yapıyor. Ego diye birşey var. Fikirlerimizi söylüyoruz, ‘Şöyle şöyle yaparsan şöyle şöyle olur’, diyoruz. Ama iş hangimizinse, o son kararı veriyor.
Metropol mizahı besliyor mu? Kırsaldan da mizah yapılabilir mi?
Güven: Belki şehir yaşamı done bulmak açısından daha zengindir ama insan ilişkilerindeki ya da insanın kendi zihnindeki karşıtlıklar her yerde var. İster köyde yap, ister uzayda, ister yerin altında, ister suyun dibinde. Olay ‘arketip’te. Köyde GırGır okuyup gönderen vardı. Feyhan Güver vardı mesela o da köyde yaşıyordu. Örneğin Çubuk Animasyon’un ‘Kukiler‘i o kadar sade ki, o karakterleri hayatındaki her mevzuya adapte edebilirsin. Aşk ilişkisini de oturtabilirsin Kuki’lere, Kaz Dağları’nı da. Köyde de yaşasan ‘Keçi beni boynuzladı’ diye espri yaparsın ama onu okuyan patronuyla ilişkisini de görebilir orda. Öte yandan köyde yaşadığınızda geniş bir kitle tarafından dikkate alınmak o kadar kolay olmayabilir. Fakat internetin bu engelleri aştığını düşünüyorum.
Çizgiyle ne zamandır tanışıksınız?
Güven: Kendimi bildim bileli sanırım. Küçükken Tommis Texas okuyordum, kendim çizmeye çalışıyordum Tommiks, Teksas, Zorro, Superman çiziyordum defterlere. Okumayı öğrendikten sonra 15 yaşındaki kuzenim sayesinde mizah dergisi okumaya başladım. Sonra karikatür de çizmeye başladım, defterler dolduruyordum. Ben bunun bir işe döneceğini düşünmüyordum o zaman. Süleyman Turan’ın çizdiği romantik bantlar vardı gazetelerde. Bir bant altında da yazılar, ben niyeyse onları çok seviyordum “Keşke ben de bunları yapsam” diyordum. İlk çizgiyi görmem o diyebilirim. Karamurat’ın isim haklarını alamadıklarından dolayı adı değiştirilmiş Abdullah Turan’ın çizdiği bir ‘Burakbey’ diye Sabah’ta bir bant vardı. Sırf onun için Sabah Gazetesi alıyordum.
Emir: Güven çocukken bir çizgi roman çizmiş, gördüm çok iyi. On yaşındayken falan yapmış bunu.
Mert: Çizgi ile televizyonda izlediğim çizgi filmler ile tanıştım. Daha sonra internette karikatürlere denk gelmeye başladım küçük yaşlarda. Son olarak da dergilerle tanışıp iyice yüklendim karikatüre.
Emir: Ben 14 yaşında mizah dergileriyle tanıştım. Ersin Karabulut, Sandık İçi köşesinde dergi içi muhabbetlere çok sık yer verirdi, ben de hep ordaki ortama özenirdim “Ne güzel çok eğlenerek sevdikleri işi yapıyorlar”’ diye. Dergideki sevdiğim çizerleri taklit ederek çizmeye başladım. Mizah dergileriyle tanışana kadar bir şeyler çizmek gibi bir merakım hiç yoktu. Umarım biz de bu işi yapmak isteyen genç arkadaşlara iyi örnek oluruz.
Aileleriniz ne düşünüyor?
Güven: Bana hiç karışmadılar. Ben inşaat mühendisliği okuduğum için, okulda da sorun yaşamadığımdan ve derslerim iyi olduğundan çizerliğim bir konu olmadı. Ailem çizerliğimi hiç hayatımı engelleyecek bir durum olarak görmedi. İstanbul’a gelme sebebim de sadece çizer olmaktı. Hep İstanbul’daki bölümleri yazmıştım.
Mert: Benim annem kaygılandı çok küçük başladığım için. “Bu çocuğun mesleği ne olacak ya?” diye düşünüyordu. Kaygılandı da şimdi biraz daha rahat belli bir kitleye ulaştığım için. Destekliyordu ama eminim içinden “Ne yapıyor bu çocuk?” diyordu. “Altın bir bileziği olsun” derler ya, orada emin değillerdi. Hayalim tamamen bu işten geçinebilmek ve kendi hayallerimizi gerçekleştirmek. Zorunda olursam her alanda, her yerde çalışırım. Ama küçük yaştan itibaren bir mücadeleye girmişim, ne kadar sürdürebileceğim, görmek istiyorum. Çünkü pes etmek gibi olur diye düşünüyorum.
‘Çizmeye başladığım Lise 1’de sınıfta kaldım’
Emir: Bende de babam endişeleniyordu çok. “Bu işler olmaz oğlum, kendine başka bir iş bul” diyordu. Lise 1’de sırf bu yüzden kaldım. Tam 14 yaşımda çizmeye başlamıştım, o sene sınıfta kaldım. Ama dergide karikatürüm çıkmıştı o yıl. Penguen Amatör’e gidiyordum. Lise sona doğru yine Leman’a falan gidiyorum. Üniversitede görsel iletişim tasarımı seçeyim bari dedim mizah dergilerinde grafik yaparım diye. Bir süre sonra Penguen’de hem çizerlik hem grafikerlik yapmaya başladım. Güven’le Mert’in çizimlerini ben renkliyordum. Ama planımız Mert’in dediği gibi bağımsız şekilde kendi işimizi yapmak.