
MURAT SEVİNÇ
‘Gezi’ parkı ve park forumları, geleceğin yönetim şeklidir, tercihidir, üslubudur! O park forumlarına bir kez tanık olan, artık tek sesliliği kabullenemez. Kabullenmeme, başka bir dünyanın mümkün olabileceği tahayyülü, biraz da ‘tanıklıkla’ ilgili. Duymakla, görmekle, yaşamakla, dâhil edilmekle, dâhil olmakla, karşılaşmakla…
Ne olmuştu forumlarda? Birbirine benzemez, muhtemelen farklı siyasi görüşte ve muhtelif partilere oy veren on binlerce yurttaş, o farklılıkların birbirinin gözünü oymadan yaşayabileceğini, konuşabileceğini göstermiş; kendi yarattıkları tarihe tanıklık etmenin, yeni bir sözün sahibi olabilmenin mutluluğunu yaşamıştı.
Mikrofonu eline alan önerisini sunup derdini anlattı. Tanık olduğum bir forumda, biri eline mikrofon aldı ve mealen, “İlk kez bir topluluğun karşısında bir şeyler söylüyorum, siz dinliyorsunuz ve çok heyecanlıyım” diyerek yerine oturdu! Tuhaf görünen bu davranış bir şey söylemiyor mu?
Herkes insan muamelesi görmek ister, herkes sesi duyulsun ister, herkes ciddiye alınmak ister, herkes olup bitenin bir parçası olmak ister. Yıllarca derslerde, o dersin belli bir süresini öğrenciye ayırıp konuşmalarını sağladım. Ne isterlerse, sınır yoktu. Tek koşul, ırkçılığa, şiddete, ölüme çağrı yapan bir dil kullanmamalarıydı. Birbirlerine taban tabana zıt şeyler söylediler. Hiçbiri durumdan şikayetçi olmadı. İnsanın, insan ve yurttaş olduğunu fark etmesinin başka yolu yok. Varsa da, benim bildiğim buydu.
Mesele, yaşamın her alanında ve anında hiyerarşiyi dışlayan, olabildiğince eşitlikçi bir dil kurmak ve kullanmakta. Öncelikle eşitliğin anlamını ve değerini kavrayabilmekte. Ezcümle, Türkiye’de bugüne dek ne yapıldıysa onun tersini yapmaya çabalamakta!
Her bir yurttaşı, kendilerini yönetmeye talip olanların onlarla eşit yurttaşlar olduğuna ve rızaları olmadığında, onların yapmaya çalıştığının anlamını tümüyle yitireceğine ikna etmek gerekiyor.
Karnından konuşmayan, düşüncesini özgürce dile getirebilen, sözlerinden endişe duymayan yurttaş. Mide bulandırıcı sahtekarlık ve riyakarlık hikayelerine son vermenin de, bir yandan çok insani diğer yandan insana hiç yakışmayan ‘korku’ ile mücadelenin de başka yolu yok. Düşünce/ifade özgürlüğü, eşitlik ideali dahil tüm mücadelelerin temelinde yer alıyor.
O olmadığında, anayasalarda yer alan haşmetli temel hak ve özgürlükler listesinin hiçbir değeri ve anlamı kalmıyor. Haysiyetli yaşam, ancak düşüncenin özgürlüğüyle mümkün. Korkmamakla mümkün. Korkuya neden olan koşulların dönüştürülmesiyle mümkün. Dinmeyen korkunun, giderek alçalan ve kötücülleşen insan ve toplum dışında sonucu olmaz, olmadı. Koskoca bir tarih var önümüzde.
Bu yüzden her barışçıl yürüyüş, her toplantı, her protesto, her yurttaş katılımı ‘sağlık’ belirtisi. Yurttaş ve toplum için. Her söz verme, her dinleme değerli. Avukatların yürüyüşü çok önemli. HDP’lilerin yürüyüşü çok önemli. Adalet Yürüyüşü çok önemliydi. Yürümek isteyenlerin, protestoların engellenmeye çalışılması ise gülünç kuşkusuz. Telaşın nedenlerini biliyoruz, uzatmanın anlamı yok.
Hiyerarşinin dışlanması gereği, özellikle vurgulanmalı. Kibirli bir dinlemeden, bahşedilen zaman dilimlerinden söz etmiyorum. Örneğin Adalet Yürüyüşü bu bakımdan da idealdi. Afra tafra, yüksek kürsüler, laf ebeliği yoktu. Aynı zeminde, giderek çoğalarak yürüdü insanlar.
Ne yazık ki bir iki açık hava toplantısı ve kurultayıyla yetinildi o yürüyüşün sonrasında. Oysa dağ köylerine gitmeliydi vekiller ve diğerleri. Kendilerine hiç oy vermeyen yörelerin kahvesine gidip “Neden” sorusunu yöneltmeliydiler. Sokağa, mahalleye, evlere, ara sokaklardaki dükkânlara taşınmalıydı yurttaşla ilişki biçimi. Siyaset, parlamento çatısı altına, yani en ‘mümkün olmayan yere’ hapsedilmemeliydi.
Siyasetçiler, karşısındakilerin yalnızca oy deposu değil; derdi, tasası, hayalleri, kızgınlıkları, talepleri olan kanlı canlı insanlar olduğunu fark etmeli. Kendilerini siyaset esnafı görmek yerine, siyasetin ancak halka yayıldığında anlamlı ve üretken bir faaliyet olabileceğini ve bunun en doğru yolunun ‘temas’ olduğunu kavramalı. Halkçılık, sürekli içinde ‘halk’ geçen cümleler kurmak, oy almak için mütemadiyen vaat sunmak ve ezber kürsü konuşmaları yapmak değil. O halkın tek tek bireylerden oluştuğunu idrak edip ‘eşit’ ilişki kurmakla ilgili bir tercih.
İşte Gezi forumları bu yüzden anlamlıydı. Bunu görmeyen, anlamayan, çeşitli düzeylerdeki kararlara yurttaşı ortak etmeye çabalamayan her siyasal parti ve her siyasetçi eninde sonunda çuvallamaya mahkum. Hiçbirinin geleceği yok. Ben yaşadığım yere ve bana dair alınan, alınacak her kararı bilmeli, bilgilendirilmeli ve katılmalıyım. Bu kadar basit.
Hal böyleyken halihazırdaki siyasal partilerin bir süre daha varlıklarını sürdürmeleri de, ülkenin kısa ve orta vadedeki dönüşümüne ortak olabilmeleri de, dünya ve Türkiye’deki değişimi, yeni insan/yurttaş tipini kavramalarıyla mümkün.
‘Yeni’ olana, ‘eski’ cümle ve niyetlerle ulaşılamaz. Dikkat çekici, akılda kalıcı, ikna edici ve hiç kuşkusuz barışçıl yollar aramak, geliştirmek gerekli.
Meral Akşener’in TBMM grup toplantısında kürsüye ‘yurttaşları’ çıkarıp dinlemesi, ciddiye alınması gereken bir adım. Yalnızca siyasal iletişim bakımından değil, gerçek sorunun ve çözüm ihtimalinin ne olduğunun fark edildiğini göstermesi açısından da manidar.
Akşener, bir süredir (salgına dek) diğer partilerin pek yapmadığını yapıyor ve kasaba kasaba gezip esnafla/yurttaşla yüz yüze muhabbet kuruyor. Bunu şimdilik oy aldığı bölgelerde yapıyordur herhalde. Nitekim milyonlarca seçmeni olan bir partinin temsilcilerini dahil etmediği ‘Memleket Masası’nı henüz ‘memleketin her yerinde’ kurmuş gibi görünmüyor. Belki o da olur bir gün.
Kürt sorununda da farklı bir dil ve yol benimsenmesi gerektiğini, kırk yıllık ezberlerin kaçınılmaz biçimde aynı sonuçları verdiğini de kabullenirler, belki. Milliyetçiliği daha şehirli ve laik/seküler dönüşüme uğrattığı gözlemlenebilen Akşener ve İYİ Parti idaresinin, konu HDP’ye geldiğinde Magna Carta yıllarına dönmeleri pek makul değil!
Saksı değil, insanız! Her birimizin ideolojisi, yaşamlarımıza ve memlekete dair ‘diğerleriyle’ benzeşmek zorunda olmayan hayallerimiz var. Birbirimizin düşünceleri arasına alçak ve yüksek setler çekebiliriz ve bu gerekli de. Buna mukabil bir de hayatın, tarihin akışı söz konusu.
İşte o ‘akış’ herkese bildiklerini gözden geçirmesini, yeni ‘söz’ler bulmasını, aksi halde ‘yeni’ dünyanın ve insanın beklentileri karşısında tez zamanda silinip gideceğini söylüyor. Eşitliği savunmak ve eşitlikçi siyasal/toplumsal düzen için yeni yol ve yöntemler aramak, denemek şart. Bu arayıştaki her katkı fark edilmeli, altı çizilmeli.
Yinelemenin zararı yok: Gezi, kendinden önceki deneyimin üzerine inşa edilen, kendinden sonrasına zengin miras bırakan, başlamayan ve bitmeyen bir ‘an’dı. O an, aklı başında herkesi dönüştürecek zaman içinde. Faşizme iltifat etmeyen milliyetçi siyaset dahil.
Bir süredir milliyetçi gelenekten kimi siyasetçilerin daha çok konuşulur olması, örneğin Ankara’da Mansur Yavaş’ın şu ana dek solcu seçmenden de epeyce takdir ve destek görmesi, yalnızca Türkiye’de sağ siyaset diline fazlaca iltifat edilmesinden değil; herhalde milliyetçi siyaset ve siyasetçinin de değişim çabasından kaynaklanıyor. Konuya devam edeceğim…
Bir parti genel başkanının, konuştuğu kürsüyü farklı kaygı ve sorunları olan sıradan insanlara bırakıp geriye çekilmesi, onların sesinin duyulmasını sağlaması iyi ve çok gerekli bir şey. Devamının artarak gelmesi ve ‘katılımın’ her düzeyde sembolik olmaktan öte yollarının ve araçlarının aranıp bulunması şart. Bizi katılmak, konuşmak, tartışmak, çoğulculuk ve ‘koalisyonlar’ kurtaracak…
Bazı ‘anayasa’ notları
Not 1: Dört yıldır muhalefet partilerine ‘dahi’ anlatılamayan, anlatamadığımız bir durumu bir kez daha yinelemek istiyorum: OHAL KHK’ları ve ‘komisyon’ anayasaya aykırıdır! Tekrar: Bir OHAL KHK’sı ile sorgusuz sualsiz on binlerce insanı kamu görevinden atmak mümkün değildir. Tekrar: OHAL KHK’ları ile ‘mümkün olmayan’ işlemler yapılmış, kurallar kabul edilmiştir. Tekrar: AYM’nin incelemeyi reddetmesi, içtihat değişikliğinden kaynaklanmıştır, OHAL KHK’larının anayasaya uygun olup olmamasıyla ilgisi yoktur. Tekrar: KHK’lılardan nefret edebilirsiniz, sizin bileceğiniz iş; mesele şu ki söz konusu işlemler OHAL KHK’sı ile yapılamazdı ama yapıldı. Tekrar: OHAL KHK’larının anayasal geçerlilikleri yoktur. Tekrar: Bu durumda, örneğin ‘beraat edenler dönsün’ örneğin ‘KHK’lılar dışındaki öğrenciler affedilsin’ gibi ifadelerin hiçbir anayasal değeri yoktur. Tekrar: OHAL KHK’ları anayasaya aykırıdır. Tekrar: OHAL KHK’ları anayasaya aykırıdır. Tekrar: OHAL KHK’ları anayasaya aykırıdır. Tekrar: OHAL KHK’ları anayasaya aykırıdır. Tekrar: OHAL KHK’ları anayasaya aykırıdır.
Not 2: Meral Akşener bir konuşmasında, ‘Erdoğan’ın 2023’te seçilemeyeceğini’ ifade etmiş. Bir hatırlatma gerekiyor sanırım: Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesinin tek yolu, TBMM’nin ‘erken seçim kararı’ almasıdır. Seçim olağan zamanında, yani 2023’te yapılırsa, daha önce iki kez aday olup seçilmiş kişi üçüncü kez aday olamaz. Bir süredir “Bu yeni bir sistem, ilk seçildiği sayılmaz” diyenler doğru bir şey söylemiyor. Anayasa hukukunda (daha önce 367’de denendiği gibi!) ‘gönül ister ki’ ya da ‘ah keşke’ diye özetlenebilecek bir yol/yöntem yok! Konuya dair özet yazımı buraya bırakıyorum. Tabii muhalefet bir kez daha “Anayasaya aykırı ama hodri meydan” derse, bu da onların sorunu.
Not 3: TBMM birkaç gün önce bir kanun çıkardı. 23 Haziran 2020 gün ve 7248 sayılı. Adı epey uzun: “1924 TARİH VE 491 SAYILI TEŞKİLÂTI ESASİYE KANUNUNUN BAZI HÜKÜMLERİNİN KALDIRILMASI VE BAZI HÜKÜMLERİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA GEÇİCİ KANUNUN BAZI HÜKÜMLERİNİN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASI VE NEDEN OLUNAN MAĞDURİYETLERİN GİDERİLMESİ HAKKINDA KANUN.”
Biri ‘geçici’ ve diğeri ‘yürütme’ maddesi olan dört maddelik bir kanun bu. Kalan iki maddesi ne yapıyor peki? Kanun başlığnda belirtildiği gibi ’27 Mayısçıların’ darbenin ardından kabul ettiği ve yasal değil ‘anayasal’ nitelikteki ‘geçici’ kanunu yürürlükten kaldırıyor. Yanlış okumadınız, haklısınız şaşırmakta, zaten var olmayan bir kanunu yürürlükten kaldırıyor. Var olmayan bir kanunu yürürlükten kaldıran bir kanun çıkarmak, öyle böyle değil, hakikaten büyük başarıdır! Tüm partileri tekrar tekrar kutlamak gerekir. Neyse ki Kemal Gözler bu ciddi ‘başarı’ hakkında hemen yazmış. Buraya bırakıyorum.
Kemal Gözler önemli bir uyarı daha yapıyor yazıda: Kanunla ‘geçmişi’ düzenlemeye kalkarsanız, birileri de yarın bir gün bugünleri yeniden düzenlemeyi düşünür!
Not 4: Yukarıdakilerle ve anayasayla ilgisi olmasa da: Metin Feyzioğlu değişmedi. Metin Feyzioğlu bir yere savrulmadı. Metin Feyzioğlu ilk günden bugüne, aynı. Bir ara çok hoşa giden devletçiliği ve ulusalcılığı, artık gitmiyor. İmzacı meslektaşlarına utanmadan ‘müstemleke aydını’ derken ya da CHP’nin başına layık görülürken, çok seviliyor, rekor oyla başkan seçiliyordu. Sevgili avukatlar, aklımızla dalga geçenler kervanına katılmasın!