• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Maalesef yıllar sonra yeniden soruyoruz: Kadınlar evde gerçekten mutlu mu?

03/03/2024 16:23

ARZU UZUNALİ

Sosyal medyanın son trendi ‘Tradwife’, yani ‘Mutlu ev kadını’ güzellemesi yapan videolar, kadınlara yüzyıllar öncesinde vadedilen ve pratikte hayatımaza hiçbir yararı dokunmadığı görülen, klişe ve gerçek dışı bir mutluluğu yeniden pazarlıyor.

Görsel: Flickr / Dadadreams

Tüm dünya kadınları olarak haklarımızı elde etmek, hayalimizdeki eşit dünyaya kavuşmak için çaba gösteriyoruz. Ancak biz  bu hakları kazanmak ve kazanılan hakları korumak için savaşırken sistem karşımıza çoktan geride bıraktığımızı düşündüğümüz, kadını kutsallık, narinlik ve yeri belli olmakla etiketleyip manipüle eden klişe kalıpları allayıp pullayıp yeniden janjanlı paketlere sarıp önümüze koymaya devam ediyor. 


‘Tradwife’ trendi de bu janjanlı paketlerin en sonuncusu. ‘Tradwife’ videolarında kadınlar genellikle geleneksel, doğal kumaştan yapılmış usturuplu kıyafetleriyle eşine ve ailesine güzel yemekler yapıyor, mis kokulu kekler pişiriyor, kuzularını besleyip çocuklarıyla ilgileniyor ve yüzlerindeki mağrur bir gülüşle kalpleri, huzurlu evleri ve kusursuz aileleri için şükürle doluyor. 

Tradwife akımına ait TikTok videolarından alınmış görseller.

Yani bu videolar aslında kadının yerinin evi olduğu, bir kadının dışarıdaki hayatın zorluklarıyla mücadele etmek yerine evde ailesine hizmet ederek huzur bulacağı fikrini -o videolardaki kadınlar gibi mutlulukla- ısıtıp yeniden önümüze koyuyor. 

Peki biz kadınlar artık bunu yer miyiz ya da yiyecek miyiz? 

Instagram’da SeBuKa (Sen Bu Kadınların Avukatı mısın?) adıyla tanıdığımız, kadın hakları aktivisti avukat Aslı Karataş ile 8 Mart’a günler kala ‘Tradwife’ akımını, kadınlara vadettiklerini ve bu vaadlerin gerçekçiliğini konuştuk.

Kadın hakları aktivisti avukat Aslı Karataş.

‘Tradwife’ öven videoları sık sık görür olduk. Bu videolar kadınlara ne vadediyor?

O videolar aslında özetle şunu vadediyor: ‘Dışarısı çok tehlikeli, çok yorucu, çok yıpratıcı. Seni bütün bu yorucu, yıpratıcı, huzursuz edici ortamdan evin korur. Evinde ne güzel tatlı tatlı kurabiyeler yaparsın, şirin şirin giyinirsin, mesut olursun. Fatura tarihleri düşüneyim, iş yerinde huzursuz edici yöneticilerle çalışayım, ne bileyim iş yerinde cinsel taciz riski altında kalayım gibi dertlerin olmaz. Sen güvende olursun.‘ Yani daha önce ortaçağda da söylenmiş bir bilgiyi veriyor bize. Huzurlu, kaygılanmadan, yıpranmadan, ayın sonunu nasıl getireceğim diye düşünmeden geçirebileceğin bir hayat vadediyor. 

Peki bu vaat gerçekçi mi? Kadın evinde olup başta eşi tüm ailesinin bakımından mesul olduğunda gerçekten mutluluğu yakalıyor mu?

Bu vaat gerçek mi noktası tabii ki tartışmalı. Çünkü kadın evinde olup başta eşi ve tüm ailesinin bakımından memnun olabilir pekala. Bu şekilde tatmin olduğu, mutlu olduğu bir hayat ihtimali var. Ama bu bir mutlak mutluluk, herkesin ancak böyle mutlu olabileceği varsayımına da dayanıyor ve bu hikayenin aslında daha evvel çekilmiş bir film olduğunu da göz ardı ediyor. 

‘Tradwife’, 1950’lerin Amerikan rüyasının pompaladığı bir figür. İşten eve gelen kocasını önlükle kapıda karşılayan, fırından üstünde dumanı tüten kekler çıkaran kadın modeli. Bu kadın sabahları kocasını işe uğurluyor, kocası evrak çantasıyla arabasına biniyor. Bahçeli bir ev, çocuklar, köpek ve mutlu bir hayat… Ancak sonrasında bu kadınların aslında depresyona girdiğini de görüyoruz. Yani tabii ki yine bütün böyle kadınlar depresyona girer gibi bir genelleme doğru değil ama bununla ilgili çalışmalara baktığımızda bu kadınlar kendini huzursuz hissediyor. O dönemlerde bu çok belli bir bilgi olmadığından adına depresyon denmiyor. Teşhis olarak konulan bir bilgi değil. Ama doktora gidiyorlar ve doktorlar onlara sakinleştirici haplar veriyor. Ve o sakinleştirici haplar birbirlerinin arasında şeker ikram eder gibi ya da sigara ikram eder gibi dönüyor. Birbirlerine sakinleştirici hap ikram ediyorlar. Çünkü ev kadınlığı, bir doyum elde etmedikleri ve emeklerinin karşılığını da çok göremedikleri bir iş oluyor. 

Yani bu bilgi sanki hiç bilinmiyormuş, daha önce hiç yaşanmamış, nenelerimizin bize verdiği “Ay benim kızım okuyacak, meslek sahibi olacak, kendi parasını kendi kazanacak” telkinlerinin bir tarihi yokmuş gibi lanse ediliyor. Yani bu bilgiler de aslında bir deneyim neticesinde elde edildi. 

Görsel: Pixabay

Böyle videoların altına yapılan ‘feminist’ yorumlar nedeniyle tetiklenen ev kadınları da var. Mesela, çalışıyormuş ama işini bırakmış kendini evin ve ailesinin bakımına adamış. Kadınlar iş hayatında olmalı denince kendisine saldırı gibi algılayabiliyor. Aslında ‘feminist’lerin savunduğu, anlatmak istediği şey nedir?

Bu böyle “Ben de Nişantaşı çocuğuyum” demek gibi bir argüman aslında. Özellikle ev kadınlarının eğitimsiz, çaresiz, mecbur olduğu için çalışma hayatında olmadığı üzerinden hakir görmeye karşılık verilen bir yanıt. “Hayır, aslında ben de donanımlıyım, ben de meslek sahibiyim, ben de eğitimliyim ama ben bu hayatı bizzat kendim seçtim” diyor. 

Şimdi aslında o ‘Bizzat kendim seçtim’ noktasını tartışıyor aslında feminizm. Bu ne demek? Hani evlenme akdi esnasında nikah memuru söyler ya “Hiçbir baskı altında kalmadan bu yanıtı veriyor musunuz?” diye. Oradaki o ‘baskı’ nedir? Sanılıyor ki işte kocası çalışmasına izin vermedi ya da dediğim gibi zaten böyle bir donanımı, kaynağı yoktu da, ‘zaten’ çalışamazdı. Öyle değil. Yani bugün kadınların iş hayatında yaşadıkları zorlukların kadın olmalarından ileri geliyor olması zaten bu kararı hür irademizle vermediğimiz anlamına geliyor. 

Yani bugün iş hayatında cinsel tacize uğrama riski olmasın diye evde oturmayı seçiyorsak ya da aynı işi yaptığımız bir erkekten daha düşük bir maaş aldığımız için, evde birinin oturması gerekiyorsa bunun kadın olmasına karar veriyorsak aslında bu kararı hür irademizle vermiş olmuyoruz. Dolayısıyla feminizmin tartıştığı yer tam da bu. Yani isteyen kadın evde kalsın, isteyen kadın dışarda kalsın ama burada kadın istediği için mi oluyor bu? Gerçekten kadının hür iradesi mi söz konusu, feminizm bunu tartışıyor. Ve ordaki o manipülasyonu, yani kadına sanki bu kararı kendisi vermiş gibi yapılmasını, böyle lanse edilmesini, gerçekte aslında bir aldatmayı ayyuka çıkarmaya çalışıyor. Yani maalesef hayır, sen bunu kendin seçmedin aslında çoğu senaryoda. Seçenler de vardır muhakkak ama bir çok senaryoda dolaylı yoldan da buna itiliyoruz. Bu bize dayatılmış oluyor. Bunun görünür kılınması kritik.

Peki sınıfsal üstünlük kadının evinde çalışmadan sadece bakım vererek mutlu olmasının yolunu açıyor mu?

Sınıfsal üstünlük, bu ‘çalışmadan’lık kısmını biraz sağlıyor. Çünkü her zaman söylediğim bir söz var: Ev hanımı olabilmek için önce hanım olmak lazım.

Eğer ekonomik olarak güçlü değilseniz, ev işlerini yapması için ücretli bir başka çalışanla anlaşamıyorsanız, o ev işlerini siz yapıyorsanız ‘hanım’ olmuyorsunuz. Aslında o ev işçiliği görevini bizzat üstlenmiş, devretmemiş oluyorsunuz. Dolayısıyla aslında çalışmış oluyorsunuz. Ücretini almadığınız, hiçbir özlük hakkından faydalanmadığınız bir iş yapmış oluyorsunuz. Yani evde onlarca iş yapıyorsunuz ama emekli olmuyorsunuz mesela. Hiç bir zaman bir emekli maaşınız olmuyor kendinize ait. Kocanızın emekli maaşı kocanızın ölmesi halinde size bağlanabiliyor ve dolayısıyla onunla evli kalmaya devam etmeniz gerekiyor gibi gibi… 

Elbette sınıfsal üstünlük kadına çalışmadan ama ‘hem evde hem işte çalışmadan’ daha konforlu bir hayat sağlıyor. Bu tabii ki sınıfsal ve cinsiyetten bir tık daha ari. Ama yine de kadın olduğu için, bağlı bulunduğu sınıftan bağımsız olarak cinsiyetine tabi bir ayrımcılığa maruz kalıyor. Mesela varlıklı bir ailede bir oğlan çocuğu, çok vasıfsız, tembel ve çabasız, aslında hiçbir emek ortaya koymadan yaşıyor olsa da bir şirketin başına getirilebiliyor ve o şirketin alt yöneticileri o işi yapsa bile o şirketin başarısı sanki veliahtın başarısıymış gibi lanse edilebiliyor. Dolayısıyla erkek çocuk tatmin olduğu bir yaşam elde edebiliyor. Ancak o imkan ailenin kız çocuğuna sağlanmayabiliyor. Ona, “Tamam sen gez, toz, eğlen” deniyor. O da gezip tozup eğleniyor ama o imkan ona sağlanmadığı için kız çocuğu bir noktada ‘Ne yapıyor ki zaten, hiçbir üretimi yok, her şeyi bizim elimizde, bütün maddi imkanlarını biz sağlıyoruz, hayatta emek koyası gereken her şeyi biz veriyoruz’ gibi daha aşağılanmaya, küçük görülmeye maruz kalıyor. Kadınlar hangi sınıfta bulunurlarsa bulunsunlar bu böyle.

Görsel: Pexels

Kadınların aslında en büyük problemi dışarıda bir uzun mesai çalışıp evine döndüğünde de ev işlerine devam etmesi. Geleneksel ev kadınlığı övgüsünün bu derece yükselmesinde bu aşırı yorucu şartlar mı var?

Geleneksel ev kadınlığı övgüsünün en büyük silahı bu. Yani hiç yorulmayacaksın, bak evinde tatlı tatlı kurabiyeni yapacaksın. Çünkü biz zaten prensesiz, minnoşuz, niye kendimizi yoralım, erkek işleriyle neden kendimizi üzelim. Dışarıda çalışsan kim bilir ne kadar yorulacaksın, evde de gelip yorulmaya devam edeceksin. Yazık değil mi sana? Senin zaten fıtratın evde olmaya uygun. Sen zaten evin parasını kazanmakla yükümlü olan değilsin gibi gibi… 

Şimdi bu kabulle yola çıktığınız zaman zaten bu şapkayı takıyorsun. Diyorsun ki “Ev işi benim işim. Dışarı işini bari bırakayım. Yani birinden birini bırakmam gerekiyorsa dışarda çalıştığım iş daha yorucu onu bırakayım.” Ama bu seçim böyle olmak zorunda değil. Ev işlerini paylaşmak da bir yöntem. Ev işlerini cinsiyet rollerinden bağımsızlaştırmak da bir yöntem. Bunu konuşmak yerine her ikisini birden yapmak çok yorucu, en iyisi işi bırakalıma geliyor mesele ve biz çıkıp bunu anlattığımızda da bir sürü erkek çıkıp “İşte insan evine hizmet etmekten erinir mi! İşte siz ne biçim insanlarsınız, ailemiz başımızın tacı” diyor. Yani aynı işlerin erkeklerden beklenmesi halinde “Ne münasebet, siz eşinize, kocanıza hiç saygı duymuyor musunuz” diyorlar. “Dışarıda çalışıp başkasının kölesi mi olacaksın!” gibi sözlerle dışarıda çalışmayı eleştiren erkeklerin, bizzat dışarıda çalıştıkları halde hiç de köle gibi hissetmediklerine, kendi çalışma koşullarını kölelik olarak adlandırmadıklarını görüyoruz. Burada çok net bir ikyüzlü tutum var. 

Bu konuda sosyal medyada kendi hesabında yaptığın bir paylaşımda altına gelen bazı yorumlar çok şey ifade ediyor aslında. İşi bırakmak zorunda kalan, boşandıktan sonra parasız ve iş için de deneyimsiz kalan kadınlar var. Seni etkileyen birkaç örneğin var mı bize anlatabileceğin?

Örneklerim onlarca var ama hiçbir kadının örneğini isim vermeden de olsa onaylarını almadan paylaşmak istemem. Dolayısıyla spesifik bir örnek vermek istemiyorum. Ama inanın onlarca kadın ve her eğitim durumundan, her şehirden, her sektörden kadın diyor ki “Aslında ben işte çalışıyordum, paramı da kazanıyordum, ne zaman ki çocuk oldu işten çıkmak zorunda kaldım.” Burada sosyal devlet eksikliği, bakım yükümlülüğünü devletin gerektiği gibi yerine getirmemesi, dolayısıyla o bakım verecek kadınların aile bütçesini çok sarsması ve ilk vazgeçecek olanın tabii ki kadın olması, kadınların da iş hayatında daha az ücretlendirildikleri, daha az ücret alacakları alanlarda olmaları, terfi engelleri gibi pek çok etkeni peş peşe görüyoruz. Tüm bu nedenlerle işten ayrılan tarafın kadınlar olduğunu görüyoruz. 

Bu kadınların ilk başta söyledikleri de şu: “Artık eşimin bana daha az saygılı davrandığını düşünüyorum.” Daha az saygılıdan kasıt da şu: Evde olan ya da artık iş hayatında olmayan kadın, zaten çok da zor konulara aklı ermeyen, çok da karmaşık konuları anlayamayan, bilip bileceği zaten birbirine kısır tarifi vermek olan gibi bir bakışla küçümseniyor ve aşağılanıyor. Bu, siz hangi okulda okursanız okuyun, hangi eğitim düzeyinde olursanız olun, son beş altı yıldır iş hayatından uzaksanız ve gündeminiz ev ve çocuksa zaten artık hayatın, gündemin dışındaymışsınız, hayatın gerçeklerinden anlamazmışsınız bakış açısına bürünüyor. 

Kadınlardan duyduğumuz bir diğer sıkıntı ise yaptıkları harcamaların hesabını vermek zorunda olmaları ve erkeğin bu hesabı vermek zorunda olmaması. Yani hep deniyor ya kasamız ortak, ailemizin parası hepimizin vs… Ama o parayı kazanan tarafın erkek olduğu, erkeğin maaş hesabına o paranın yattığı ortadayken erkek, o hesabı verme ihtiyacını kendinde görmüyor. Erkek “Ben bunu satın almayı düşünüyorum alalım mı?” demezken, kadının yüklü harcamalar yapması gerektiğinde mutlaka üstü kapalı bir onay alması gerekiyor. Bunun da ne kadar yıpratıcı olduğuna dair mesajlar alıyorum. 

Ve bunlar aslında süren evliliklerde yaşanan sorunlar. Evlilik bittiği anda zaten bambaşka bir resim bizi bekliyor. Çünkü orada nafaka kavgaları, işte ‘Madem işe girsin çalışsın, ben neden ona nafaka vereyim’ kavgaları başlıyor. Halbuki hepimiz biliyoruz ki günün sonunda, o on sene evde verdiğimiz ara hiç yaşanmamış gibi meslek hayatımıza devam edebildiğimiz bir dünya bizi beklemiyor. Mesela ben avukatım, serbest bir meslek ama bugün 10 sene hiç iş yapmasam ne güncel mevzuattan haberim olur ne müvekkil portföyüme devam edebilirim. Yani bu öyle bir şey değil. Dolayısıyla bu hayal kırıklığını anlatan çok da mesaj aldım. Hatta bir kısmını profilimde de etiketledim. O kadınlardan izin alıp “Paranı kazan” diye başlık attım ona ki o hikayeler tırnak içinde söylüyorum ‘ibret olsun.’

Görsel: Pexels

Kadınlara ‘geleneksel ev kadınlığı’ hayaline kapılmadan önce kendilerine hangi soruları sormasını istersin? Köprüden önce son çıkış tabelanda ne yazıyor?

Hiçbir kadının kendi geleceğinin garantisini bir başkasının kontrolüne bırakmaması kanaatindeyim. Bu bir başkası kişinin babası dahi olabilir. Bu hayale kapılan kişiler kendilerine önce şunu sorabilirler: Kendi hanenize bakın ve iktidarın kimde olduğunu sorgulayın. 

Kök ailelerinde, çok sevgi dolu yani annenin babanın çocuklarına çok düşkün olduğu ailelerde büyümüş çocuklarda bile bu sorunun yanıtının benim tahmin ettiğim gibi olacağını sanıyorum. Parayı kazanan taraf -ki bu genelde baba olur bizim ülkemizde malum- iktidar sahibi olan taraftır. Kendi hanenize bakın ve iktidarın kimde olduğunu bir sorgulayın. 

Eğer annenizin para kazandığı bir ailede büyümüşseniz annesi para kazanmayan ailelerin dinamiklerini gözden geçirin. Aklınızda bunu bir çevirin ve çocukken sizi çok sevdiğinizden emin olduğunuz anne babanızın da para kazanan taraf olmak üzerinden üzerinizde kurduğu iktidarı aklınıza getirin. Çocuk olduğunuz senaryoyu bir kenara bırakıp yetişkin olduğunuz halde dahi, 18 yaşından büyük olmanıza rağmen diyelim ki evin parasını kazanmak üzerinden yaratılan o iktidar alanını lütfen herkes gözünün önüne bir getirsin. Orada neler hissettiğini, neler yaşadığını, özgürleşme hissini bir kurcalasın bence. Yanıtını zaten kendisi bulacak. 

Kategori:Diken özel, Vitrin-mobil

SON HABERLER

Özgür Özel'den boykot listesi: Nusret, TGRT, Doğuş Medya…

CHP Genel Başkanı Özgür Özel boykot listesini yineledi: “TGRT var ya adeta CHP’ye sövmeye ant içmiş durumda. Bunlar parayı İhlas markasından kazanıyor. Ürünlerini almıyoruz.”

Fed faiz oranını sabit tuttu

ABD Merkez Bankası (Fed), politika faizini beklentiler dahilinde yüzde 4,25-4,50 aralığında sabit tuttu.

KRT TV çalışanları Beşiktaş'ta eylem yaptı

KRT TV çalışanları, direnişlerinin 15’inci gününde Beşiktaş Meydanı’nda eylem yaptı.

Beşte beş: Filenin Sultanları, Dominik Cumhuriyeti'ni 3-0 yendi

2025 Kadınlar FIVB Milletler Ligi’nin (VNL) İstanbul’da düzenlenen ikinci haftasında Türkiye, Dominik Cumhuriyeti’ni 3-0 mağlup etti.

AA: MASAK raporuna göre İmamoğlu yedi aklama suçunun faili

İstanbul Büyükşehir Belediyesine (İBB) odaklı yolsuzluk soruşturması kapsamında Mali Suçları Araştırma Kurulunca (MASAK) raporu hazırlandı.

Özhaseki 'boykot'u unuttu: 'Coca-Cola'lı teşkilat toplantısı
Mahfi Eğilmez 'mucize büyüme'yi özetledi

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 787 gündür hapiste

YAZARLAR

Ofansif mizah örneği olarak birkaç anayasa maddesi

Murat Sevinç

Babalar günü bu yıl da coşkuyla kutlanmadı!

Arzu Uzunali

İnsan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi?

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Roma dondurması meselesi

Elvan Uysal Bottoni

Gelecekten ses veren siyasetçiler…

Murat Sevinç

İşgalci kelimeler

Mustafa Dağıstanlı

Dere Sokak Üçlemesi, 'Körfez'le sona eriyor

Behzat Şahin

GÜNÜN 11’İ

Şeref Oğuz: Bazı yatırımlar altyapı getirir, bazılarıysa bağımlılık… 

Güldem Atabay: Molla rejimi Hürmüz Boğazı'nı geçişlere kapatır mı?

Erdal Sağlam: İş insanları artık 'İktidarın kişisel siyasi kaygılarla ekonomiyi ateşe atabildiğini' konuşmaya başladı

Elif Çakır: İsrail'in nihai hedefinin Türkiye olduğuna referans verilen isimlerden biri de Abdullah Öcalan

Zeynep Aktaş: Son beş yılda 35 fonun getirisi dolar bazında yüzde 100'ün üzerinde

Fatih Yaşlı: Savaşın iç politikaya tahvilindeki anahtar kavramsa 'iç cephe'

Esfender Korkmaz: Türkiye'de eğitim iki nedenle bozuldu

Mustafa Mutlu: Zafer Partililer bu kararı 'halay' çekerek kutladı

Yasin Aktay: Netanyahu İran'a karşı hızlı bir zafer umdu

Mehmet Y. Yılmaz: Saral, cumhurbaşkanına 'Sultanım' diye hitap ederken bir gerçeği ifade ediyor

Barış Pehlivan: Hakan Fidan'ın İran'ın nükleer programına kafa yorması dışişleri bakanı olmasıyla başlamadı

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×