ZEYNEP KARAARSLAN BAŞARAN
@zeynepbasaran
Çok arkadaşı olmayan ve çok sıkılan bir çocuktum. Neyse ki evimiz kitaplarla doluydu. Kütüphane, raflar, baş uçları, her yer… Çizgi romandan Uğur Mumcu kitaplarına, Papatya Prenses’ten Baba’ya, Gogol’den Haldun Taner’e, Asimov’dan Ömer Seyfettin’e her telden çalan evimizde kendi zevkimi okuya okuya keşfettim. Hafta sonları babamla iki film seansı arasında o zamanın meşhur kitabevi Sander’e gittiğimizi ve ara sıra istediğim bir kitabı kendim seçip aldığımı büyük keyifle hatırlıyorum.
En sevgili kitaplarımdan biri Küçük Kadınlar’dı. İlkokul çağlarında tekrar tekrar onlarca kez okumuşumdur. Ne tatlıydı Jo March. Kendi yolunu kendi çiziyor, kendi geçimini kendi sağlıyor, ailesiyle güzel bir ilişkisi var, aşkta hayal kırıklığı yaşasa da aşka küsmüyor. Yaramaz ve idealist Çalıkuşu Feride de küçüklük arkadaşım. Ama Feride ve Jo neticede ‘çocuk‘ bana zaman ve ülke olarak uzaktı. Ve işler Jo’dan ve Feride’den sonra, ergenlikte, kadın kahramanlar bakımından yokuş aşağı gitti.
Beyaz dizilerden Sevgi Soysal’a ve Pınar Kür’e
Karman çorman okumaya o yıllarda da devam ettim. Beyaz diziler, Barbara Cartland ve V.C. Andrews kitaplarındaki ancak bir erkek olursa tamamlanan aşk kadınları, kötü tercümeler ve kendini tekrar eden kurgular çabucak sıktı.
Sevgi Soysal Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu okudum. Ürktüm. Ne de olsa 80’lerin apolitik atmosferinde büyüyordum. Kitapta “düşünün öyle bir faşizm düşünün ki…” diye giden bir bölüm vardı. “Faşizm ne ki” diye düşündüğümü anımsıyorum.
O yıllarda TÜYAP Kitap Fuarı hala Taksim’de yapılırdı. İşte hala kütüphanemde duran kitabın içine düştüğüm nottan da görüyorum ki, orta sonda kitap fuarından Pınar Kür’ün ‘Küçük Oyuncu’sunu almışım. Arkadaşlarımla kitaptan çok etkilendiğimizi, Pınar Kür’ün diğer kitaplarını da alıp okuduğumuzu anımsıyorum. “Aşk nedir, kimlerledir” diye saatlerce konuştuğumuz yıllarda, Pınar Kür’ün özellikle aşk ve tutku tasvirlerine çok kapılmıştık.
Geçenlerde arkadaşlarımla “Hadi Küçük Oyuncu’yu beraberce yeniden okuyalım” dedik, “Bakalım nasıl bulacağız?” Sonuç benim için biraz hayalkırıklığı oldu. Kurguyu, dili bu turda sevmedim, hatta kitabı bitirmekte zorlandım.
Evet, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın baş kahraman. Ama öte yandan doğru dürüst kadın arkadaşı yok, kitaptaki diğer kadınları haklı haksız küçümsüyor, ailesine dair bir şey bilmiyoruz ve üç erkeğin ekseninde gençliğini yaşıyor. Neden o zaman bu kadar etkilenmişiz? Kahramanın cinselliğiyle barışık olması, özgürce yaşaması, iki erkekle aynı evi paylaşması, bize o günün şartlarında çok liberal, çok özenilesi gelmiş olsa gerek. Bunun da anlaşılır bir tarafı var elbet.
Fakat en şekillendirici yıllarımızda, Türkçe romanlarda çok boyutlu, bizim de özdeşlik kurabileceğimiz kadın kahramanlarla daha çok karşılaşmamış olmamız bir kayıp tabii. Düşündüm düşündüm hakikaten Küçük Oyuncu dışında hatırlayamadım okuduğumuz böyle bir örneği. Neden bir kayıp? Çünkü edebiyat, imkanları hayal ettirir.
Bana tüm bunları biraz da Sigrid Nunez’in yazdığı anı kitabı ‘Daima Susan’ düşündürdü. Kendisi de ödüllü ünlü bir yazar olan Sigrid Nunez, gençlik yıllarında önce Susan Sontag’ın asistanı, sonra oğluyla sevgili oluyor ve bir süre Susan Sontag ve oğluyla aynı evde yaşıyor.
Susan Sontag makaleleriye öne çıkan bir yazar. Ama Nunez’in hatırladığı kadarıyla Sontag’ın esas tutkusu kurgu yazarı olarak itibar kazanmak. Tıpkı yıllar sonra Nunez’in kazandığı gibi. Nunez’in hayata ve edebiyata bakışını elbette Sontag’la geçirdiği yıllar çok etkiliyor. Nunez’e bir rol model oluyor Sontag, tüm hayranlık duyulası ve itici özellikleriyle. Çünkü rol modellik kopyalamak üzerine değil, ayrışmak üzerine de bir müessese. Rol modeller neyin kime göre olmadığını da gösterebilir bazen.
Türkiye’de bana göre bambaşka bir kültürel iklimde doğup büyüyen genç kadınlara, son yirmi yılda kimler rol model olabildi diye düşünüyorum. Kime bakıp ilham aldılar, kime bakıp “ben böyle olmak istemem” dediler bilemiyorum, ama 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde gördüğüm genç kadınlar; akıllı, neşeli pankartlarıyla, coşkulu ve kararlı havalarıyla içimi umutla doldurdu.
Yeni dönem Türk edebiyatında Sezen Ünlüönen‘in kitapları da aynı şekilde beni mutlu ediyor. Okumadıysanız Ünlüönen’den ‘İmtiyaz: Cici Kızlar İçin Bir Roman’ı tavsiye ediyor, “geceler de sokaklar da yarınlar da bizim” diyorum.