H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
“Bir gerçekliğin belirsiz, kavranamaz ve istikrarsız olması var olmadığı anlamına gelmez.”
Bu cümleyi okur okumaz Çağan Irmak’ı ve yazdığı film öykülerini anımsadım.
Geçen sezonu hak ettiğinin altında bir gişe ile tamamlayan ‘Bizi Hatırla’ filmi ile ilgili izlenimlerimi bir arkadaşıma aktarıyordum…
Filmdeki üst düzey yönetici erkek kahramanın, babasının sağlık problemiyle bir iş süreci arasındaki seçimini, “Yok artık canım o kadar da olmaz” diye nitelemişti…
Çağan Irmak toplumun/toplumların insana yüklediği kimliklikler üzerindeki küçük cinayetleri, film öyküleri üzerinden perdeye taşıyan bir yönetmen…
Baba-oğul, anne-oğul, dede-torun, dul Kadın, göçmen, özgür erkek, özgür kadın vb…
Bütün bu kimlikleri farklı film öykülerinde eski Türk sinemasının melodram kalıplarından faydalanarak, fakat o sinemanın klişelerinden sıyrılarak bize gösteriyor.
Kimliklerinden sıyrılarak yaşamak istedikleri hayatı savunurken bazılarına karşı kaybeden, bazılarına karşı kazanan, kendi doğasıyla barışmaya çalışan gerçek karakterler bunlar…
Bu karakterlere yapılacak en komik eleştiri de sanıyorum, bir kimliğe hapsolarak yapılan “Kültürümüze ters” diyerek yaklaşmak.
Sanki bütün babalar kolay affedermiş, bütün arkadaşlıklar bilinmeyen bir zamanda aşklara karışmamış, bütün dul kalmış anneanneler ömrünü torunlarına adarmış gibi…
‘Babam ve Oğlum‘, ‘Bizi Hatırla’, ‘Nadide Hayat’ filmlerinden bahsediyoruz.
Bir de ünlü ‘Issız Adam‘ var.
İki insan ortada toplumda kabul gören hiçbir neden olmadığı halde, kendi ‘ada’larından çıkıp, birbirlerinin adasına yolculuk yapamadıkları için ayrılamazlarmış gibi…
Ya da ‘Unutursam Fısılda‘nın unutulmaz kız kardeşleri, salt iyi ve kötü olabilirlermiş gibi…
Her biri üzerine uzun bireysel ve toplumsal değerlendirmeler yazılabilecek bu filmler, ucuzun ucuzu plastik, komedi sayılan saçmalıkların arttığı film dünyamızın yüz akı yapıtlar.
Peki mükemmel filmler midir?
Bu tartışılabilir. Fakat iyi filmler ve iyi öyküye dayanan filmler.
İzledikten sonra üzerine düşünebileceğiniz, konuşabileceğiniz, filmden yola çıkarak bazı ilişki ve kimliklerin büyük resmini çizebileceğiniz filmler.
Bu filmlerdeki karakterleri içinizdeki kimliklere dayanarak muhteşem veya çok kötü bulabilirsiniz.
Kimliğiniz bakışınızı nasıl değiştiriyorsa, öyle yorumlarsınız öyküyü…
‘Gerçek dünya’ dediğimiz de, aslında kuantum dünyası olan bu hayata gözlemcinin bakışı değil mi?
Bu yazı benim için, biraz da saygı duruşu.
Her dönemde ve her koşulda sinemamızda hem öykü hem de film üreten kaç senarist-yönetmen var?
Yine de Çağan Irmak filmlerinden beklediğim şeyler de var.
Öncelikle diyologların ve karakterlerin yaşam alanlarının tasarlanmış algısı yaratmayıp, bütün öykünün içinde daha doğal bir yerde durması.
Bunun öykünün bütünündeki gücü de artıracağı inancındayım.
Ancak Çağan Irmak filmlerinde yer alan o başarılı nostalji duygusunu da unutmamak gerek.
Baş karakterler süreç içinde yaşadıkları çelişkilerde bazen ikinci el bir kitap, bazen eski bir film makinası, bazen genç yaşta yazılmış bir şiir defteri, bazen bir plak ya da çocukluğundan kalma bir yemekle; geri gelmeyecek zamanları özlerler.
Bu iyi olanın, kötü olan tarafından henüz bozulmamış olduğu mitolojik insanlık çağları gibidir…
Toplum bazen baba kimliği üzerinden yargılar insanı, bazen oğul; bazen kadın kimliği üzerinden yargılar bazen kardeş; bazen delikanlılık üzerinden yargılar erkeği; ve bu yargıyı her söze döktüğünde küçük bir cinayet işler!
Ardında döktüğü kana, yarattığı acıya, tutuşturduğu öfkeye bakmaz bile, kimliğine bakar ve bıçağı saplar.
Çağan Irmak hayatın içindeki bu anları toplayıp öyküler yazar ve perdeye aktarır.
Yüzleştiğimizde “Yok artık” deriz. Vicdanımız acır. Ve korkarız!
İyi ki varsın Çağan Irmak, kendimizi affetmesek bile anlamamız için…