MURAT SEVİNÇ
Yanarak vefat eden kız çocuklarıyla ilgili haberlere yayın yasağı getirildi. Aladağ Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla. Yayın yasağı talep edilmiş, onlar da uygun görmüş.
Bir ‘uygun bulma makamı’ hüviyetiyle: ‘…bazı basın ve yayın organlarında yanlış bilgiler verildiği, ölenlerin kimliklerinin yanlış söylendiği, yayınların gerek ilçe genelinde gerekse yurt çapında huzur ve güven ortamı ile kamu düzenini bozucu eylem ve davranışlara dönüşebileceği ve yürütülen soruşturmanın akamete uğratılabileceği kanaatiyle…’
Hâkimlik, yapılacak yayınların ‘yurt çapında huzur ve güven ortamını’ bozacağını düşünmüş. Hâkim, yurtta huzur ve güven ortamı olduğu varsayımına dayandırmış kararını.
Huzur ve güven ortamı olduğu varsayılan ‘ülke’de, bir gece vakti, bir tarikatın öğrenci ‘barınağında,’ kız çocukları yanarak ölüyor. Huzur ve güven ortamında, o kız çocukları yanarak öldükten sonra yatıp uyuyorum. Yanmış kız çocuklarının küçücük bedenleri, huzur ve güven ortamında bir cankurtarana, yalnızca tek bir cankurtarana konulup morga götürülüyor ben uyurken.
Huzur ve güven ortamında, o huzur ve güven ortamı bozulmasın diye yayın yasağı getiriliyor.
Çünkü huzur ve güven ortamında, ben dün gece ve ondan önceki geceler uyurken, aslında açılmaması gereken yurtlar açılıyor ve o yurtlara, orada olmaması gereken çocuklar, yoksul ailelerince emanet ediliyor. Öyle söylemiş aileleri, köyde okul olmadığından oraya gittiklerini ve başka çareleri olmadığını, mecburen emanet ettiklerini.
Huzur ve güven ortamında, artık hiç kimseye hukuk kurallarına uymanın gereği ve değeri anlatılamıyor. Öylesine huzur ve güven ortamı ki, yeterli ‘önlemleri’ ya da anlayacakları dille, hani şu ‘tevekkülden önce gelen tedbirleri’ almaya gerek duyulmuyor.
Huzur ve güven ortamında sabahın köründe fakülteye gelip orada yanan kız çocuklarından birkaç yaş büyük genç insanların karşısında, anayasa anlatıyorum. Uykumu almış vaziyette. Çünkü dersi anlatabilmek için uykumu almalıyım.
En berbat, en adi, en pervasız sermaye biriktirme yöntemleriyle kuralsız/ilkesiz büyüme çabası, inanç sömürüsüyle birleşip huzur ve güven ortamında daha önce de yoksulların canına kıydı. Hep kıyıyor. Bundan sonra da kıyacak.
Bir işçi çadırında, huzur ve güven içinde yanmışlardı. Bir asansör içinde, huzur ve güven içinde ölmüşlerdi. Penceresi olmayan bir minibüsteki işçi kadınlar, huzur ve güven içinde boğulmuşlardı. Yıllar önce, tarikatın bir başka şehirdeki yurt binasında çocuklar, huzur ve güven ortamında yitirdiler yaşamlarını. Bir yıl önce bu günlerde Diyarbakır Kulp’taki bir Kuran kursunda çıkan yangında altı çocuk, huzur ve güven ortamında boğulmuştu.
Depremlerde, huzur ve güvenin göçüğü altında kalanlar gibi. Erozyondan kaynaklı sel felaketlerinde, huzur ve güven içinde sürüklenerek boğulanlar gibi. Madende, huzur ve güven altında kaldığı için nefessiz göçüp giden madenciler gibi.
Takım elbiseli çok önemli kişiler açıklama yaptı dün gece. Huzur ve güven telkiniyle. Haberlere göre ‘yangın merdiveni kapısı önünde bulmuşlar’ cenazeleri. Küçücük kız çocuklarının. Önce ‘kapı kilitliymiş’ dedi birileri. Bugün öğle saatlerinde takım elbiseli çok önemli bir başkası, kapının kilitli olmadığı yönündeki bilgiyi paylaştı müteessir kamuoyuyla. Açıklamasında, “Bu talihsizlik” ifadesini kullandı, takım elbisenin içinden gelen ses.
Bakalım daha ne bilgiler gelecek, rapor nasıl çıkacak. O çocukların kapı arkasında toplanmış halleri, hangi verilerle gerekçelendirilecek.
Nicedir okuduğum hiçbir cümle böyle oturmadı içime. Böyle acı vermedi. Kapı arkasında sığınmış kız çocukları ve bir tek cankurtarana sığan bedenleri. Huzur ve güven ortamında.
Sosyal devlet önlemleri üzerine çok yazdım. İçimden gelmiyor bugün. Gerek yok. Kamu hizmetini asıl vermesi gerekenler vermeyince, belli ki gerekli tedbirler alınmayınca, bilimin/aklın kuralları yok sayılınca; o kız çocukları o kapının on santimetre berisindeki, hemen önlerindeki yaşama, nefese ulaşamadı.
Bundan sonra, bundan öncekilerde ne olduysa aynı şeyler olacak. Gözaltılar, acılı ailelere rahmet dilekleri, sorumlulardan sorulacak hesapların kısa bir dökümü, soruşturmanın büyük ciddiyetle sürdüğüne dair açıklamalar peş peşe gelecek. Kuşkusuz ‘cezasız’ kalmayacak ‘ihmali’ olanlar. Böyle diyecekler. İhmalkâr bulunduğunda, sorumlu da ortaya çıkarılmış sayılır mı ki?
Ama insaf edelim biraz, ceza verilmesi gerekiyor diye de bu yurtların konumunu, tarikatların etkisi/işlevini, yoksul ailelerin çaresizliğini tartışacak değiller. Huzur ve güvene bunca gereksinim duyduğumuz şu günlerde.
Birileri de çıkıp ‘Kader’ diyecek tabii. Yasayı, yönetmeliği, hukuku, ahlaki ilkeleri, vicdanı, hepsini geçtim; inançlı olduğunu iddia eden birinin böyle bir felaket için ‘Kader’ demesi mümkün mü? Diyenler çıkacak. İnançlarını küçük düşüme pahasına. ‘O yurt olmamalıydı’ diyemeyecekleri için. O tarikata toz kondurmamak, ilişkileri ‘bozmamak’ için. O çocukların, ana babaları da sahipsiz olduğu için. Boynu altında kalasıca yoksulluk, hesap soramadığı, soramayacağı için.
Gariban ailelerin kız çocukları morgda, aileleri kimlik tespiti için çabalıyor, huzur ve güven ortamında. Ben, uykumu alıp dersime girdim, sıcak odama geldim, oturdum yazıyorum. Koridordan sohbet sesleri geliyor. Birazdan çıkıp sigara içeceğim. Akşam da bir aksilik olmazsa yine uyuyacağım.
Habere bakılırsa, çocukları bir arada bulmuşlar ve bir cankurtarana sığmış o küçücük güzelim bedenleri.
Aslına bakarsanız, sizi bilmem ama ben, seksen milyonda bir olarak, hiçbir halta yaramıyorum…
Teşekkür notu: Bu yazıda ‘şükran’ faslı hiç içimden gelmese de ertelemeden söylemek zorundayım. Önceki yazım Levent Gültekin’in Castro yazısının eleştirisi üzerineydi. Yorucu kültürümüzde, bir yazarın eleştiri karşısında olgun davranması sık karşılaşılan bir durum değil. Malumunuz burası ‘En kötü huyum çok iyi kalpli olmam’ diyenlerin memleketi! Oysa Gültekin, yazımı kendi hesabından paylaşmış ve telefon ederek katılmadığı yerleri, itirazlarını dile getirdi. Böylesi olgun/zarif bir davranış karşısında bana da ‘Sağolsun’ demek düşer…