TUBA TORUN
@avtubatorunn
Gelin hızlıca hafıza tazeleyelim ve bizi neler beklediğini konuşalım:
Mevcut hükümet eşitlik istemiyor.
Otoriter rejimler eşitlik istemez.
Çünkü gücü tek elde tutmak isterler ve kaybetmemek için her şeyi yaparlar.
Bu yapıda güçlü olması gereken erkektir, yani ataerkil yapının devamı önemlidir.
‘Eşit muamele’ kavramını fiziki eşitliğe indirgeyerek anlamını çarpıtmakla işe başlarlar. (“Güçlü ile zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. 100 metreyi bayan erkek aynı şekilde mi koşturacağız?”)
Eşitlik yerine adalet kelimesini kullanırlar (‘toplumsal cinsiyet adaleti’ kavramını kullanmaları) adalet anlayışlarıysa ‘kendi adaletleri’dir.
Bu sebeple, toplumu eşitlik öğretisinden uzak tutarlar.
Eşitlikle ilgili yasaları teker teker kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunurlar.
Bunu hissettirmeden yavaş yavaş yaparlar.
Örneğin, mağduriyet veya ihtiyaç varlığı bahanesiyle bir yasa önerisi (müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi gibi) ileri sürerler, tepki verenleri ‘galeyancı’ ilan ederler. Peşi sıra gelen girişimlere baktığınızda (istismar faili ile mağdurun evlenmesi halinde failin cezasının affedilmesi gibi) dozajın giderek arttığını fark edersiniz.
Evet, suda yavaş yavaş haşlanan kurbağa hikayesi gibi.
Çocukların ve gençlerin eşitliği öğrenmesini istemediklerinden, eşitlikle ilgili dersler koymazlar, var olan dersleri de kaldırırlar.
Eşitliğin sağlanması için sıkı tedbirler öngören bağlayıcı sözleşmeleri ve yasaları şeytanlaştırırlar (İstanbul Sözleşmesi’nden eşcinselliği yaydığı iddia edilerek çekilinmesi, 6284 Sayılı Yasa’nın ‘Yuva Yıkan Yasa’ olarak yaftalanması).
Niteliksiz (yani eğitimsiz veya bilimsel eğitimden uzak) genç nüfusa ihtiyaçları vardır.
Çünkü güçlerinin devamı için kendilerine oy verecek nesiller gerekir.
Dolayısıyla, kadınlar çok çocuk yapmalıdır (en az 3 çocuk, ‘anne olmayan kadın yarımdır’).
Kadınların çok çocuk yapabilmesi için iş yaşamına az katılması veya katılmaması gerekir.
Kadınları çocuk yapmaya teşvik edecek vaatlerde bulunmak (yarı zamanlı sigorta imkanı, çocuk başına altın verme) gerekir.
Kadınların kendi bedenlerine dair karar vermesini engellerler (Kürtaj hakkının sınırlandırılması, fillen kürtaj uygulanmaması).
Özgür kadınları sevmezler, yalnız kadınları korkutur ve aşağılarlar, aile kavramını kutsar ve kullanırlar (“Bekar kadınları sahiplendireceğiz, sokakların aydınlatılmaması, o da gece dışarı çıkmasaydı, bunlar sürtük”).
Kadınların haklarını savunanları da korkutmaya, yıldırmaya çalışırlar (8 Mart-25 Kasım yürüyüşlerinin engellenmesi, polis şiddeti ve gözaltılar, kadın derneklerinin terör faaliyeti yürüttükleri bahanesiyle kapatılması).
Çok çocuk yapılması için çocuk yaşta dahi olsa evlilikleri artırmaya çalışırlar (6 yaşındaki çocuğun dini nikahla evlendirilmesi)
Şiddet ve ölüm tehlikesi bile olsa boşanmaların önüne geçmek isterler (2015’te Meclis’te Boşanmaları Araştırma Komisyonu kurulması).
Boşanmaları önlemek için kadının psikolojik ve maddi gücünü kırarlar (nafakanın sınırlandırılması, 6284 Sayılı Yasa uygulamasının zayıflaması).
Kadınların ‘güvenilmez’ olduğu algısını yayarlar (‘Kadının beyanı esastır’ ilkesinin karalanması, koruma kararı taleplerinin reddedilmesi, 6284’e aykırı şekilde şiddete ispat aranması).
Hatta kadın şiddete maruz kalmışsa muhakkak bir sebebi olduğunu düşünmeye yönlendirirler (Haksız tahrik indirimi, dekolte giymeseydi, alkol almasaydı, onun evine gitmeseydi).
Failleri sevimli, masum göstermeye çalışırlar (İyi hal indirimi, aşırı seviyordum öldürdüm, akıl hastasıyım).
Şiddet faili erkeklere ve şiddeti meşrulaştıran kişi ve kurumlara korunup kollandıklarını hissettirirler (“3-5 ay yatar çıkarım”, Ensar Vakfı’nı kapatmamak, bir babanın 9 yaşındaki çocuğa duyduğu şehvetten bahseden Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden almamak ve hatta ertesi gün elini sıkmak, üst sınırdan ceza vermemek, erkek faillere verilen indirimleri kadın faillere vermemek).
Dolayısıyla faillere kendilerini savunmanın yöntemlerini işaret etmiş olurlar (İntihar etti, psikolojisi bozuktu, rızası vardı, yüz vermeyince intikam aldı)
Şiddet faillerini halkın arasında tutmaya ve ataerkil zihniyeti ödüllendirmeye devam ederler (Sık sık af çıkarılması, şiddet faillerinin af kapsamında tutulması).
Diğer yandan parayı elde tutmak isterler.
Kadının iş yaşamına eşit katılımı paranın erkekten kadına akması demektir, istemezler, (Yıllardır kadın istihdamının yüzde 30 erkek istihdamının yüzde 70 olması)
Karar verici mekanizmalarda kadınlara olabildiğince az yer ve söz verirler (Siyasette %50 cinsiyet kotası teklifinin hükümet tarafından reddedilmesi, en az kadın milletvekili olan partilerin Cumhur İttifakı partileri olması).
Başarılı kadınların özgüvenleri kırmaya çalışırlar.
Tüm bunları yaparak kadınları erkeklere bağımlı kılan döngünün koruyucusu ve kuvvetlendiricisi olmaya devam ederler.
Eşitliği teminat altına alan tüm yasalar ortadan kalkana dek güvende hissetmezler.
Bu sebeple, sırada 6284 Sayılı Yasa var, diyoruz.
Sırada, 2016 yılında Boşanma Komisyonu’ndan çıkan –‘proje rapor’ olarak adlandırdığım- raporda halen yasalaştıramadıkları tasarılar var, diyoruz.
Daha sonra Medeni Kanun hükümleri (miras hakkı, evlenme yaşı, aile reisi, eş sayısı gibi değişiklikler) var, diyoruz.
Biz bunları yıllardır söylüyoruz.
Artık söylediklerimize şahit olmak istemiyoruz.
Artık erkeklerin gücü için kullanılmak istemiyoruz.
Artık yaşamaktan öte, ‘eşit yaşamak’ istiyoruz.
Çocuklarımız bizim yaşadıklarımızı yaşamasın, onlar ezilmesin-ezmesin diyorsan Kılıçdaroğlu’na oy ver.