MURAT SEVİNÇ
Üçüncü eleştiri yazısı…
İttifak siyaseti, Altılı Masa, ortak bildiriler vs… Yaklaşık iki yıldır siyasetin ve yazarların gündeminde olan konu başlıkları, 28 Mayıs sonrasında unutulmaya yüz tuttu. Bir seçimin, üstelik böylesine önemli bir seçimin ardından kaybedenin suçlanması, sorumluluk alması yönündeki çağrılar, istifa beklentisi, kuşkusuz anlaşılabilir. Gözle görülür ve onarılmadığında umutsuzluğa dönüşecek bir hayal kırıklığı söz konusu. Kılıçdaroğlu ola ki biraz daha oy alıp seçimi kazanabilseydi, farklılıkları uzlaştırarak seçim kazanmış bir siyaset sihirbazı olarak tanımlanacaktı muhtemelen. Ancak olmadı, yapacak bir şey yok; övgü de eleştiri de, seyircisi olmaya zorlandığımız bu adaletsiz oyuna dahil.
Olup bitenin daha sağlıklı ele alınabilmesi için üzerinden biraz zaman geçmesi, sakinleşmek şart. Toz duman içinde ne olup bittiğini tam anlamıyla kavrayamıyor insan. Hâlihazırda açıkça görebildiğim bir şey, AKP’nin, oyunun eridiğinin farkında olup yerel seçimler için çalışmaya başladığı. Bir diğeri, Kılıçdaroğlu’nun yenilgiyi kötü yönettiği, hatta yönetemediği. Benim için gerisi büyük ölçüde belirsiz. Bitip tükenmeyen CHP yorumları yapılıyor yapılmasına, ancak, hizipleriyle meşhur bu parti içinde neler yaşandığını hakkıyla anlayabilen biri olduğunu zannetmiyorum! Şart mıdır? Bu başka mesele…
İttifak gerekli miydi? Yanıt AKP siyaseti ve yürürlükteki sistem göz önünde bulundurulmadan yanıtlanamaz bana kalırsa. Yanılmıyorsam 2013-14 gibiydi, lümpen burjuvamız arşivini yok ettiği için başlığını hatırlamadığım bir Radikal İki yazısında, tüm muhalefet partilerinin ne yapıp edip seçim ittifakı yapması gerektiği, aksi takdirde herhangi bir seçimin kazanılamayacağını ileri sürmüştüm. Seçim yaklaşınca partiler bir-iki ilke çerçevesinde bir araya gelir, gerekirse ortak liste dahil türlü liste biçimi üzerinde uzlaşır ve seçim sonrasında herkes kendi yoluna bakar. O zaman yüzde 10, şimdi yüzde 7 olan seçim barajı küçük partilerin vekillik kazanmasına engel, oyları çöpe gidiyor. Bağımsız adaylık bir seçenek tabii ama o da iyi örgütlenmeli.
Neden gerekliydi; çünkü 2007 seçimi ardından AKP artık eski merkez sağı da içeriyordu. Bugün İYİP’in kapsamaya çalıştığı ama şu ana dek yapamadığı, belki CHP’nin biraz yaklaştığı merkez sağ siyaseti. Geriye 2002’de baraj altı kalan, 2007’de yeniden meclise giren MHP kaldı ve diğer koalisyonlardan umut kalmayınca MHP ile de 2015’te ittifak kurdu. 2017’de kabul edilen hükümet sistemi, iki büyük çatı altı altında toplanmayı salt siyasi bir tercih olmaktan çıkardı. Partiler seçim kazanmak istiyorsa birbirleriyle ittifak kurmak zorundalar. Önce MHP, ardından AKP’den kopanlar, ittifak siyasetinin yolunu açtı.
Burada mesele, ittifakın yalnızca seçime yönelik mi, yoksa bir yönetim biçimi-üslubu ve yönetici grup vadeden bir ittifak mı olacağıydı. İki tercihin de olumlu ve olumsuz yanları bulunabilir. Kılıçdaroğlu ikincisini, uzun vadeli olanı seçti. Bir süredir, söz konusu tercihin ve ortak listenin, Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını dayatmak için başvurduğu bir yol olduğu yönünde yorumlar yapılıyor. Adaylığı çok istediğine kuşku duymamakla birlikte, ittifakın kendisinin tümüyle adaylığa yönelik bir kurgu olduğunu sanmıyorum. Bu iddiayı dile getirenlerin konuya ilişkin bilgi ve duyumlarına sahip değilim.
Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu masa ile uzun süredir CHP içinde ve siyasette gerçekleştirmeye çalıştığı değişimin niteliği arasında bir bağ olduğunu söylemek mümkün. Bir üslup, dil değişikliği gerektiğini, kamuoyundaki CHP algısını değiştirmenin zorunluluğunu fark edip bu yönde hareket etmeye başladı ve farklı kesimleri bir araya getirme konusunda çok başarısız olduğunu söylemek güç. Ancak muhafazakâr muhitle kurmaya çalıştığı (ki kurulması gerektiğine kuşku yok) ilişkinin yordamı ilk günden itibaren biraz sorunluydu, bu konu başka bir yazının konusu olacak.
Şu ya da bu gerekçeyle, altı siyasetçinin bir aradalığı belli açılardan işlev gördü. Ancak seçim ortaklığını aşan bu birliktelik ilk günden itibaren prosedüre ve kırtasiyeye boğuldu ne yazık ki. Kendilerine yaptıkları en büyük kötülüklerden birinin bu olduğunu düşünüyorum. Henüz birkaç ay önce otellerde yapılan o kalabalık ‘lansmanları’, birkaç bin maddelik metinleri, anayasa önerilerini hatırlayan kaldı mı? İttifakın en ciddi propaganda malzemesinin ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ oluşu! Telaffuz etmenin güç dahi olduğu ve kimsenin anlamadığı bu terimlerle bir propaganda süreci yaşanması pek akıl kârı değildi doğrusu. Bizim anayasacılığımızın-hukukçuluğumuzun da rahatsızlıklarından biri olan, sorunlara ‘teknik çözüm hevesi’ ittifakı da esir aldı ne yazık ki. Liyakat, üniversite hocaları, Rifkin (sahi, ne oldu o adam?), yurt dışı gezileri…
İttifakın dağınık izlenim uyandırmasındaki nedenlerden biri de, liderlerin cumhurbaşkanı yardımcısı olacağının açıklanmasıydı. Belediye başkanları da eklenince, “Sekiz kişi nasıl yönetecek?” sorusu boş kaygı olmaktan çıktı. Dağınıklık görüntüsü ve söylem uyuşmazlığı süreç boyunca devam etti. Deprem sonrasında Kılıçdaroğlu daha güçlü bir performans sergiledi, iki belediye başkanı (özellikle İmamoğlu) kampanyaya enerji verdi; ancak son güne dek, ‘Saadet Partisi dışında diğer dört partinin yeteri kadar çaba harcamadığı’ iddiaları devam etti. Altı parti ittifak yapsa da genel kanaat, hiçbir zaman tam anlamıyla müttefik olmadıkları, o hukuka uygun davranmadıkları yönündeydi. Seçim sonrasında pekişen bir kanı bu. Bu arada… Kılıçdaroğlu aday oldu ve kazanacağını düşündü, doğru, ancak ne kadar çaba harcadıkları belli olmayan diğer partilerin yenilgi ardından gökyüzüne bakıp ıslık çalmaları da, hakikaten pek acayip. Üstelik, TBMM de kaybedilmişken.
Bir şey gerçekleştikten sonra, eğer “Başka türlü bir şey olsa nasıl sonuç verirdi?” nevi sorular iyidir hoştur, ancak çok sayıda olgu, değişken ve koşulların öngörülemezliği nedeniyle, yanıtlanması güçtür. ‘Kurulan’ ittifakın dağınık bir görüntü verdiği ve gerçek yaşamda karşılığı olmayan kavram ve tartışmalarla fazlaca oyalandığı ise bir gerçek.
“İttifak üyeleri müttefik miydi?” sorusu diğer ittifaklar için de sorulabilir. Milliyetçi ittifak malum; “Plana sadık kal” gibi, ergenlik günlerinde kalması gereken sözüm ona gizemli ifadelerle gündem olan biri yüzde 5 oy aldı, bunun hüznü ülkeye yeter. Yeri gelmişken, bu insanlara bakıp “Milliyetçilik bu değil” diyenler, umuyorum bir gün milliyetçiliğin ne olduğunu anlatırlar, cümlemiz yararlanırız.
Yeşil Sol/HDP ile TİP arasındaki ittifak ilişkisi çok konuşulacağa benziyor; umalım ki sol siyaset içindeki yeni ‘yetmez ama evet’ kangreni bu ittifak deneyimi olmasın! Şimdilik bir cümle: Kürt siyasal hareketinin parlamentoda temsil edilmesi de, TİP’in bir milyona yakın oy alması da bu ülke için önemli; değerini bilip, iyi hoş olan her ne varsa çoğaltmaya çalışmakta yarar var.
Eleştiri yazıları devam edecek…
Yazı önerileri:
- Gözümden kaçan bir Gündüz Vassaf yazısını sağolsun sevgili Ünsan Ünlü hatırlattı. Gündüz Vassaf, yazılarından büyük zevk aldığım, öğrendiğim bir düşünür ve ‘Türümüzün Masalları’ başlıklı yazısını okumanızı dileyerek buraya bırakıyorum.
- Yine zamanında fark etmediğim bir yazıyı, bu kez kendim keşfettim! Güncel siyaset dışında güzel bir yazı okumak isteyenler için. Selin Nasi yazmış, ‘Her evin kilitli bir odası vardır.’