ARTHUR DIDIER DEREN
Yabancı basında sıklıkla Türkiye’deki gazeteciliğin umutsuz bir durumda olduğu belirtiliyor ve genelde analizler çarpıcı başlıklardan ve kaç gazetecinin tutuklandığının vurgulanmasından ibaret oluyor. Eğer Türkiye’deki gazeteciliğin eleştirilmesi gerekiyorsa, uzaktan ahkam kesmek durumun tam anlaşılmasına yardımcı olmaz. Peki sahada çalışan yabancı gazeteciler bu konuda ne düşünüyor?
Dünyanın farklı yerlerinden büyük basın kuruluşları için veya serbest şekilde çalışan yabancı gazetecilerle Türkiye’deki deneyimlerini ve Türk medyası hakkındaki fikirlerini konuştuk.
Söyleşi dizimiz İtalyan Gazeteci Ajansı’nın (AGI) Türkiye muhabiri Giuseppe Didonna ile devam ediyor…
Giuseppe Didonna, İtalyan Gazeteci Ajansı (AGI)’nın Türkiye muhabiridir. Türkiye’de okuduktan sonra, 2014 yılında burada gazeteci olarak çalışmaya başladı.
( 5 Şubat 2019 tarihli röportaj)
Türkiye’ye yerleştiğinizden bu yana ağırlıklı olarak hangi konular üzerinde yazıyorsunuz?
Politika, jeopolitik ve ekonomi üzerine yazıyorum. Son zamanlarda Türkiye’de yaşanmış bazı önemli olaylar hakkında da yazdım; terör saldırıları, darbe girişimi gibi. Şimdiyse başlıca Kürt sorunu, mülteciler ve Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları hakkında yazıyorum.
Türkiye’deki yabancı gazeteciler kendi aralarında işbirliği yapıyor mu? Yerel gazetecilerden de yardım alıyor musunuz?
Evet, tabii ki. Bir süre sonra kendi ‘network’ünüzü geliştirmeye başlıyorsunuz. Gazetecilerin kendi aralarında kurdukları WhatsApp gruplarına pek inanmıyorum. İnsanlar bu gruplar üzerinde asıl önemli olanı paylaşmıyorlar, arkadaşlarıyla yapıyorlar bunu daha çok. Aynı anda aynı yerde olduğumuzda birbirimize yardım ediyoruz, Afrin’de olduğu gibi. Onun dışında bazı alanlara erişim gibi pratik şeyler için de aramızda iletişim oluyor. Ayrıca Türk gazeteciler arasında, bana yardım etmeye istekli iyi arkadaşlarım da var.
Türkiye’de çalışmaya başladığınızdan beri gazeteciliğin uygulanmasında herhangi bir değişiklik fark ettiniz mi?
Olağanüstü hal sırasında her şey biraz daha zordu. Herkes daha dikkatli davranıyordu. Birkaç kez yanlış zamanda yanlış yerde bulunduğum için Türk polisiyle sıkıntı yaşadım. Türk basın kartımı gösterdiğimde ise asla umurlarında olmadı. Ama nihayetinde, bu ülkede anladığım bir şey varsa o da hiçbir şeyin çok fazla sürmediği. Geldiğimde işler daha kolaydı, şimdi ise biraz daha iyi, arada ise zor bir dönem geçirdik. Ama bazı şeylerin değiştiğini kabul etmeli ve değişen koşullara ayak uydurmalıyız.
Sizce nedir bu kurallar?
En önemlisi, sana söylendiği zaman zarfı içerisinde iyi akreditasyonları almak. Mesela, İdlib’de kimyasal saldırılar olduğunda, bir çok Suriyeli tedavi görmek için Türkiye’ye getirildi. Türk hükümeti de bulundukları yerlere erişim sağlayabilmeleri için tüm gazetecilere özel onay belgesi almaları gerektiğiyle ilgili bir mail gönderdi. Aynı gün orada izin belgesi olmayan bir İtalyan gazeteci yakalandı ve sınır dışı edilmeden önce iki hafta beklemesi gerekti. Tabii ki gazetecilerin böyle durumlarla karşılaşması bir sorun, fakat konulmuş kurallar var. Bu tarz durumlar olağanüstü hal sırasında yaşandı ve konulan kurallardan bir tanesi de buydu. Bunun dışında örneğin kibar davranmanız gereken bazı insanlar ve acil durumlarda temasa geçmek için ihtiyacınız olan bazı kişilere de olması gerekiyor.
Bu kuralların dışında, Türkiye’de yabancı bir gazeteci olmanın dikkatli olmayı gerektirdiğini düşünüyor musunuz?
Elbette, dikkatli olmamızı gerektiren bazı durumlar var , ama aynı zamanda bu da işimizin bir parçası. Türkiye’de gazetecilik yapmak, İngiltere’de gazetecilik yapmaktan farklı. İngiltere’ye gidip kraliyet ailesi hakkında haberler yapmayı seçebilirsiniz ve hiçbir sorun yaşamazsınız. Ama buraya, Suriye’yle olan 900 km sınırı olan, PKK ile devam çatışmaların devam ettiği ve iki buçuk yıl önce bir darbe girişimi yaşayan bir ülkeye gelmeyi tercih ediyorsanız, bence dikkatli olmak zorunda kalmanız normal bir durum. Türkiye çok fazla dikkat çeken bir ülke ve buradan bildiren bir muhabir olarak siz de çok dikkat çekiyorsunuz. Bu nedenle de daha fazla baskı hissediyorsunuz.
Yani tabii ki dikkatli olmak zorundayız, ama her şeyin bir bedeli var. Burada çok önemli olaylar oldu. Putin ile Erdoğan son 13 ayda dokuz kez bir araya geldi. Bir İtalyan başbakanının Putin ile en son ne zaman görüştüğünü bile hatırlamıyorum. Bunun bir anlamı var. Böyle bir durumdan siz ne beklerdiniz?
Basın kartları baskı için kullanılıyor ve bu adil değil
Türkiye’deki yabancı gazetecilerin durumunun hükümet tarafından uygulanan aktif politikadan çok ülkenin gergin ortamına bağlı olduğunu söyleyebilir misiniz?
Bence buradaki çoğu yabancı gazeteci kendi kendilerini korkutuyorlar. Biraz paranoya var. Türk medyası üzerinde çok daha ağır bir baskı olduğu için ben yabancı gazetecilerin son yıllarda bu konuyu az da olsa abarttıklarını düşünüyorum. Ülkenizin Türkiye ile kötü siyasi ilişkilerinin olması, bu ülkeden gelen bir yabancı gazeteci olarak tehlikede olacağınız anlamına gelmiyor,
Öte yandan yakın zamanda basın akrtlarının bir baskı unsuru olarak nasıl kullanılabildiğini gördük: “Dikkatli ol yoksa akreditasyonun yenilenmez”. Son olaylarda görülen bu tarz bir uyarı adil değil ve kesinlikle kabul edilemez. Ben hala reddedilen başvuruların yönetimsel değişikliklerden kaynaklandığını umuyorum. Umarım geri adım atılır ve reddedilen başvuru sahiplerine basın kartları verilir. Fakat baskı unsuru orada durmaya devam ediyor çünkü eğer basın kartınız yoksa ne çalışabilir ne de oturma izinlerimizi yenileyebiliriz. Yani ‘game over’. Eğer bir başvuru reddediliyorsa da en azından bunun için resmi bir neden gösterilmelidir, yoksa bu kural koymaktan çıkar ve bir tür tehdide dönüşür.
Bir tarafta hükümetin tercihleri var, diğer tarafta da bazen haberleri yayınlansın diye gazetecilerin ülkeyi gözü kapalı şekilde eleştirdiğini görüyoruz. Diğer meslektaşlarımı suçlamak istemiyorum, ama suçladığım şu, bazı basın mensuplarının kendini öne çıkarmak için bunu yapıyor olması. Ve bu yaptıkları basının genel durumunun iyileşmesine bir katkı sağlamıyor. Türkiye hakkında adil bir şekilde haber yapabilmek için burada yaşamalı ve ülkeyi anlamalısınız.
Fakat tekrar vurgulayacak olursak, bence asıl baskı Türk gazetecilerin omuzlarında ve asıl mesele burada.
Türk hükümetini güvenilir bir bilgi kaynağı olarak görüyor musunuz?
Hayır, hükümet yetkilileriyle iletişim halinde olabilirsiniz, fakat bilgi alamazsınız. Başkan ve Bakanlar ile doğrudan bir temasımız yok. Daha düşük düzey temaslarımız var. Basın ofisleriyle konuşuyoruz, ancak onları eleştireceğimizi düşündükleri için şüpheleniyorlar. Yaptıklarını doğru bulmuyorum, ama onları anlayabiliyorum.
Avrupa’da, Türkiye’yi eleştirirseniz makalelerinizi satmanız o kadar kolaylaşır. Örneğin burada, Avrupa ülkelerinin hiç birinde görmediğim, mülteciler için en iyi entegrasyon sistemi var. Ama bunu yazamazsınız, çünkü satmaz ve kimse de okumak istemez. Yani sonuç olarak, Türk hükümeti bu konuda yardımcı olmuyor. Sadece onlar için de uygun olduğunda yardımcı olabiliyorlar. Sana, ne söylenmesini istediklerini söylerler. Zaman zaman da organizasyonel sorunlar olabiliyor.
Politikacılar dışında, insanlar konuşmaya istekliler mi?
Korkuyorlar. Özellikle olağanüstü hal esnasında büyük bir korku vardı. Hele ki kamera gördüklerinde, korkuları artıyor. Bazı insanlar, kamera olduğunda hükümete dokunacak bir şeyler yapmadıkları ve söylemedikleri halde haberde görüntülenmek istemiyor.
Türk basını hakkındaki düşünceleriniz neler?
Türk basınının hala ilginç taraflarının olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda geliştirilen bağımsız medya kuruluşları önemli girişimlerdir. Büyük gazetelerden gelen gazeteciler, bu platformlara bilgilerini ve organizasyonlarını getiriyorlar. Ayrıca, bu platformların genel durumu da giderek daha iyiye gidiyor.
Bu yeni bağımsız medya kuruluşları ile tradisyonel gazeteler arasında bir farklılık görüyor musunuz?
Esas olarak nasıl bir haber aradığınızla ilgili çünkü herkes en önemli haberleri veriyor.
Cumhuriyet, örneğin, hala en iyi haberleri yapıyor, en iyi örnekleri veriyor ve mevcut durumdan memnun olmayan toplumun bu kısmı hakkında en iyi istatistikleri sağlıyor.
Hürriyet’in daha politik ve uluslararası bir yaklaşımı var.
Diken ise daha çok basın özgürlüğü, insan haklarının ihlali, sivil toplum ihlalleri konularına dikkat çekiyor. Örneğin, Alman gazeteci (Deniz Yücel) serbest bırakıldığında ve Almanya’ya gönderildiğinde, Diken, konuyla ilgili en hızlı ve en iyi haber yapan mecraydı. Sonrasında diğer basın kuruluşları tarafından takip edildi.