ARTHUR DIDIER DEREN
Yabancı basında sıklıkla Türkiye’deki gazeteciliğin umutsuz bir durumda olduğu belirtiliyor ve genelde analizler çarpıcı başlıklardan ve kaç gazetecinin tutuklandığının vurgulanmasından ibaret oluyor. Eğer Türkiye’deki gazeteciliğin eleştirilmesi gerekiyorsa, uzaktan ahkam kesmek durumun tam anlaşılmasına yardımcı olmaz. Peki sahada çalışan yabancı gazeteciler bu konuda ne düşünüyor?
Dünyanın farklı yerlerinden büyük basın kuruluşları için veya serbest şekilde çalışan yabancı gazetecilerle Türkiye’deki deneyimlerini ve Türk medyası hakkındaki fikirlerini konuştuk.
Söyleşi dizimiz 2014 yılından bu yana Fransız bir gazetenin Türkiye muhabirliğini yapan ve isminin yayınlanmasını istemeyen Fransız bir gazeteciyle devam ediyor.

İstanbul merkezli çalışmaya başladığınızdan beri genel olarak hangi konular hakkında yazıyorsunuz?
Şu anda yazdığım medya kuruluşu için çalışmaya yeni başladım, dolayısıyla hala tam olarak ne istediklerini bilmiyorum. Siyasi, sosyal ve kültürel haberleri takip etmem istendi. Sınırda bir şey yaşanırsa [Suriye sınırı], sanırım oraya da gitmem gerekir.
Size izlemeniz gereken konular ve bunları ele almanız gereken bakış açısı hakkında direktifler veriyorlar mı?
Hayır, Türkiye’yi bildiğimizi kabul ediyorlar ve de neyin ilginç olup neyin olmadığını bildiğimizi. Ben sol eğilimli medya için çalışıyorum, yani (Cumhurbaşkanı Tayyip) Erdoğan’ı savunmayacağımı varsayıyorlar. Bazen spesifik konulara odaklanmamı isteyebiliyorlar. Mesela, çalıştığım kurumlardan biri bilhassa işçilerin haklarıyla ilgileniyordu. Eylülde İstanbul Havalimanı’nda bir grev vardı. Onlar için bu olay hakkında bir şey yazdım. Ama genel olarak bağlı kalınması gereken bir çerçeve yok.
Türkiye’deki yabancı gazeteciler aralarında işbirliği yapıyor mu? Yerel gazetecilerden yardım alıyor musunuz?
Aramızda bir dayanışma var. Bazen -örneğin 2017 Mart Adalet Yürüyüşü sırasında olduğu gibi- aynı konuda çalıştığımız zaman birbirimize yardım ediyoruz. Şahane olan İstanbul’da gazeteciler arasında herhangi bir rekabetin olmaması, Erbil’de veya Yeni Delhi’de de böyleydi. Türk gazetecilerlle daha sık çalışıyorum. 2016’da güneydoğuda çalışırken mesela, iki Türk fotoğrafçıyla işbirliği yaptım. Bunun birçok sebebi vardı. İlk olarak bölgeye vakıflar var, ben değilim. Dolayısıyla benim yanlış bir şey söylememi engelliyorlardı. Sonrasında hikayeyi zenginleştirmek için salt gerekli olan yazıyı ve fotoğraflamayı yapıyorum. Yerel gazeteciler ise haberi daha çok takip ediyor, daha çok bilgilendiriliyorlar, özellikle baskı olayları ve siyaset konusunda. Kişisel bir tecrübeniz olması çok önemli, bu yüzden onların görüşlerini almaya çalışıyorum.
Bazı hükümet yetkilileri konuşmaya korkuyor
Bilgi edinmek açısından Türk hükümetini güvenilir bir kaynak olarak görüyor musunuz?
Kişisel olarak, ben hükümeti yasal ve meşru otorite olarak kabul ediyorum çünkü seçimle işbaşına gelmiş. Eğer bir demokrasi olduklarını ve çoğunluğu temsil ettiklerini iddia ediyorlarsa benim de gidip onlarla konuşmam gerekir.
Sorun şu ki hükümetin ve AKP’nin bazı temsilcileri konuşmaya yanaşmayabiliyor, çünkü söylememeleri gereken veya partinin çizgisiyle uyuşmayan şeyleri söyleyip kendilerini tehlikeye atmak istemiyorlar. Ben bazılarının korktuğunu ve öne çıkmak istemediklerini düşünüyorum. Kaldı ki, uluslararası medya rejimin gözünde olumlu bir itibara sahip değil. Bazı yerleşmiş fikirler var, Kürtleri onlardan daha çok sevdiğimiz, emperyalist yaklaşım içinde olduğumuz gibi yerleşmiş fikirler bunlar.
Türkiye’de çalışmaya başladığınızdan beri gazeteciliğin icrasında herhangi bir değişiklik gözlemlediniz mi?
Gezi olayları sonrasındaki süreçte geldim Türkiye’ye, [7] Haziran 2015 [genel] seçimleri yaklaşıyordu ve güneydoğudaki barış görüşmeleri hala devam ediyordu. Bu yüzden o dönemde ortam sakindi. Zamanla gerginlik arttı fakat yazmak yine de epey kolaydı. Güneydoğudaki çekişmenin devam ettiği andan itibaren Türk gazetecilere karşı baskı ivme kazandı, bir sürü tutuklama oldu. Çifte vatandaşlığı olan gazeteciler bile hapse atıldı. Sonuç olarak biz de daha dikkatli olmaya başladık, özellikle kaynak kullanımı hususunda. Giderek daha da titizleştim ve bana verilen bazı bilgileri, kaynaklarımı zora sokmadan kullandığımdan emin olmaya çalıştım. Ama bu son aylarda ortalık sakinleşti. Sokakta röportaj yaptığım insanlar, muhafazakar insanlar bile, daha az savunmacı yanıtlar veriyor ve daha az şüpheciler. Bence bunun sebebi rejimin daha konsolide hale gelmesi ve eskiye nazaran daha az tehlikede olması – zaten eskiden de öyle ciddi bir tehlikede değildi rejim.
Türkiye’de gazeteci olmayı daha önce çalıştığınız diğer ülkelerdeki deneyimlerinizle karşılaştırabilir misiniz?
Türkiye’de çalıştığım kadar başka hiçbir ülkede çalışmadım, o yüzden uzun vadeli bir kıyas yapamam. İlk işim Hindistan’daydı. Orada basın kartı almak çok çetrefilli. Gazetecilerin dörtte üçü turist vizesiyle veya Nepal ya da Pakistan’dan alınan ‘visa run’ ile (turist vizesinin süresi bittiği için bulunulan ülkeden çıkıp komşu ülkeden alınan vize ile geri gitme işlemi) çalışıyor. Yani orada da başka türlü bir baskı vardı.
Türkiye’de akreditasyonunuzu aldığınız zaman çalışmanıza izin veriliyor. Tabii ki, ‘yazamayacağınız’ konular var, yetkililer tarafından izlendiğinizi hissediyorsunuz ve Ermenistan veya Kazakistan gibi bazı ülkelerde hissetmeyeceğiniz türden bir baskı var örneğin. Ama Türk yetkililer gazeteci olarak çalışmanıza izin veriyor. Hindistan’da her halükarda polisten kaçınmanız gerekiyor. Türkiye’de ise polisle yan yana bile çalışabiliyorum.
Türk basınına ilişkin düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?
Baskılanmış olmasına rağmen, muhalif Türk medyası hala hayatta. Cumhuriyet’in tekrar aşırı ulusalcı hale gelmesi artık muhalif medyanın var olmadığı anlamına gelmiyor. Fransız medyasının hemen ‘artık muhalif Türk medyasının olmadığını’ ilan etmesi inanılmaz, halüsinasyon görüyor gibiler. Bunun sebebi bazı (Fransız) medya kuruluşlarının bizim için şoke edici olan ama Türk insanı için o kadar da olmayan bazı Türk medya kuruluşlarını takip ediyor olması olabilir. Örneğin Sözcü son derece Kemalist olabilir ama Türkiye’de önemli bir Kemalist gelenek olduğunu hesaba katmamız gerekiyor.
Ben kişisel olarak Diken, Evrensel, T24 ve Birgün’ü takip ediyorum. Hükümet yanlısı yayın organlarını da takip ediyorum, aslında ilginçler. Bu hükümet yanlısı kuruluşları takip etmek önemli. Salt rejimin nabzını ölçmek için değil, Yeni Şafak ve Akit gibi gazeteler AKP içinde var olan farklı eğilimleri temsil ediyor ve bu kuruluşların haberleri sıklıkla insanlara empoze ediliyor. Eğer biz, yabancı muhabirler olarak, bu yayınları takip etmezsek ülkenin gerçek imajını göremeyiz.
Bence Türkiye’de bir tür özgür diyebileceğimiz basın var, herkes tarafından otoriter olarak yansıtılan bir ülkede epey şaşırtıcı denebilecek derin hikayeleri ve soruşturmaları yazan gazeteciler var. Örneğin, Antalya bölgesinde cinayete kurban giden bir çevre aktivisti hakkında kapsamlı bir araştırma gördüm. Polis davanın üzerini kapatmıştı ama basın işini yaptı.
Türk gazetecilerden öğreneceğimiz çok şey var
Türk bağımsız medya kuruluşları ile geleneksel gazeteler arasında içeriksel bir fark görüyor musunuz?
Cumhuriyet gibi gazeteler eski usul gazeteciliği sürdürüyor ama bu durum onları iyi gazetecilik yapmaktan alıkoymuyor, görüldüğü üzere. Diken gibi oluşumlar masaya yeni fikirler getiriyor. Böyle yeni yayın organlarının zamanında Cumhuriyet’te veya Hürriyet’te çalışmış gazeteciler tarafından kurulması onların oralarda tatmin olmadığını ve değişik bir şeye ihtiyaç duyduklarını gösteriyor. Yeni bakış açıları getiriyorlar. Geleneksel gazetelerin ya baskılanmış ya da satın alınmış olduklarını düşünürsek, onlar artık ‘mimli’ ve ifade alanları epeyce kısıtlandı. Yeni platformların çıkması şart çünkü bu büyük medya gruplarını da hareketlenmeye itiyor. Toplumu sorgulamaya itiyor. Gazetecilerin yeni şeyler yaratması medyayı kendini sorgulamaya itiyor, bu Türkiye’de ve herhangi başka bir ülkede çok önemli ve yapılması gereken bir şey. Fransa’da Mediapart’ın yeni soruşturma yolları ve daha uzun hikayelerle yeni bir format sunarak çıkması basının eleştirilmesine katkı sağladı. Türk medyası hakkında bir şey daha eklemek istiyorum. Çalıştıkları şartları da düşünürsek, hassas konularda yazan muhalif gazeteciler kaynaklarının güvenirliliği konusunda daha titiz olmaya başladı. Çünkü hata yapmayı göze alamayacaklarını biliyorlar. Bu durum işlerini daha titiz hale getiriyor. Türk gazetecilerden öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyorum.