KEMAL ŞAHİN*
Sevgili İlhan Çomak,
Senin söyleminle, 22 yıldır sana reva görülen ‘tutarlı kötülük’ün 1 Haziran’da son bulması dileğiyle mahpushaneye ulaştırdığım ‘Peder Bey’in Yargısı’na mukabil gönderdiğin, ‘Sadece kediler sırnaşsın diye iyi okumalar…’ dileğini içeren ‘Kedilerin Yazdığı İlahi’ isimli şiir kitabın ve mektubun bir hafta önce ‘adliyenin karanlığı’na bir güneş huzmesi gibi vurdu…
Kitabını açar açmaz gözlerim ithaf bölümündeki iki kelimede kaldı…’Anne ve Babama…’ Evet ‘Kedilerin Yazdığı İlahi’yi en çok hak eden annen ve baban…Nedenine gelince, 22 yıllık ‘tutarlı kötülük’, en çok acıyı onlara yaşattı da ondan. Doğaldır ki evlatlar en çok da anne ve babalarına, özellikle de annelerine acı verir.
Siyasi tutsaklar ve anneleri, bana hep, Antonio Gramsci’nin, 10 Mayıs 1928’de Mussolini’nin mahpushanesinden annesine yazdığı mektubu anımsatır. Bir kez daha onu anımsadım. Çocukluk arkadaşlarının çağırdığı isimle Nino, şöyle diyordu annesine: “… Sevgili annem, gerçekten şimdi seni sıkı sıkı sarmak isterdim, benim seni ne kadar sevdiğimi hissedesin, sana verdiğim bu acıyı teselli etmeyi ne kadar istediğimi anlayasın isterdim. Ama yapamıyorum. Yaşam böyle, çok zor, bazen oğullar onur ve şereflerini korumak istiyorlarsa, annelerine büyük acılar vermeleri gerekiyor.”
Faşist rejimlerin, acı bir gerçeği de bu olsa gerek, hangi zaman ya da mekanda olursa olsun değişmiyor. Bu coğrafyada da, onur ve şereflerini korumak isteyen evlatlar annelerine acılar vermeye devam ediyor, tıpkı senin gibi… Ve de tüm siyasi tutsaklar gibi…
Sevgili İlhan Çomak,
Bir yandan ‘buram buram’ 22 yıllık ‘tutarlı kötülük’ kokan, diğer yandan da kadim insani değerleri fazlasıyla içselleştirdiğini belli eden mektubundaki birkaç hususa cevap vermek isterdim. Ancak, bu mekanda bu mümkün değil. Lakin, 22 yıllık ‘tutarlı kötülük’le yargı ve yargılama pratiğini özetleyen bir cümlen var ki; yüreğimin en derinine yerleşti, adeta orada dondu, kaldı…
Bendenizi kastederek “Bir hakimle, ilk kez insani bir temasta bulunuyorum” demişsin. Mektubunu defalarca okudum, ama bu cümleni daha defalarca okudum. Sonrasında 1994 yılında tutuklanmana karar veren ilk yargıçtan, hükümlülüğünün devamına karar veren yargıçlar ve tutukluluğunun devamına karar veren yargıçların -22 yıldır tutuklu mu ya da hükümlü mü olmana henüz karar verememeleri ayrı bir sorun olmakla birlikte- hepsine bir göz attım. 22 yıllık ‘tutarlı kötülük’ün inşasında ‘emeği’ geçen onlarca yargıç karşıma çıktı. Dışarıdan bakınca, hepsi de toplumdaki farklılıklara tekabül eden farklı yargıçlar gibi geliyor. Ancak, tüm bu yargıçlar, birbirinden farklı görünse de ‘güç’ ve’iktidar’lar karşısında tercihsiz oluşları ve muhaliflerin, sistemin dışında tutulmasında araçsallaşmalarının yanında, çok önemli bir ortak noktaları daha var. Onu da sen yakalamışsın. O da, 22 yılda onlarca yargıçtan birisiyle dahi insani bir temas kuramamış olman; daha doğrusu, 22 yıldır seni ‘yargılayan’ yargıçların bir tekinin dahi seninle insani bir temas kuramamış olması.
Nedeni nedir biliyor musun? Açıklayayım: Türkiye’de yargılama insani değildir. Başka bir deyişle, dava dosyalarında insan yoktur. İnsanlar, yargıçlar için sadece ve sadece gelen dosya, çıkan karar sayısı vs. gibi istatiki bilgileri ifade eder. Bunun dışında bir anlam taşımaz. Onun için, kadim zihniyet bu olduğu sürece, yargıçların insanlarla ya da insanların yargıçlarla insani bir temasta bulunmaları imkansız. Söz konusu, senin gibi siyasal sistemin düşman olarak gördükleri olunca da, bu daha da bir imkansızlığa varır. Böyle durumlarda yargılamanın insani olmamasının ötesinde, yargılamanın kendisi yoktur.
“Bir hakimle ilk defa temasta bulunuyorum” cümlendeki siteminde yerden göğe kadar haklısın. Lakin şunu bilmeni isterim ki 22 yıldır insani temas yakalayamadığın onlarca yargıcın, birbirleriyle, hatta kendi kendileriyle de insani temasları yoktur. Sen çok iyi bilirsin ki insani temas samimi ve sahici ilişkilerden doğar. Oysa ki yargı alanı, samimiyet ve sahicilik alanı değil, sahtelikler alanıdır. Ayrıca, yargıçların, yargı alanı dışında da bir yaşamları yoktur. Çünkü, Türkiye Adalet Akademisi’nde kurgulanan, lojman-servis-adliye ‘toplumsal ölüm üçgeni’nde sahnelenen ve heba edilen bir ‘yaşam’ söz konusudur. Bak, buna ilişkin bir anımı anlatayım…
2011 yılında İstanbul’a ilk geldiğimde, ortak bir arkadaşımızın tavsiyesiyle ilk gün bir meslektaşımı ziyarete gitmiştim. Sohbet esnasında, kendisine “İstanbul’da yaşamınız nasıl gidiyor?’ diye sormuştum. Şöyle yanıt vermişti: “Tütün işçileri gibiyiz. Sabah servis bizi lojmandan alıyor, adliyeye getiriyor, mesai bitiminde tekrar bizi adliyeden alıyor, lojmana bırakıyor.” Bunun üzerine ben de kendisine “Tütün işçileri bizden şanslı, durumları bizden iyi. Hiç olmazsa tütün işçileri, tarlada börtü böcekle, bitkiyle, toprakla temas ediyor. Yani doğayla temasları var. Halkla teması olmayan biz yargıçlar bu temastan da yoksunuz” demiştim.
Sevgili İlhan Çomak,
Senin anlayacağın, ‘güç’ ve ‘iktidar’lar dışındaki her şeyle temassızlığın yol açtığı bir beyinsel sefalet yargı alanına egemen. Dahası, beyinsel sefalet, vicdani sefalete yol açmış durumda. Bu nedenle, beyin ve vicdan olarak sersefil bir ‘yaşam’dan insani bir temas beklemek nafile. Ama yine de umudu kaybetmemek gerek. Bakarsın 1 Haziran’da bir kez daha karşılarına çıkacağın yargıçlar, bizatihi kendilerinin de insan olduklarını fark ederler ve seninle 22 yıl sonra da olsa, bir insani temas kurarlar! Ya da temas kurdukları tek şey olan yargının merkezi karargahlarındaki ‘güç’ ve‘iktidar’ların gaipten bir işaretini alırlar! Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vs. davalarında olduğu gibi…
Sevgili İlhan Çomak
‘Ötekiler’in dostu Hasan Ali Toptaş ‘Geçmiş Şimdi Gelecek’te der ki: “İnsan gençliğini geçmişe uğurlayınca en çok kendi kendisiyle hesaplaşıyor.” Senin gençliğin de geçmişe ‘uğurlandı.’ Ama, senin gençliğini sen değil, yargıçlar geçmişe ‘uğurladı.’ Burada, kendi kendileriyle hesaplaşması gereken yargıçlardır, sen değilsin. Bu minvalde, 1 Haziran’da, yargıçların kendi kendileriyle hesaplaşmalarını ve sistemin seninle olan ‘hesaplaşması’nda bir araç işlevi görmekten artık vazgeçmelerini umut ediyorum…
Ayrıca, 1 Haziran saat 13:30’da Çağlayan 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, kendilerini insan hisseden yurttaşlarca yalnız bırakılmayacağını umut ediyorum…
Son olarak da şiirlerini özgürce yazmanı ve ‘avluyu aydınlatan ay ışığı’nın sana da uğramasını diliyorum…
Sevgi ve selamlarımı gönderiyorum, dışarıda seni karşılamaları için…
*Yargıç