TUNCA ÖĞRETEN
@tuncaogreten | tunca.ogreten@mail.com
Parmağını ısırması üzerine gayriihtiyari bir refleksle beslediği kuşun canını yakan adamın tüm günü zehir olmuştur. Kızar kendine. İçi içini yer… İki avucu arasına alır küçük kuşu ve gözyaşlarıyla şöyle haykırır: “Canın bana emanetti. Nasıl yakabildim senin canını. Affet beni. Bundan sonra değil parmağımı ısırsan, gözümü çıkarsan da ses etmem.”
Küçük bir kuşun canını yaktığı için ondan af dileyen bu adam, hakkındaki hüküm bozulmuş olmasına rağmen 22 yıldır tutuklu yargılanan ve yarın (12 Nisan Salı) yeniden hakim karşısına çıkacak İlhan Çomak’tan başkası değil.
1994 yılında, henüz 21 yaşındayken ‘örgüt adına orman yakma’ ve ‘bölücü faaliyette bulunma’ iddiasıyla tutuklanan Çomak, 16 gün boyunca gördüğü işkence sonrası kendisine sunulan polis fezlekelerini imzaladı. Daha sonra bu belgeleri mahkemede reddetse de Çomak hakkındaki kararını Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) altı yıl sonra duyurabildi.
DGM, ‘devletin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemlerde bulunmak’ gerekçesiyle önce idam, sonra da Çomak’ın ‘iyi hali’ni dikkate alarak müebbet hapis cezası verdi. Çomak, ‘orman yakmak’ suçlamasındansa beraat etti.
Ceza Yargıtay tarafından 2000’de onandı. 2001’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu Çomak. AİHM, Çomak’ı haklı bularak, ‘adil yargılanma hakkının ihlal edildiği’ne hükmetti ve Türkiye’yi tazminata mahkum etti. Çomak için ‘yeniden yargılanması’ için bağlayıcı karar çıktığındaysa zaten 11 yıldır tutukluydu.
Cezaevinde dört şiir kitabı yazdı
İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi, İlhan Çomak tutuklandıktan yaklaşık 20 yıl sonra yeniden yargılanmasına karar verdi ve 19 Aralık 2013’te hakim karşısına çıkarıldı. Ancak tahliye talebi reddedildi. Yeniden yargılandı ama 20 yıl önce işlediği varsayılan suçların delillerini karartabileceği şüphesiyle ‘tutuklu’ kaldı.
11 Mart 2014, 5 Eylül 2014 ve 1 Temmuz 2015’te üç kez daha duruşmaya çıktı ve her defasında tahliye talebi reddedildi. En son 22 Aralık 2015’te yapılan duruşmada da mahkeme aynı kararı verdi. 22 yıldır tutuklu olan ve şu an İzmir’deki Kırıklar F Tipi Cezaevi’nde tutulan Çomak’ın ‘Gitmeler Çiçek Kurusu’, ‘Açık Deniz’, ‘Günaydın Yeryüzü’ ve ‘Kedilerin Yazdığı İlahi’ isimli dört şiir kitabı bulunuyor.
12 Nisan Salı günü İstanbul Adliyesi’nde duruşması görülecek Çomak’ın üç kardeşiyle bir araya geldik. İlhan’ı, onun köyünde bıraktığı çocukluğunu, cezaevindeki yaşantısını ve hukuksuzluk karşısında ağzını bıçak açmayan bizi konuştuk.
‘Adalet Bakanı’nın özür dilemesi gerekirdi’
İlhan’ın Almanya’da yaşayan abisi Nazım Çomak’a, bazı suçlamalardan aklanmış olmasına, diğer suçlamalarla ilgili olarak da kesinleşmiş cezası olmamasına rağmen kardeşinin neden 22 yıldır tutuklu olduğunu sordum. Abi Çomak şu yanıtı verdi: “O yıllarda Kürt kentlerinde beyaz toroslar görevdeydi. Çok insanı katlettiler. Ancak Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde beyaz torosları devreye sokamadıkları için bu yolları tercih ediyorlardı. Amaçları; saçma sapan gerekçelerle Kürt kimliklerine sahip çıkan gençleri gözaltına almak, işkencelerden geçirmek ve tutuklamaktı. Böyle sindirmeye çalıştılar.”
Yıllardır çalmadık kapı bırakmayan Nazım Çomak sözlerine şöyle devam etti: “Aziz Yıldırım ve Salih Mirzabeyoğlu’nun yanı sıra, Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklanan ve daha sonra serbest bırakılanların durumuyla aynı İlhan’ınkisi. Mahkeme yasalara uymuyor. İlhan’ın dosyası tam bir fiyaskoya dönüştü. Ortada ne bir eylem var, ne adam öldürme, ne de silah… Demokratik bir hukuk devletinde yaşıyor olsak, Adalet Bakanı’nın çıkıp özür dilemesi gerekirdi.”
İlhan’ın salı günkü duruşmaya katılıp katılmayacağını ise diğer abi Cengiz yanıtladı. Cengiz Çomak, “Bundan önceki duruşmalara katıldı İlhan. Ancak umudunu yitirdiği için bu defaki duruşmaya gelecek mi bilmiyoruz. Bir de zor oluyor. Araçla getiriliyor ve araçta bazen iyi niyetli olmayan birine denk gelebiliyorsunuz. O zaman da gidiş-dönüş yolculuğu çok sancılı oluyor.”
Yeteri kadar dayanışma oldu mu?
Hukuksuz yargılanan tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül ile Beritan Canözer için yapılan/yaptığımız mücadeleyi hatırlattım ve dört kişilik kahve masamıza şu soruları bıraktım: “Neredeyse çeyrek asrı, yani Erdal Eren’in yaşından altı fazla, Deniz Gezmiş’inkinden üç eksik bir ömrü tutuklu geçiren İlhan için yeteri kadar dayanışma içerisinde olduk mu? Cezaevi önünde nöbet tuttuk mu?”
Soruyu İlhan’ın kızkardeşi Suna sahiplendi hemen, sitemkar bir gülümsemeyle. Ve şöyle devam etti: “Dündar ve Gül’e verilen desteğin 10’da biri İlhan için verilseydi, bugün bu masada oturuyor olmayacaktık. Bugün eğer Sur’da, Cizre’de katliamlar yaşanıyorsa bunun sebebi de batının sessiz kalmasıdır. Sessiz kalınıyor acılara. İstiyoruz ki sesimiz herkese ulaşsın. İlhan da öyle diyor, ‘Yeter artık! Duyurun sesimi’ diyor. Kimse İlhan’ın mağduriyetini görmüyor, duymuyor. Kamuoyu, aydınlar, gazeteciler, akademisyenler sahip çıkarsa İlhan’ı çekip alırız onların elinden. Duruşmalardan bir gün önce ‘Yarın duruşması var’ diye yazmak, bir gün sonra da ‘Yine tahliye edilmedi’ demek dayanışma değil. Uzun süreli bir direnç gerekiyor. Yani yaraya tuz basılması gerekiyor…”
Sözü bir kez daha abi Nazım Çomak alıyor. Kendinden emin, ağır ağır konuşuyor: “Askeri vesayeti bitirmek isteyenler, 28 Şubat’ta mağdur olduklarını söyleyenler, bugün hala DGM’nin İlhan için verdiği kararı uygulamaya devam ediyor.”
’22 yılda üç bin kitap okudu’
Yaşanan acıyla empati kuramıyorum. Kelimeler boğazımda dolanıyor. “Nasıl olur? 22 sene bir hapiste nasıl geçer? Neler yapıyor?” diye gevelerken, acılarla yaşamaya alışmış Nazım Çomak yetişti imdadıma bir kez daha: “Bugüne kadar 3 bin civarında kitap okuduğunu biliyoruz. Şiir yazmaya devam ediyor. En büyük tutkusu şiir. Üç kişilik bir hücrede kalıyor.”
“Peki, siz nasıl yapıyorsunuz” diye sorduğumdaysa örülü, bir sabır nişanı gibi aklarla süslenmiş saçlarıyla karşımda duran ve Şahmaran’ı andıran Suna cevaba girişti: “10 dakika geç gelen otobüs için öfkelenen, sevdiği insan birkaç saat gecikince meraktan ölecek gibi olanlar kendilerini bizim yerimize koysun. Dile kolay, 22 yıldır bekliyoruz biz. Annem ile babam İzmir’deki evimizi hiç terk etmiyorlar mesela. Köye gidecekleri zaman ya çok kısa kalır, ya da biri gider. Çünkü telefon sesi hep tetiktedir evimizde. ‘İlhan’a bir şey mi yaptılar’, ‘Bir şeye ihtiyacı olur, acil gitmemiz gerekir’ gibi telaşlı sorular dolanıp durur evin duvarlarında. Ama yine de annem çok güçlü bir kadındır. Baskılar, cinayetler, işkenceler… En azından İlhan’ın hayatta olduğunu bilmesinden dahi güç buluyor, mutlu oluyor…”
Hepimizin içinin kan ağladığı bir sessizlik oluştu Suna’nın sözleriyle. Birazdan konuşmaya başlayacak ve İlhan’a dair bir anıyı anlatacak Cengiz Çomak’ın sözlerinin daha da ağır geleceğini o an tahmin edemedim. Geçen yaz bir ameliyat geçiren ve bir süre hastanede kalan İlhan’ın ağzından şu sözler dökülmüş zamanında: “Kaldığım hastane koğuşundaki pencereyi açtım. Asker bahçeyi suluyordu. Bir su birikintisi oluştu o an. Kuşlar cıvıldayarak o su birikintisinin başına geldi. Kimi su içti, kimi banyo yaptı. Sonra sulanan çiçeklerin kokusu girdi pencereden içeri, buram buram. Kaç yıl olmuştu hatırlamadım çiçekleri böyle doya doya koklamayalı. Bir yanda insanların sesi, bir yanda telaşlı araba kornaları. Korkunç güzeldi her şey. En çok uzun uzun yürümeyi özledim. Uzun uzun yürümeyi…”
Ailesinin deyimiyle hayatında henüz cep telefonu dahi görmemiş, dışarıda bıraktığı dünyayla içeride bildiği dünyanın birbirinden çok farklı olduğu ve hatta özgür kalsa uyum sorunu yaşayacak İlhan’ın duruşması yarın…
Ve unutmayalım; ailesi diyor ki: “Dündar ile Gül için yapılanın 10’da biri İlhan için yapılsa, bugün bunları konuşuyor olmazdık.”