MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Okuduğum ve dinlediğim haberlerden, röportajlardan, konuşmalardan anladığım kadarıyla gazetecilerimiz (muhabirler, editörler, yayın yönetmenleri, yayın koordinatörleri, haber müdürleri, haber koordinatörleri, yazı işleri müdürleri…) gündelik hayatlarında şöyle konuşuyor:
Aslıhan: Sizin okulun bulunduğu yer de beyaz örtüye büründü mü Busecim?
Buse: Evet anne, hem beyaz örtü kapladı her yanı aynı zamanda renkli görüntüler de oluşturdu.
Aslıhan: Sen şanslısın, bak baban dün geceden itibaren etkili olan kar yağışından kaynaklı işine gidemedi.
Buse: Babam evde mi bulunuyor ki anne?
Aslıhan: Hayır kızım, yoğun kar yağışı hayatı olumsuz etkilediği için kahveye gitti… Hah bak kapının kapanma sesi duyuldu, işte baban da eve giriş yaptı.
(Doğan salona gelir, öpüşürler, herkes yerliyerine oturur.)
Doğan: Bugün gerçekleşen kar yağışı okulda da etkili oldu mu Busecim?
Buse: Olmaz olur mu babacım, bizim sınıfta da hayatı olumsuz etkiledi.
Aslıhan: Hadi bize de aktar neler olduğunu Busecim.
Buse: Öğleyin bahçeye çıkış yapmamızın öncesinde sınıfta bir görüşme gerçekleştirdik ve bir kardan adam projesini hayata geçirme kararı oluşturduk. Sonrasında yemeğe gittik.
Doğan: Aman kızım soğuk şeyler içmeseydin, hastalıktan yeni kalktın…
Buse: Tabii baba, soğuk şeyler yemek ve içmekten imtina ettim, merak etme… Sonrasında dev gibi bir kardan adam gerçekleştirdik. Öğretmenler bile alkışlayarak, hayranlıklarını gözler önüne serdiler. Kardan adam projesini sonlandırınca bir de kartopu oyunu gerçekleştirdik, o kadar çok katılım sağlandı ki baba, neredeyse bütün okul birbirine top atışı yaptı. Hatta 4 C sınıfının öğretmeni Ayla öğretmen “Baktığınızda, güzel bir milli birlik örneği, ne güzel bir kaynaşma. Günün sonunda ülkemiz zaferle çıkacaktır bu kartopu savaşından” yorumunda bulundu.
Doğan televizyonu açmıştı, bir yandan haberlerin sesi geliyordu: “Sınırötesi operasyonda 12 tane kahraman askerimiz şehit oldu, amma 87 terörist de etkisiz hale getirildi.”
Doğan (parlayarak): Neden ölü ele geçiremiyorlar artık bunları?
Aslıhan: Aman Doğancım, ne fark eder, öldürmüşler işte, o karda kıyamette bir de terörist cesetlerini mi toplasalardı? Olumsuz hava koşulları yaşanan ölümleri de olumsuz etkiliyor hayatım.
Buse: Kartopu operasyonuna dönüş yapabilir miyiz lütfen?
Doğan: Tabii canım kızım, çok özür dilerim…
Buse: Ancak oyun bozanlar da mevcuttu. 3 A’dan bir çocuk “Kar topu oynama noktasında çok eğlendik ancak ayaklarım çok üşüdü” sızlanmasında bulunuyordu.
Aslıhan: Başka çocukların da ayakları ıslanmıştır, üşümüştür, senin ayakların üşümedi mi Busecim?
Buse: Üşüdü, biraz ıslanmıştı benimki de ancak ben kaloriferin yanında oturmam yüzünden ısındım.
Doğan: Peki sınıfta neler yaşandı Buse?
Buse: Sınıfa giriş yapmıştık, yerlerimizde oturmaktaydık, ancak Özgür, Cenk ve Tolga savaşı sürdürerek devam ettiriyorlardı, ellerinde kartoplarıyla giriş yapmışlardı sınıfa. Cenk, Tolga’ya yönelik bir kartopu atışı gerçekleştirdi. Tam bu sırada kapı açıldı ve Süleyman öğretmen içeri giriş yaptı. Tolga kartopundan kurtulmak adına eğildi. Hal böyle olunca Cenk’in attığı kartopu Süleyman öğretmenin yüzünde patladı.
Aslıhan: Bu çocukların kaçıncı yaramazlık kaynaklı olayı bu!
Buse: Süleyman öğretmen yaşanan bu olay üzerine haykırdı, o üç çocuğu çağırdı, üçünü de darp etti. Sonrasında müdüre götüreceğini kaydederek üçüyle birlikte sınıftan çıkış yaptı. Giderlerken koridorda Tolga kötü ifade kullanmış. Süleyman öğretmen de Tolga’yı da darp etmiş.
Doğan: Siz bunun duyumunu nereden aldınız?
Buse: Derse yetişmek adına yaşanan olayı koşarken gören Cansu Naz bu ifadede bulundu bize. Zaten sonrasında tekrar Süleyman öğretmen sınıfa geliş yaptı ve “Küfürlü ifadeler kullanan öğrencileri darp etmemi kimse önleyemez” şeklinde konuştu.
Aslıhan: Öğretmenlerin öğrencileri darp etmeye hakkı mevcut değil ki… Bu bilgiyi geçtiğimiz ayki veli toplantısında Müdür Bey de aktarmıştı bize.
Buse: Dersten sonra Cenk’e sorduk yaşanan olayı. Cenk kendisinin küfürlü ifadede bulunmadığını, beddua kullanmış olduğunu iddia etti. Öğretmen kulağını darp ettiğinde canının çok acıdığını ileri süren Tolga da “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter” sözünün gerçeği yansıtmadığının altını çizdi. Özgür de bundan sonrasında Süleyman öğretmeni ‘SS‘ diye adlandıracağını vurguladı.
Doğan: Görünen o ki, bu öğrencilerin anneleri ve de babaları yarın okula gitme hazırlığı içerisindedirler ve yarın neler olacak acaba?
Buse: Olumsuz hava koşulları sayesinde bugün böyle anılar biriktirdik. Tahminim o ki yarın da anılar biriktiriyor olacağız baba.
DİLE GELENLER
Hale Gönültaş’ın Artı Gerçek’teki haberi
Eline sağlık, diyeceğim ama daha ziyade kaygılandım. Yaptığın düzeltmelere, sorduğun sorulara, hiçbirine itirazım yok. Ama başta aklımda beliren soru yazının sonunda da varlığını koruyordu: Bu emeğe değer mi?
“O kadar iyi konularda, o kadar pespaye işler ortaya konuyor ki, hiç olmazsa birini göstermek lazım” diye düşünüyorsun büyük ihtimalle.
Katılıyorum, burada bir haber ya da habercide olabilecek bütün kusurlar var:
- Dil kusurları, anlatım bozuklukları. Yaptığı, yazdığı şeyin anlamı üzerine düşünmeme.
- Kurgu üzerine düşünmeme; hele de böyle uzun bir haberde gelişine vurma.
- Elindeki belgeye/bilgiye teslim olma; bunu hiç sorgulamadan kabul ettiği gibi boşlukları dolduracak, anlaşılır hale getirecek bir şey ekleme gibi bir gayrette de bulunmama. Belki en kötüsü bu teslimiyet.
Ama işte durum buyken, bu arkadaş, bunu da okumayacak. Bu kadar büyük bir yükü karşılamaya hazır olsa zaten meydana bu üretimle çıkmaz.
Onu geçtim, senin yazı üzerinde yaptığın işaretlemeleri, italik, bold kullanımları vs yapacak, daha doğrusu buna zaman ayıracak editör var mı, çok şüpheliyim.
Mesele çok uzun. Benim edit ettiğim yazılar bundan iyi değil. Daha hızlı olup, daha kötü metinlere razı olduğunda daha makbul biri oluyorsun. Üstelik zaman azaldıkça metinlerin kötüleşeceği uyarısında bulunmana rağmen.
Senin bu yaptığının çok daha basitini yapıyorum. Baş editöre söylüyorum, ama merak etmiyor.
Dediğim gibi, mesele uzun. Nihayetinde, bu emeklerin anlaşılma, takdir edilme, karşılık bulma ihtimalinin çok olmadığını düşünüyorum. Bence bu ihtimali yükseltecek seçenekler üzerine de kafa yormalıyız.
“Ne yapılabilir” diye soruyorsun. Şunu söyleyebilirim: Değil muhabir, senin şu haber üzerinde yaptığın işi algılayabilecek editör yok.
Çok “ileri” kalıyor. Daha “orta seviye”lerde sunmak lazım. Bölüm bölüm, başlık başlık; hap gibi belki.
İmza: Bir Editör
“Koordineli”
Benim son zamanlarda kulağımı tırmalayan sözcüklerden biri de “koordineli”. “Eşgüdümlü” gibi çok güzel bulduğum eş anlamlısı varken bunu kullanan televizyonculara gıcık oluyorum. Üstelik bu sözcüğü “koordine olarak” veya “koordinasyon içinde” anlamlarında kullanıyorlar. Fransızca “koordine” sıfatına Türkçe -li eki ekleyerek. Şemi Alp – Hayrabolu
“Üstünde-üzerinde” üzerine
“Üstünde-üzerinde” ayrımı aslında görüldüğünden de derin. Daha önceki yazınızda iki okurunuzun işaret ettiği gibi “üzeri” soyut bir anlam yüklü, “üst” ise daha çok fiziki alana işaret eder gibi görünüyor. Soyut boyutu biraz açmalıyım. Yeni bir fikir, kuram veya çatışma ile karşılaştığımızda hemen eyleme geçebileceğimiz bir düşüncemiz bulunmuyorsa bu konu “üzerinde” düşünmek isteriz; üstünde değil. “Üstünde” çoğu kez şimdiki zamanı, “üzerinde” ise geçmişe doğru uzun bir süreci ifade etmektedir çünkü bizzat düşüncenin kendisi geçmişe yönelik, eski bilgilerin yenileriyle karşılaştırılıp irdelenmesine yönelik bir eylemdir. Bu bağlamda bizim gibi eskilerin aklına gelen ilk kavram “dair” sözcüğüdür; yani yeni öğrendiğimiz o konuya “dair düşünmek”. “Üzerinde” sözcüğü ise, yine bizim için, “dair”in biraz Türkçeleşmiş halidir. Bir süre sonra bu anlam ayrımı büsbütün ortadan kalkacak gibi görünüyor. İngilizcede böyle olmuş.
Günümüz İngilizcesinde üzeri veya üstüne kavramları için “on” sözcüğü kullanılmaktadır. Ancak eskiden edebi ve akademik dilde “dair” anlamını ayrıştırmak için “of” sözcüğü kullanılmaktaydı. Çok bilinen bir örnek verebilirim; J. Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar romanının özgün adı Of Mice and Men‘dir. Bu adın iyi bir çevirisi “Fareler ve İnsanlara Dair” veya “Fareler ve İnsanlar Üzerine” olmalıydı, ancak olamadı, ihmal edildi. “Of” ve “on” uzun bir süre, aynı bizdeki üzerinde-üstünde’de olduğu gibi birbirleri yerine kullanıldıktan sonra “of”un “dair, üzerine” anlamı büsbütün terk edildi. Sanırım şu anda biz de benzer bir süreci yaşıyoruz. Türkçedeki bu anlam yitimine karşıyım. Ali Tarhan
İki başlık
Okurumuz Av. Melih Dağ yorum yapmadan iki başlık gönderdi.
Biri Diken’den:
“Akciğer nakilli Aygün Mengelli: Organ bağışı pandemide bile daha fazlaydı”
Öbürü Hürriyet’ten:
“Kadın olduğum için linçlendim”
Siz ne dersiniz “akciğer nakilli” yerine?
“Linç edildim”, “linçe uğradım” değil de “lanetlendim” gibi “linçlendim” denmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Ertuğrul Özkök’ün sözlüğü
Okurumuz Melih Dağ‘ın bir de sorusu var:
“Ekli fotoğraf Ertuğrul Özkök’ün yazısından. ‘Tazammun’ için hangi sözlüğe baktığını sorabilir miyiz?
“Tazammum” diye bir kelime ben sözlüklerde bulamadım; “tazammun” var, anlamını Kubbealtı Lugati‘nden vereyim:
(Ar. żamān – żamn “içine almak”tan teżammun)
1. İçine alma, kapsama, hâvî ve şâmil olma.
2. Kefil olma, taahhüt etme, tekeffül etme.
3. fels. Bir kavramın hatırlattığı nitelik ve özelliklerin bütünü.
İbrahim Kalın mı kalın gördü, Ertuğrul Özkök mü yanlış aktardı? Hangisi olursa olsun, Özkök’ün sözlüğünü merak ediyoruz.