MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Medyanın bozup çürüttüğü, çarpıttığı şeylerin başında dil gelir – hele Türkçe medyanın. Siyasi meşrebinize göre muhalif ya da yandaş medyanın haberleri çarpıttığını düşünebilirsiniz, ama emin olun ki dili çarpıtma konusunda muhalif-yandaş ayrımı söz konusu değil, hepsi kötü, çirkin, yanlış, iğrenç, yapay bir dil üretip duruyor.
Hiç şöyle bir konuşmaya tanık oldunuz mu ya da siz bir olayı hiç böyle anlattınız mı:
“Bizim mahalledeki Ahmet var ya, geçen gün annesini darp etmiş, sonra da pişmanlıktan ağlamış.”
Ya da şöyle şöyle:
“Polis öyle vahşiydi ki, yakaladığı genci darp ede ede öldürecekti neredeyse.”
“Kardiyolog, boşandığı eşini kızının yanında darp etti.”
“Hasta yakınları doktoru darp etti.”
“Ulan kızdırma beni, seni eşek sudan gelene kadar darp ederim!”
“Geçen gün maçtan sonra, bir sokak arasında, Galatasaraylılar, bir Beşiktaş taraftarını yakalamış, evire çevire darp ediyordu. ‘Durun, yapmayın’ diye müdahale edeyim dedim, eşşeolular beni de darp etti.”
“Ooo bizim kız çok yamandır, geçen gün kendisine sataşan 4. sınıftan bir çocuğu fena darp etmiş.”
“Başbakan, basın danışmanını tekme tokat darp edip işten atmış, öyle diyorlar, sahi mi?”
Tamam, bir kısmını ben uydurdum ama durum bu; medyamız, gazetecilerimiz dayak atmak, dövmek, vurmak fiillerini rafa kaldırmış, unutmuş görünüyor. Sağcısı, solcusu, hepsi.
Sözlükler, Arapça bir kelime olan ‘darp’ için şunu diyor: vurma, dövme, (matematikte) çarpma. Madeni para basmak için de ‘darp’ kullanılırdı, çünkü bu paralar, sikkeler vurma yoluyla basılırdı; para basılan yerin adı da, onun için, darphaneydi.
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğü, kelimelerin açıklamalarıyla birlikte yazarlarımızdan kullanım örnekleri de verir. Darp kelimesi için bir örnek bulamamış ya da verme gereği duymamış. Daha bol örnekli Kubbealtı Lugatı, Ahmet Rasim’den şu örneği veriyor: “Ahmet, mektepten geceleyin firar edip yakalandığından darben cezası verilerek tardına karar verilmiştir.”
Vurarak, döverek cezası verilmiş Ahmet’in. Dikkat ederseniz, burada da fiil halinde değil, zarf halinde kullanılmış.
Bir kitap çalışması için bir süredir Türkçe yazılmış edebiyat dışı metinler okuyorum. En az yüz kitap okumuşumdur. Bu ‘darp’ meselesi de nicedir kafamda. Rastladığım tek bir örnek var, o da Yakup Kadri’nin ‘Ergenekon’ kitabında. 24 Şubat 1921’de yazdığı ‘Kalem ve Kılıç‘ adlı makalede şöyle diyor: “Şüphesiz, biz de bütün gönlümüzle isterdik ki harp ve darpten – ne çirkin lakırdı! – bıkmış olan bu millet hiç değilse elli yıllık bir huzur ve sükun devresine girsin ve sınırlarını koruyan kuvvetler, fikir ve söz olsun.”
Bütün Türkçe külliyatı taramadım tabii, okuduklarım içinde de, sanmıyorum ya, belki gözümden kaçmış olan vardır, yine de şu anlattığım manzaranın verdiği net fikir şu: Yazarlarımız vurmak, dövmek söz konusu olduğunda darp kelimesini neredeyse hiç kullanmamış. Zaten her durum için ‘darp etti‘ fiilini kullanmak, açıklayıcı değil ve fakirleştirici. Dayak attı, tokatladı, dövdü, vurdu, tekmeledi, meydan dayağı çekti … çeşitliliğinin yerine genel bir ‘darp etti.’ Genel bir tanım polise, savcıya yetebilir, gazeteci için ayrıntılar, kesinlikler gereklidir, haber ayrıntılarla örülür. Ama nerdeee tabii öyle haber yazma arzusu, çabası, yeteneği!
Peki bu ‘darp etmek’ fiili son üç beş yıldır nasıl, nereden, niye çıktı?
Muhtemelen birkaç nedeni var bunun. Bazı gazeteciler gündelik dilin, konuşma dilinin, bu dildeki sıradan kelimelerin banal, kaba, yakışıksız olduğunu düşünür. (Neredeyse bütün gazeteciler ‘ancak‘ yazar, ‘ama’yı hiç kullanmaz mesela.) Bu kelimelerin oturaklı, gösterişli, açıklayıcı, etkili olmadığını düşünürler. ‘Darp etti’nin de böyle bir albenisi var galiba kimileri için.
Sonra, işin içinde düşünme tembelliği, moda, verilenle yetinme, sorgulamama da var. Nereden niye çıktığını, kimin işine geldiğini kurcalamama da var. Haberler düşünülerek değil de daha ziyade çeşitli ezberlerle, kalıplarla yazıldığı için, gazeteciler zamanla bu kalıpların eskidiğinin farkına varır içgüdüyle, işte o zaman yeni bir kalıp ortaya çıktığında hemen üstüne atlarlar, çünkü o yeni aniden herşeyi aydınlatan bir ışık demeti, daha doğrusu, bir olayı, bir durumu !gözler önüne seren!, açıklama kabiliyeti yüksek yeni bir alet gibi görünür. Kısacası, her durum, her olay/haber için ayrıca düşünüp yaratıcı bir ifadeler bulmak yerine, bayatlayan kalıpların yerine ‘taze’ kalıplar devşirilir.
Bu kalıpların, bu moda ifade biçimlerinin ve kelimelerin yanlış olup olmadığına bakılmaz, böyle bir özen gösterilmez. Zaten genel kuraldır, kötü ya da yanlış bir dil kullanımı çıkar bir yerden ve hemen hızla yayılır, bütün gazetecilere bulaşır – koronavirüs nal toplar yanında. Doğru, ne yazık ki, bulaşıcı değildir, o yetenek yanlışa özgüdür.
İşte böylelikle yapay, hayattan, sokaktaki insandan uzak bir dil yaratılır. Kimsenin okumaktan zevk almayacağı, anlatım gücü olmayan, güdük bir dil. Ama dahası da var.
1980’lerden, 90’lardan hatırlıyorum bu ‘darp etti’yi. Kimi zaman ‘darp etti’ fiiliyle yazılmış haberler gelirdi önümüze. En azından benim gibi bazı yazı işleri çalışanları bu gibi kelimeleri, terimleri eler, değiştirirdik. İki gerekçemiz vardı. Bu terimler bazan teknik kaçar, gündelik bir kelimeyle değiştirmek gerekir ya da eski bir dildir artık ve yenisiyle anlatmak iyidir, herkesin anlamasını sağlamak gazetecinin görevidir, bir. İkinci gerekçemiz de şuydu: Polis dilinden, savcılık dilinden, iktidar dilinden sıyrılmak, o tuzağa düşmemek, gazetecinin kendi dilini oluşturmasını sağlamak. Bu iki gerekçe her zaman canlı, alesta olmalıdır.
Fakat benim dediğim zamanlarda da, öncesinde de böyle bir ‘darp etti’ sağanağına maruz kalmadı okur/seyirci/dinleyici. Eski gazeteleri karıştırdım üstünkörü, tek-parti döneminin gazetelerini mesela, yani öyle anlı şanlı bağımsız bir gazeteciliğin serpilip geliştiğini söyleyemeyeceğimiz bir dönemin gazetelerini. ‘Darp etti’ fiilinin kullanılabileceği haberlere göz attım. Rastlamadım. Bugünün gazetecilerine versek bir güzel ‘darp edecekleri’ haberler ‘döğmek’, ‘vurmak’ gibi fiillerle yazılmıştı.
Üstelik o günlerden bugünlere yasaların dili sadeleştirilmiş, Türkçeleştirilmiş, anlaşılır hale getirilmişti. Açtım Türk Ceza Yasası’nı internette ve ‘darp’ kelimesini arattım. Çıkmadı! İnternette ‘darp etti’ yazıp gugullayınca bir sürü sonuç çıkıyor, en eskisini saptamaya çalıştım ama en azından benim için zor. Bu polis/savcı dilinin salgın halinde gazetecilerin diline bulaşmaya başlaması, savcı iddianamelerinin haber adı altında gazetelerde, tv kanallarında boy göstermesiyle çakışıyor sanki. Hatırlayacaksınız, kimi iddianameler avukatlara, sanıklara ulaşmadan bazı gazetelere düşüyordu. İddianameyi doğrudan haber yerine koyan gazeteci bozuntusu, ‘darp etti’yi niçin değiştirsin ki, ya da bunun gibi başka kelimeleri, tanımları, terimleri?
Ama durun, savcılık öncesi de var. Benim 2014 Ocak’ında çıkan 5Ne1Kim? Kitabımda bir gazeteci arkadaşın anlattığı şu kısa anekdota bakın:
“Gazetecilere bir gün bir metin vermişler. ‘Basın notu’ diye veriyorlar abi. ‘Basın notu’ ne biliyor musun? Yazılmış haber. Ara başlıklar var üstünde. İnanamadım. Bu gerçek olabilir mi? Zaman gazetesinde aynen çıktı bu haber. Orada çıkan haberin metni ile Emniyet’ten verilen ‘basın notu’nu karşılaştırdım; birkaç tashih dışında hiç fark yok. Birebir aynı. Gazeteci, alıp kağıdı götüren adam, başka bir şey değil yani. Olduğu gibi polisin yazdığı çıkıyordu.”
İşte bu yollar yürümekle aşınmadı, tam tersine gelişip serpildi… Tamam ama yasalarda da geçmiyorsa ‘darp etti’, polis ve savcı niye kullansın? Acaba mevzuatın kimi metinlerinde kaldı ve yargı dilinde yaşıyor mu? Ya da benim çıkarsamam yanlış mı tamamen? Nedir kaynağı bu ‘darp etti’nin? Gazeteciliği de bilen çok iyi bir medya avukatı olan Fikret İlkiz’i arayıp meseleyi anlattım, sorumu sordum. Buraya kadar söylediklerime o da işaret etti, vardığım sonucun da aynısını söyledi, benim eksiğimi de kapatarak:
Yasaların dili 2005’te sadeleştirilmişti. Gelgelelim, yasaların diliyle bitmiyordu iş; yargı sistemi 2005’ten önce, dilin sadeleştirilmesinden önce dijitalize olmuştu, internetle tanışmıştı, dolayısıyla eski dilin terimleri, kelimeleri orada duruyordu ve bir şey yazmak gerektiğinde o eski terimlerle hazırlanmış kalıplar, şablonlar kullanılıyordu hala. Noterlerden bilirsiniz belki, çeşitli belgeler için hazır kalıplar vardır, orada kişiye özel kimi değişiklikler yapılır ve sizin belgeniz de pıt diye önünüze konur, aynı onun gibi işte.
İşte bu kalıplarla hazırlanan iddianameleri, bazı gazeteciler önümüze haber diye koydu, başka bazı gazeteciler (muhalifler) bu haber yapma tarzını ifşa etti, gazetecilik bakımından mahkum da etti, ama dili, kimi özelliklerini diyelim, farkında olmadan benimsedi. Adaleti aramaz, hukuku kollamaz polislerin/savcıların, gazetecilere gadreden polislerin/savcıların dili gazetecilerin dili oluverdi. (Kendini sol, muhalif, bağımsız gazeteci, gazete, internet sitesi, tv kanalı vs diye konumlayıp tanımlayanlar herhalde iki kez utanmalı bu durumdan.)
Türkçe medyanın dili berbat, galiba bunun farkına varmak gerek önce. Sevdiğiniz, iyi yazdığını düşündüğünüz köşe yazarları olabilir, özenli yazmaya çalışanlar da, ama genel tabloyu değiştiremez onlar. İyi yazılmış bir haberi en son ne zaman okudunuz ya da dinlediniz? İşin tuhaf ve kötü tarafı, bu, derhal halledilmesi gereken bir sorun olarak bile görülmüyor, görülse sonuçlarını görürdük çünkü.
Halbuki dil, görüp görebileceğimiz en politik şeydir, her an öyledir. Cümlenin nasıl kurulduğu, hangi kelimenin kullanıldığı, nasıl kullanıldığı politiktir. Bugünün medyasındaki Türkçe gibi, bir dil çürüyorsa bu da politiktir. Farkında olmamak bir mazeret olamaz. Gazeteci hata yapmaz değildir, ama farkında olmak zorundadır; bugün değilse yarın farkına varmak zorundadır. Yıllardır farkına varmamak bilinçsizlikle açıklanamaz. Bu kadar politik bir alanda bilinçsizlik, eğer sizin değilse, başkasının bilinçli bilinçsizliğidir ve siz de ona uymuşsunuz demektir.
Dile sahip çıkmadan, doğru düzgün Türkçe kullanmadan gazeteciliğe sahip çıkılamaz, iyi gazetecilik yapılamaz. Karakol dili olan ‘darp etme’nin meşrep ve mezhep tanımadan bu kadar bulaşması iyi durumda olmadığımızı gösteriyor. Buradan okurlara da pay çıkar. Okur/seyirci, haberlerin çarpıtılması konusunda nasıl tetikte olmak zorundaysa, dilin çarpıtılması konusunda da tetikte olmak zorundadır. Çünkü aldıkları haberlerle birlikte bir dil de yutturuluyor onlara, zehirli, kötü, tehlikeli bir dil.
Şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Ben kelimelerin tüylerini sayarım” demişti. O dağlarca yükseğe erişmemiz zor, ama kelimeleri, onlara bindirilen yükleri, kendi yüklediğimiz anlamları iyice tartmak boynumuzun borcu.
Dağlarca bir şey daha demişti: “Türkçem benim, ses bayrağım.” Şu anda dalgalanmakta olan ‘darp etti’ ise gazeteciliğin teslim bayrağıdır. Derhal indirilmelidir.