mujganhalis@diken.com.tr
Levent Gültekin yaklaşık 20 yıl İslamcı, muhafazakar camianın medyasında çalıştı. Kendi tabiriyle onlarla büyüdü, onlarla beraber hayal kurdu.
Yeni Şafak’ta çalıştı, Gerçek Hayat dergisini çıkardı. Star gazetesinde, 24’te, Cine5’te üst düzey yöneticilikler yaptı. Bugün Türkiye’de etkili noktalarda bulunan insanlarla bir mahalle birlikteliğine sahip oldu.
Gültekin’le söyleşimizin ilk bölümünde AKP-Cemaat kavgasını konuşmuştuk. Bu bölümde Gültekin’in ‘yeni medya düzeni’ne ilişkin görüşlerini bulacaksınız…
Siz medya gruplarında yöneticilik yapmış biri olarak, neler yaşadınız?
Yaşadığım onlarca hayal kırıklığından sadece en önemli gördüğüm birini anlatayım.
TMSF’nin kontrolündeki Cine5’te üst düzey yöneticilik yaptım. İşe başladığımda bir şey fark ettim: Kurumun geliri 500 bin TL gideri ise 2 milyon TL. Çünkü muhafazakar mahallede etkili yazar, bürokrat, siyasetçi birçok kişi, bir yakınını buraya yerleştirmiş ve geliri olmayan bir devletin kontrolündeki kurumdan maaş bağlatmış.
Başladığım gün bunun böyle sürdürülemeyeceğini söyleyerek lüzumsuz ne kadar insan varsa hepsini işten çıkardım, programları iptal ettim.
Programını kaldırdığım biri de önemli bir kurumun başındaki bürokratın adamıymış. Fakat arkadaşın programı ne izleniyor ne de anlamlı bir karşılığı var. Ben de bitmiş sözleşmeyi uzatmayarak programı sonlandırdım. 15 yıldır çocuklarımdan daha fazla gördüğüm arkadaşlarım orada program yapıyordu. Onlara tabloyu anlattım ve anlayış göstermelerini rica ettim.
Bir gürültü koptu. Adımı iki günde, “Levent AK Partilileri kanaldan atıyor” diyerek AK Parti düşmanına çıkardılar. O kuruma adam yerleştirmiş kimler varsa, oradan gelir elde eden kimler varsa buna herkes ortak oldu. Olmadık yerlere beni şikayet ettiler. Gerçeği bildikleri halde üç kuruşluk menfaat için açıkça iftira attılar.
Bahsettiğim bürokrata ortak bir dostumuz: “Levent’e ben kefilim, amacı kurumu kâra geçirmektir. Lütfen adamla uğraşma” dediğinde, o bürokrat “Levent’in başarılı olacağından hiç kuşkum yok. Ama bizim beklentimiz başarı değil arkadaşlarımızın korunmasıdır” dediğini duyunca önce inanamadım. Çünkü bunu söyleyen kişinin 40 yıllık İslamcılık hayatı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti.
Sadece bu kişi değil isim vermeyeceğim muhafazakar medyadaki birçok kişi bu iftiraya ortak olup tek ses haline geldiler. Ve konu Başbakan’a taşındı. Mahalledeki önemli isimlerin ortak mutabakatı olunca Başbakan sert tepki göstermiş. TMSF Başkanı beni koruyamayacağını söyleyince ben de istifa ettim. Gerçeği bilen ve beni her icraatımda destekleyen TMSF Başkanı da beni savunmadı ya da savunamadı.
O gün bir şeyi daha anladım: Dürüst, namuslu birey olmak için hak yememek yetmiyor. Kontrolümüzdeki alanlarda hak yedirmemek de gerekiyormuş. 20 yıl beraber namaz kıldığım, dürüstlük şarkıları söylediğim arkadaşlarım üç kuruş için birden hepsini unutmuşlardı. Bunları, daha fazlasını gördüm, yaşadım.
Ellerinde güç var. Tetikçilik yapması için kurdukları siteler var.
Sonra sizin hakkınızda pek çok iddia çıktı sanırım…
Evet, istifamı değersizleştirmek, insanların utandıran bakışlarından kurtulmak için Cine5’ten yolsuzluk yaptığım için atıldığımı, 24’ten de aynı gerekçeyle ayrıldığımı söylediler.
Ben de bunun üzerine bir yazı yazdım ve dedim ki, “Cine5’ten ve 24’ten niçin istifa ettiğimi ayrıntılarıyla anlatırım ama bu yakışmaz. Diğer taraftan Mustafa Karaalioğlu iki kurumdan da niçin istifa ettiğimi açıklarsa sevinirim.” Fakat tabii ki yapmadılar.
Ellerinde güç var. Tetikçilik yapması için kurdukları siteler var. Tek bir belge, tek bir somut iddia, hatta çalıştığım kurumlara ödetmiş olduğum tek bir kişisel harcama göstermeden iftiralarını sürdürdüler.
Medya bugünün sorunu değil. Ama bundan daha korkunç bir dönem hatırlamıyorum.
Bir anda bu kadar rahat iftira atanların, topluma Allah’tan korkmayı öğütlerken kendilerinin gerçekte Allah’tan korkmadıklarını anladım. Fark ettim ki dindarlığı, dolayısıyla dürüstlüğü, ahlaklı olmayı yaygınlaştırmayı amaç edinmiş bir topluluk ele geçirdiği iktidar sayesinde tam tersini yapabiliyormuş. “Dinin itibarını artırıcı işler yapıyoruz” diyerek dini daha itibarsız hale getirdiler. Dindarları halkın içine çıkamayacak hale soktular.
Bundan daha korkunç bir dönem hatırlamıyorum ben.
Ben de hatırlamıyorum. Fakat şöyle söyleyebilirim: Medya bugünün sorunu değil. Hep böyleydi. Medyanın da diğer kurumlarımızdan farkı yok. Mesela medya kötü de, yargı iyi mi? Medya çürüdü de, emniyet sağlam mı kaldı? Bütün kurumlar benzer bir oranda sorunlu. Bu durumun kültürümüzle, yetişme tarzımızla, özgürlük algımızla, nezaket katsayımızla, eğitim düzeyimizle, insanlık birikimimizle irtibatlı olduğunu düşünüyorum. Kumaş kalitemiz neyse bütün kurumlarda o kaliteye göre işler çıkıyor.
Demek ki kumaş kalitemiz giderek düşüyor. Öyle mi?
Tabii ki. Ailemizde nasılsak, aynı şekilde gazetecilik yapıyoruz, aynı şekilde öğretmenlik yapıyoruz. Sorun karakterimizi oluşturan kültürel kodlarda.
Eskiden beri olan sorunlar şimdi daha fazla ortalığa saçıldı. Bunda teknolojinin katkısı çok fazla. Teknoloji hepimizi daha şeffaf hale getirdi. Medyadaki sorunlu durum bilinen bir şeydi. İktidar bu sorunlu tabloyla mücadele etmek istedi. Ve medyayı bir anlamda dağıttı. Fakat yerine daha iyisini koyacak ne birikimi, ne kültürü, ne de ahlaki standardı vardı.
İktidar sorunlu medyayı gözden düşürüp değerli ve gerçek bir medyanın önünü açabilirdi. Gerçek gazeteciliği teşvik edebilir, efendi olmayı, namuslu gazetecilik yapmayı özendirebilirdi. Kaliteye itibar ederek medyada kalitenin artmasına katkı sunabilirdi. Ama tam tersini yaptı.
AK Parti döneminde medyada varlık gösteren adamlar, Emin Çölaşan’ı aratmıyorlar. Parayla henüz tanıştılar. Geç kalmış olmanın hırçınlığı ve açgözlülüğü var belki. Bu yüzden daha kural tanımazlar.
Ama artık şöyle deniyor: Düzgün bir insansan medyada yer alamazsın.
Kesin olarak öyle. Namuslu uyarıyı, eleştiriyi kurumsallaştırabilirdik. Tam tersine nerede düşük profilli, defolu, kişilik sorunu yaşayan bir tip var onu alıp baş tacı ettiler. Emin Çölaşan gazeteciliğinden şikayet eden iktidar, onu bahane ederek medyayı dağıttı. Fakat yerine koydukları Emin Çölaşan’ı aratacak nitelikte.
İslamcı Emin Çölaşanlarımız mı var artık?
Onlarca hem de. Bence AK Parti döneminde medyada varlık gösteren adamlar, Emin Çölaşan’ı aratmıyorlar. Parayla henüz tanıştılar. Geç kalmış olmanın hırçınlığı ve açgözlülüğü var belki. Bu yüzden daha kural tanımazlar.
Bence sorun Tayyip Erdoğan değil. Siz baskı var diyerek istifa eden tek bir gazeteci veyahut medya yöneticisi hatırlıyor musunuz? Ya kovuldular ya da istifaya zorlandılar.
Ne çok istifa etmişsiniz?
‘Alo Fatih’ (Ciner Holding Yöneticisi Mehmet Fatih Saraç) olayı patlak verdiğinde bir şey fark ettim. Evet ne çok istifa etmişim. İlk istifam da benzer bir görevle Yeni Şafak’a gelen Fatih Saraç’a karşıydı.
Ortaya çıkan tapeler, Başbakan’ın bizzat kendisinin yayın kurumlarını araması gibi durumlar, Erdoğan’ın iktidarı kaybetme korkusu üzerinden anlaşılır olabilir mi?
Tayyip Erdoğan medyaya baskı kuruyor diyerek ortalığı ayağa kaldıran gazetecileri samimi bulmuyorum.
Hasan Cemal’e baskı geldiğinde Derya Sazak ne yaptı? Kabullendi, işine devam etti. Sonra? Baskı en sonunda onun da başını yedi.
Bence sorun Tayyip Erdoğan değil. Siz baskı var diyerek istifa eden tek bir gazeteci veyahut medya yöneticisi hatırlıyor musunuz? Ya kovuldular ya da istifaya zorlandılar.
Kendi onuruyla duruma itiraz edip rest çeken, elindeki kazanımı terk eden kaç gazeteci hatırlıyoruz? Baskı geldiğinde insanlar patır patır istifa etseydi baskı kalıcı olur muydu? Baskı yapacak, çalıştırabilecek gazeteci bulabilirler miydi?
Baskıya boyun eğerek kalıcı ve meşru bir şeymiş gibi sürdürülmesine zemin hazırladılar. Hasan Cemal’e baskı geldiğinde Derya Sazak ne yaptı? Kabullendi, işine devam etti. Sonra? Baskı en sonunda onun da başını yedi. Hasan Cemal olayında mert bir tavır alamayan Derya Sazak gibiler medyanın geldiği noktadan Erdoğan’dan daha fazla sorumlular.
Ama yine de bir başbakanın bütün bunlara tevessül etmesi oldukça garip değil mi?
Tabii ki garip, başlı başına problem. Bu biraz önce bahsettiğim demokrasi kültürünün hazmedilmemesiyle ilgili bir şey. Yani kabul edelim, Türkiye’de İslamcılar demokrasiyi bir hedef olarak görmediler. Demokrasi onlar için varılmak istenen yere götüren bir araçtı.
Peki Cemaat’in özgürlük vurgularına, çağrılarına ne diyorsunuz?
Hiç kimse AK Parti’nin Cemaat’ten, Cemaat’in AK Parti’den daha demokrat, özgürlükçü olduğunu söyleyemez. Çünkü isteseler bile buna kültürel kodları müsait değil. Özgürlüğe inansalar, önce kendileri özgür olurlar. Cemaat mensupları özgür diyebilir miyiz?
İnsana yönlendirilmesi, her daim kontrol altında tutulması gereken bir canlı olarak bakıyorlar. Bu düşünce onlara insanları yönetme, yönlendirme ve onların yerine karar alma hakkı veriyor.
Kaldı ki medyaya baskı konusunda Cemaat’in yaptıklarını da unutmuş değiliz. Daha iki hafta önce Ciner’e (Ciner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Ciner) ziyarete gittiklerini ve falan yazarın yazısını koydurmadıklarını dinlemedik mi?