![](https://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2015/10/murat-sevinc-kelle.jpg)
MURAT SEVİNÇ
Son yıllarda ‘ekmek parası’ deyimi, bir siyasal bağlam içinde sık işitilir oldu. Belki daha önce de dile getirilmiştir, ancak ben “Simit sat onurlu yaşa” önerisini (ya da sloganını) ilk kez Gezi eylemleri sırasında duydum. Slogan olarak haklı/anlamlı, ancak öneri niteliğiyle biraz boş laf olduğu kanısındayım. Evet, bir insan onurunu korumak için gerektiğinde simit satarak yaşamalı ve yaşayabilir, buna mukabil öneri sahiplerinin hiç olmazsa bir kısmının ‘klavye kabadayılığı’ heveslerini de ihmal etmemek gerekir. Kaçının yaşamını simit ya da limon satarak sürdürdüğünü, çoluk çocuk okuttuğunu, toplumun diğer fertleri için hangi fedakârlıklara katlandığını bir düşünmeli sanırım.
Sinemaya da ilham vermiş ‘ekmek parası’nın ilk çağrışımı, duygusallık barındıran anlamına dair. Öyle ya, biraz çilekeşlik, yoksulluk, olmadık eziyetlere katlanmak gibi durumları anımsatıyor insana. Eğer daha serinkanlı olacaksak, evet, “Bir iş yaparak karşılığında geçimini sağlayacak gelir elde etmek” de diyebiliriz. Yine de işin içinde bir ‘yoksunluk’ çağrışımı var. Herhalde ekmek parası denildiğinde büyük bir sermayedar değil, onun işçisi düşünülür. Ekmek parası, asgari kazancı anlattığı için değil yalnızca, terimin iki sözcüğünden biri ‘ekmek’ olduğu için.
İkinci sözcük ‘para’nın saygıdeğer bir yanı yok, ama ekmek öyle değil. Hem ‘mübarek’ bir sözcük hem de yoksulun temel gıda maddesi. Babam, Dünya Savaşı ve sonrası köy yaşamında nasıl önemli ve bulunmaz bir nimet olduğunu anlatırdı ekmeğin. Rahmetli annem de rejim yaptığı için ekmek yemeyenlere hayret ederdi, “Ekmeği bulmuşlar da yemiyorlar” serzenişiyle!
Zola’nın Germinal’indeki ekmek parası. İnsanların o ekmek için neler yapabileceğini görmek, anlamaya çalışmak. Lütfü Akad’ın, Yılmaz Güney’in filmleri. Acıklı çocuk hikayeleri. Ya da pek ilgisiz görünmekle birlikte “Komşusu açken tok uyuyan bizden değildir” hadisi. Türkiye’de Müslümanlığı samimiyetle ciddiye alanların yaşadığı eski yıllarda sık işittiğim ve bizim oralarda, hakikaten riayet edilmeye çalışıldığına arada bir de olsa tanıklık ettiğim bir ‘ilke’. Hiç kimsenin ekmeksiz kalmasına tahammül etmemek, edememek.
Bir de çocukken, yerde ekmek gördüğümüzde alıp kenara koyardık. Öyle öğrettiler. Şu yaşıma geldim halen yapıyorum aynı şeyi. Eh, ağaç yaşken eğilir!
İşte o ekmeği yiyebilmek için kazanılan para, ekmek parası. Geçimini sürdürmek. Başkasına muhtaç olmamak. Kapitalizmin ekmek parasıysa, ‘çıplak sömürünün’ diğer adı. İnsanı emeğine yabancılaştırmak için kurulan rezil düzenin bulduğu en akıllıca kılıflardan biri. Fabrika işçisi, patronun kendisine ekmek verdiğini düşünüyor. Patronu o servete kendisi sayesinde erişmiyormuş gibi. Biri ekmeğinden edildiğinde -ki ‘ekmeğiyle oynamamak’ da anlamlı bir terim- diğeri, ‘ekmek yediği kaba pislediğini’ dile getiriyor.
Yeri gelmişken, ‘devletin ekmeğini yemek’ şeklinde bir ifade var ki, bunu bilgiçlikle söyleyenin yurttaşlık bilgisi bir tavuğunkiyle aynı düzeyde. Hatta zorlasanız, tavuk daha şuurlu sanki. Yem vermediğinizde yumurtlamıyor hiç olmazsa!
Ekmek parası, alın teriyle edinilen, Gaye Boralıoğlu/Ümit Kıvanç’ın kitabına bir kez daha atıfla, ‘haysiyetli’ kazanç. Yaşayabilmek, çocuğunu okutabilmek, kira ödeyebilmek için. Haliyle o kazanç içinde ‘haysiyet’ barındırmalı. Aksi halde adı ‘ekmek parası’ değil, para olur. Oluyor da. Haysiyeti bir yana bırakıp örneğin birini ekmeğinden ederek ya da edildiğini görmezden gelerek kazandığımızın ekmekle ilgisi yok. Canı yananın acısını görmezden gelip bu süfliliği ekmek parasına duyulan gereksinimle açıklamaya kalkmak, bir büyük yalana sarılmaktan başka bir şey değil. İnsan başkasına yapılan haksızlığa ‘izin’ vererek, ahlaksızlığı yapanın sırtını sıvazlayarak geçimini sağlamamalı. Her rezilliği, her suskunluğu, geçim derdiyle, çocukların okul taksitiyle açıklamak mümkün değil, olmamalı. Sınır olmalı, “Asla yapmam, asla susmam” denilen bir yer, bir durum.
Bir insan bakanlıkta çalışırken, üniversitede çalışırken, şirkette çalışırken, eğer o bakanlıktaki, o üniversitedeki, o şirketteki çalışma arkadaşlarına haksızlık yapıldığını göre göre, bile bile görmezden ve bilmezden geliyorsa, onlara yapılan haksızlıklara ortak oluyorsa, yapanı takdir ediyorsa, ekmek parası için değil, ahlaksız olduğu için yapıyordur bunu. Haysiyetsiz olduğundan.
Bir basın mensubu yaptığı haber nedeniyle tutuklanıyor ve birileri ‘hiç olmamış’ gibi yaşamayı tercih ediyorsa…
Halka gerçeği anlatabilmek için türlü yoksunluklar içinde didinen gazetecilerin olduğu bir memlekette, beriki her Allah’ın günü yalan söyleyerek, kendisine tebliğ edilen yalanları dinleyicisine-okuyucusuna aktararak küpünü doldurmayı tercih ediyorsa…
Bir siyasetçi muhalif olduğu için cezaevindeyse ve diğer siyasetçiler güle oynaya yavan ‘siyasetlerini’ sürdürüyorsa…
Bir iş insanı boyun eğmediği için yıllarını hücrede geçirirken diğerleri ihalelere salyalarını akıtıyorsa…
Yüzlerce, binlerce meslektaşı arsızca ve hukuksuzca işlerinden, neredeyse yurttaşlıktan atılmış eşek kadar akademisyenler ve akademik yöneticiler, iktidar karşısında hiç utanmadan taklalar atıp ek kazanç peşinde koşuyorsa…
Olup biteni ekmek parasıyla açıklamak mümkün mü?
Eğer bu haysiyetsizliklerin nedeni ekmek parasıysa, sokaklarda kâğıt toplayan insanların derdine, tasasına ne diyeceğiz?
Herkesin, yaşamını insanca sürdürmesi için belli miktar bir gelire ihtiyacı var. Kabul. Buna mukabil insan adı verilmiş varlığın, “Hayır” diyeceği bir yer olmalı. Meslektaşların cezaevine girmediği için dertlenip ıvır zıvır lafların altına imza atıyorsan örneğin, ya da senin adına atılan imzaya itiraz edemiyorsan… Hadi onları geçelim, koskoca Türkiye’de iki üç kurum dışında “Meslektaşlar hüküm giymesin, cezaevine girmesin” diyen çıkmıyor, çıkamıyorsa… Vallahi kusura bakmayın, ekmek parası için değil bu, başka bir şey.
Ekmek parası saygın bir kaygı. Bugün yaptıkları dalkavukluğu, gelecekte, taban tabana zıt siyasi görüşlere ve yöneticilere de yapacak olan her alan ve düzeydeki idarecinin, onların irili ufaklı işbirlikçilerinin yüz kızartıcı çabası, saygınlığı hak etmiyor. “Tüh sizin suratınıza” demek gerekir, sadelikle. Kurban olsunlar o ekmek parasına. Çoluk çocuğunu yetiştirmek için yakıcı güneş altında simit satmaktan başka çaresi olmayan insanın alnındaki helal tere…
Bilvesile, 1071’i 1066’ya düşüren beş öğretim üyesine ve adı listeye ‘izinsiz’ eklendiği için üniversitesinden istifa ettiğini açıklayan meslektaşımız Anıl Özgüç’e teşekkür ediyorum. ‘Haysiyetli’ davranışı nedeniyle…
Film önerisi: Bu yazıyı okuyup Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmini izlemeyen yoktur muhtemelen. Ola ki varsa, lütfen izlesin artık! Filmin bir yerinde, araç bagajındaki cenazenin yanına ‘kavun’ sıkıştırmaya çalışan aktörün davranışını ve yüz ifadesini, birkaç kez izlemesini öneririm. Tanıdık gelecektir.