Cumhuriyet gazetesinin 11’i tutuklu 17 çalışanının yargılandığı davanın bugün üçüncü duruşması görülüyor.
İçlerinde gazetenin eski genel yayın yönetmeni Can Dündar, halefi Murat Sabuncu, yayın danışmanı Kadri Gürsel ve muhabir Ahmet Şık’ın da olduğu, 17’si Cumhuriyet çalışanı 19 kişi, aylar sonra Çağlayan’daki İstanbul 27’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başladı.
Üçüncü gün, Tutuklu Cumhuriyet yazarı Hakan Kara savunma yaptı. Kara’nın savunmasının tam metni şöyle:
“Sayın Yargıç, 34 yıldır Cumhuriyet’te çalışıyorum. Gazetede bugün kadar 2 bini aşkın haber, röportaj, söyleşi ve köşe yazım yayınlandı. Bunların arasında FETÖ’yü öven tek bir yazı yok. Gazetecilik yaşamım boyunca ne FETÖ’yü ne de başka bir terör örgütünü öven tek satır yazı yazmadım.
Ne FETÖ ile ne de başka bir dinci cemaat veya tarikat ile hiçbir ilişkim olmadı, olamaz da.
Çoğulcu, katılımcı demokrasiyi, laikliği, sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını, kadın-erkek eşitliğini, temel hak ve özgürlükleri savunan bir gazeteci olarak bu iddianamede yer alan tüm iddiaları reddediyorum. Hiçbir şeriatçı, terörist ve darbeci örgüte yardım etmedim.
FETÖ’yü tanımam. FETÖ ile çekilmiş bir fotoğrafım yok. Onunla aynı sofrada yemek yemedim. Pensilvanya’ya hiç gitmedim. Yıllarca FETÖ’yü öve öve bitiremeyen, onu yere göğe sığdıramayanlar, ona ‘Hocaefendi Hazretleri’ derlerdi. Ben böyle bir ifadeyi hiç kullanmadım. FETÖ’ye 25 yıl boyunca hizmet eden, ondan maaş alan Hüseyin Gülerce gibi insanların FETÖ’ye güvenmesini, örgütün güçlenmesini, yaygınlaşmasıın sağlamadım. Ne benim ne ailemin boğazından FETÖ’nün tek bir kuruşu geçmedi.
Buna rağmen ben örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmekle suçlanıyorum (TCK 220/7).
Tescilli FETÖ’cü Hüseyin Gülerce tanık, bense burada sanık koltuğunda oturuyorum.
Telefonumda BYLOCK yok. Hiçbir Cumhuriyet yazarı veya yöneticisinin de yok.
Bank Asya’da hesabım yok.
TUSKON üyesi değilim. FETÖ’cü olarak bilinen hiçbir kurumla ilişkim yok.
İddianamede FETÖ ya da herhangi bir terör örgütüyle ilişkim olduğuna dair tek bir kanıt yok.
Buna rağmen 9 aydır hapisteyim.
Diğer yandan Pensilvanya’ya hiç selam söylemedim. Ne istediniz de vermedik demedim. Bitsin artık bu hasret diye FETÖ’ye ülkeye dön çağrısı yapmadım.
FETÖ ile hiçbir alanda hiçbir ortaklığım ve hiçbir alış verişim olmadı.
MGK’da 2004 yılında verilen FETÖ raporunu yok hükmünde sayan ben değilim. 2010 yılında ‘Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde FETÖ’yü tehdit olmaktan tümüyle çıkaran ben değilim. Bugün Türkiye’de darbeye karıştıkları gerekçesiyle yargılanan 160 general ve amirali ben terfi ettirmedim. Terfilerin altında kimin imzası var? Bu general ve amirallerin güvenlik soruşturmalarını ben yapmadım. Askeri lise, KPSS gibi sınavların sorularını ben çalarak, yüzbinlerce genci mağdur etmedim.
15 yıl boyunca Pensilvanya ziyareti New York uçaklarını dolduran siyasetçi ve politikacılar kimlerdi? Neden bunların listesi çıkarılmaz.
Hiçbir Cumhuriyetçi o uçaklarda yer almadı.
AKP ile FETÖ’cülerin yakınlığını Türkiye’de bilmeyen var mı? Bu yakınlık, devletin, ordunun, emniyetin, yargının, eğitim kurumlarının, üniversitelerin bu çetenin eline geçmesinin en önemli anahtarı olmadı mı?
FETÖ’ye her türlü desteği verenler, 15 temmuzun taşlarını döşeyenler Cumhuriyetçiler değildi.
Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt bir gazetedir. Bu gazeteye adını Atatürk koydu. Ülkenin en eski, en köklü, aynı zamanda en saygın gazetesidir.
Türkiye’de FETÖ ile en çok mücadele eden gazete Cumhuriyet’tir. 40 yıldır FETÖ ile mücadele etmektedir. Bunun 34 yılına ben tanığım. Fakat bugün Cumhuriyet yazar ve yöneticileri hapiste. Hem de FETÖ’cülükle suçlanıyorlar. Eğer 9 aydır hapiste olmasam bu iddiaları ciddiye bile almaz güler geçerdim.
Dün FETÖ’cüler Cumhuriyetçileri Ergenekonculukla suçlayıp hapse attılar. Bugünse Cumhuriyetçiler FETÖ’cü diye suçlanıyorlar ve yine hapisteler.
Amaç aynı: Cumhuriyet’i susturmak. Fakat bu sefer ikinci bir amaç daha var. Tüm medyaya gözdağı vermek. Korku iklimi yaratmak. Tüm muhalif sesleri susturmak.
Cumhuriyet geçmişte de baskılara maruz kaldı. Darbe dönemlerinde gazete kapatıldı. Çalışanları saldırıya uğradı. Yazarları hapse atıldı ve öldürüldü. Ağır bedeller ödedi.
Fakat ilkeli yayıncılığından asla ödün vermedi.
Bağımsızlığını her zaman korudu.
Cumhuriyet’in illegal hiçbir örgütle ilişkisi olamaz.
Cumhuriyet’in kurucusu Yunus Nadi’dir. Atatürk’ün silah arkadaşıdır Yunus Nadi. Daha ilk sayısında gazetenin temel ilkelerini kaleme almıştır. Buna göre, Cumhuriyet ne hükümet ne de parti gazetesidir. Cumhuriyet demokrasinin savunucusudur. Demokrasiyi yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir.
Ülkemizde her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için çalışacaktır. Aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması için çaba göstercektir. Laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir. ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini’ demokrasinin evrensel anayasası olarak benimseyecektir.
Cumhuriyet tam 93 yıldır bu temel ilkeler ışığında yayıncılık yapıyor ve yapmaya da devam edecek.
Bugün 24 Temmuz Basın Özgürlüğü için Mücadele Gününde burada gazetecilik yargılanıyor. Ve biz ‘Gazetecilik suç değildir’ diyoruz.
Cumhuriyet soruşturmasını başlatan savcı Murat İnam örgüt üyeliği suçuyla yargılanıyor. Ama hiç hapis yatmadı. Tutuksuz yargılanıyor. Bense ondan çok daha hafif bir suçla yargılanmama karşın 9 aydır hapisteyim. Sayın İnan, bir yandan yargılanırken diğer yandan savcılık mesleğini sürdürmeye devam ediyor. Oysa ben gazeteciyim, mesleğimi yapamadığım gibi mektup yazmam mektup almam bile yasak.
Ne yazık ki, FETÖ’cü çetenin geçmişte ODATV, Balyoz, Ergenekon gibi davalarda uyguladığı yöntemlerin benzerleri bugün muhalif sesleri kısmak için uygulanıyor.
FETÖ’cü savcı Zekeriya ÖZ ülkeden kaçtı ama geriye korkunç bir miras bırakmış.
31 Mayıs 2005’te Budapeşte’de benimsenen ‘Savcılar için Etik İlkeler’ belgesi 2007 yılında hukukumuzun bir parçası oldu.
Buna göe savcılar görevlerini adil, yansız, dürüst, nesnel, suçsuzluk karinesine, insan şerefine ve haklarına saygılı olarak yürütülmelidir. Mesleğin saygınlığını korumalıdır.
Savcılar kuşkuyu etkileyecek lehte ya da aleyhteki tüm kanıtları toplamakla yükümlüdür.
Ne yazık ki elimizdeki iddianamede, lehimize tek bir kanıt bile yer almamaktadır. Lehimize olan kanıtları toplamak bir yana, yapılan inceleme sonucu ortaya çıkan ve açıkça lehimize olan kanıtlar bile dile iddianamede dile getirilmemiş, görmezden gelinmiştir.
Anayasa Mahkemesi OHAL tutuklamalarıyla ilgili ilke kararında FETÖ’nün gizli haberleşme programı BYLOCK’u FETÖ üyeliği için yeterli delil saydı (Haziran 2013). Oysa benim ve Cumhuriyet yönetici ve yazarlarının hiçbirinin telefonunda BYLOCK yok.
Fakat 237 sayfalık iddianamede tek bir yerde bile ‘Cumhuriyetçilerin telefonunda Bylock’a rastlanmamıştır’ diye bir cümle yok.
İddianamenin 64. ve 101. sayfalarında hem BYLOCK hem de Bank Asya hesap hareketlerinin ‘şüphelilerin FETÖ/PDY iltisakını belirlemek açısından en önemli deliller’ olduğu vurgulanıyor. Benim ne benim ne de Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin Bank Asya’da hesabının olmadığı ortaya çıktı. Yani FETÖ ilişkisini belirlemek açısından en önemli iki delil Cumhuriyetçilerde yok.
Buna karşılık iddianamenin 267. sayfasında benimle hiç ilgisi olmayan başlıklar sıralanmış, sonuna da ‘Bir kül halinde değerlendirildiğinde’ cümlesi eklenerek cezalandırılmam istenmiştir.
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısında ‘Savcılar adil bir karar için mahkemeye yardım eder’, ‘İnsanların lekelenmeme hakkını çiğnemeyiniz’, ‘Somut kanıtlar yoksa, varsayımlarla kimse tutuklanamaz’ diyor. Ayrıca Türk Ceza Sisteminin bir zamanlar Hitler Almanyası’nda ve Stalin Rusyası’nda benimsenmiş, günümüzde tiksintiyle tarihin çöplüğüne atılmış olan ‘fail ceza hukuku’na değil, ‘eylem ceza hukuku’na dayanır; ‘düşman ceza hukuku’nu da dışlar.
Sadece özgürlüğüm elimden alınmadı. Lekelenmeme hakkım da çiğnenmiştir. Somut tek bir kanıt olmadan niyet okumayla, varsayımlarla tutuklandım.
İddianamede yer alan Ünal Aldemir tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda ‘Manipülasyon’ terimi şöyle tanımlanmıştır:
‘Manipülasyon, bir dayatma yöntemidir. Yine manipülasyon, insanları etkileme, yönlendirme ve zihinleri karıştırma metodudur. ‘Psikolojik harekatın’ gizli aracı olarak kullanılmaktadır’
Sayın Yargıç bu iddianameyi okudukça okudukça ‘zihnim karıştı’.
Acaba bu iddianame bir ‘Manipülasyon’ mudur, ‘Cumhuriyet Gazetesi’ne karşı bir psikolojik harekat mı yürütülmektedir’ diye düşünmeye başladım.
İddianamede 267. sayfasında bana ilişkin çeşitli başlıklar sıralanmış. Başlıklar sıralandıktan sonra ‘Bir kül halinde değerlendirildiğinde’ denmiş ve benim terör örgütüne yardım ettiğim kanaatine varılmış.
Şimdi sırayla buradaki başlıklara yanıt vereceğim.
İddianamede 267. sayfada ‘BYLOCK kullanıcısı 2 şüpheli ve haklarında FETÖ soruşturması bulunan 2 kişiyle iletişim kaydı bulunmaktadır’ diyor.
Oysa daha yakından baktığımızda bu iddiaların gerçek olmadığını görüyoruz.
İddianameye göre Emre Aktaş adlı bir BYLOCK’çuyla konuşmuşum. Bu kişiyi tanımıyorum. Kayıtlarda Emre Aktaş – Nokta elektronik diye geçiyor. Böyle bir şirket de tanımıyorum.
İddianamede 76. sayfada şöyle diyor:
‘E.A. yani (Emre Aktaş), kullanımında bulunan 7373, … 1090, …1091 nolu hatlar ile irtibatının bulunduğu’
Bu ne demek?
Okuduğumda şaşırdım. Yani ben Emre Aktaş ait üç telefon numarasıyla en az üç kez belki de daha fazla irtibat kurmuşum, telefonla görüşmüşüm. Böyle bir izlenim yaratılıyor. Peki bu doğru mu?
Oysa bu doğru değil.
HTS kayıtlarına göre Emre Aktaş adlı kişiyle tek bir iletişim kaydı var. … 1090’la biten telefonla. O da 2013 yılında.
Özellikle ‘iletişim kaydı’ diye iddianamede kavramı kullanıyorum. Çünkü HTS kayıtlarında örneğin beni arayıp da telesekretere bırkaılan notlara hiç rastlamadım. Oysa ben genellikle beni arayan ve telefonumda kaydı olmayan numaraları pek açmam. Onlar da telesekretere not bırakırlar.
Üstelik Emre Aktaş beni aramış. Görüşme 19 saniye sürmüş. Başka bir iletişim kaydı da yok. HTS kayıtları bütün bu söylediklerimi ortaya koyuyor. Yani Emre Aktaş ile defalarca görüşmek sözkonusu bile değil.
İddianamede ayrıca Emre Aktaş’ın BYLOCK kullanıcısı olduğu söyleniyor.
Sayın başkan, ben gazeteciyim. Müneccim değil. Beni arayan kişinin telefonunda BYLOCK olup olmadığını bilemem.
Fakat Emre Aktaş’ın beni aradığında BYLOCK kullanıcısı olmadığını biliyorum.
Nereden biliyoruz bunu? Çünkü HTS kayıtlarında aslında yazıyor.
Çünkü HTS kayıtlarına göre Emre Aktaş beni 12 Şubat 2013 tarihinde saat 17.54’te aramış.
O tarihte BYLOCK programı henüz icat edilmemişti.
İkinci BYLOCK’çu Mücahit Koç adlı kişiymiş. Onu da tanımam. Fakat o da BYLOCK’çu değil.
Bu kişi beni aramış. Yani ben aramış değilim. O da 2 Şubat 2014 tarihinde aramış. İletişim kaydı oluşturmuş. İletişim kaydı 29 saniye sürmüş. Başkaca bir iletişim kaydı da yok.
O da BYLOCK’çu değil. Çünkü BYLOCK bu tarihten iki ay sonra piyasaya çıktı.
Dolayısıyla buna yönelik olarak iki BYLOCK’çuyla iletişim kaydı var iddiaları tümüyle asılsız.
Diğer yandan İddianamenin 10 sayfasında:
‘BYLOCK isimli kriptografik iletişim programını kullanan şüphelilerle çok sayıda bağlantı kurdular’.
İddianamede sayfa 11’de de şöyle denmiş:
‘FETÖ/PDY silahlı terör örgütü nedeniyle haklarında soruşturma yapılan tutuklu ya da firarilerle sıklıkla görüşülmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi, tesadüfi de görülemeyeceği açıktır.’
İddianamede kimi yerde ‘iletişim kaydı’ kimi yerde, ‘İrtibatının bulunduğu’, kimi yerde ‘bağlantı kurulduğu’ gibi sözcükler kullanılmış. Yukarıdaki da ‘görüşme’den söz ediliyor. Burada yapılan şey tümüyle bir belirsizlik yaratmaktır.
İddianamede belirtildiği gibi çok sayıda bağlantı kurulmuş değil. Yine iddianamede belirtildiği gibi hayatın olağan akışına uygun olmayan bir durum da söz konusu değil. Hatta tümüyle tesadüfi. Ayrıca telefonla aranmak ne zamandır suç?
Tekrar ediyorum sözkonusu kişileri de tanımıyorum.
Hakkında iletişim kaydı olan bir başka kişi FETÖ’cüymüş. Adı Niyazi Karakülah’mış. 18 Mayıs 2013 yılında kendisine bir mesaj atmışım. O kişiyle de ne daha sonraki yıllarda ne de daha önce hiçbir iletişim kaydım oluşmamış.
Niyazi Karakülah adlı bu kişiyi tanımıyorum. Mesaj falan da atmadım.
Ayrıca şu soruya yanıt vermek gerekir:
FETÖ hangi tarihten itibaren suç örgütü sayılıyor?
Daha somut söylemek gerekirse:
2013 yılında Fethullah Gülen Cemaatinden olan bir kişiye mesaj geçmek suç mu?
Fethullah Gülen o tarihte örgüt lideri olarak mı görülüyor? Onunla konuşmak, telefon etmek, bağlantı kurmak suç mu?
2013 yılı Eylül ayında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Fethullah Gülen’i Pensilvanya’da ziyaret etti. Görüşme iki saat sürdü. Neler konuşuldu tam olarak bilmiyoruz. Görüşmenin bir bölümünde Türkiye’nin Suriye politikası konuşulduğu söyleniyor.
Bu durumda FETÖ ile görüşen Ahmet Davutoğlu şimdi suç mu işlemiş oldu? Örgüt lideri ile görüşmekten dolayı suçlu mu?
Davutoğlu görüşmesinden yaklaşık bir ay sonra 20 Ekim 2013 tarihinde FETÖ ABD’de, rahatsızlık geçirdi. Tansiyon yüksekliğinin yol açtığı ritm bozukluğu nedeniyle 12 saat hastanede kalmış. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Fethullah Gülen’i telefonla arayarak ‘geçmiş olsun’ dileklerini ilettiler.
Yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Fethullah Gülen’i arayıp geçmiş olsun demekle suç mu işlemiş oldu?
Savcıların söylemeye çalıştığı şey bu mu?
FETÖ de 24 Ekim 2013 tarihli Zaman Gazetesi’ne bir iki sayfalık bir ilan vermiş. Bu ilanda kendisini arayan, dost ve yakınları aracılığıyla şifa dileklerini iletenlere teşekkür etti. Teşekkür listesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek de yer alıyor.
Bu durumda Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek de suç mu işlemiş oldular.
Ayrıca sözü edilen tarihte bu davada tanık olarak yer alan Hüseyin Gülerce hala FETÖ’nün emrinde çalışıyordu. Hazır tanık olarak buraya gelmişken savcılar kendisini hapse mi atacaklar?
Ayrıca aynı yıl dönemin başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan 30 Kasım 2013 tarihinde ‘2004’teki MGK kararı hükümet tarafından yok hükmünde kabul edilmiştir’ demecini vermiştir. Bu durumda Yalçın Akdoğan FETÖ örgütünü korumuş mu oldu?
Kaldı ki, yukarıdaki kayıtların hiçbirini kabul etmiyorum. Bu kişileri tanımıyorum.
Benim listemde son olarak ETS turizm var. Meğer ETS turizm şirketiyle ilgili bir FETÖ soruşturması sürdürülüyormuş. Hem de 2014’ten bu yana.
ETS şirketi Türkiye’nin bilinen turizm şirketlerinden biridir. Cezaevinde yattığım 9 aylık süre boyunca neredeyse her akşam televizyondan ETS turizm şirketinin reklamlarını izledim.
Neredeyse her hafta okuduğumuz gazetelerde tam sayfa ETS şirketinin reklamları yayınlandı.
Birkaç tanesini ayırdım. Bunları mahkemeye kanıt olarak sunmak istiyorum.
ETS turizm şirketiyle telefon görüşmesi yaptığım doğrudur. 2015 yılında bebeğimizle rahat edelim diye ‘bebek dostu’ ucuz bir otel aradık. ETS turizmin web sayfasında bulduk. Sonra Kanyon AVM’ye gidip rezervasyon yaptırdık. Bu arada da havaalanından tesise yapılacak transferin saatini belirlemek için birkaç kez şirket yetkilileriyle telefonda konuştuk.
Şimdi bu suç mudur?
Eğer bu şirket üzerinden rezervasyon yapmak, telefonla görüşmek suçsa, nasıl oluyor da gazetelerde sayfa sayfa reklamları yayınlanıyor? Bu şirketi hemen kapatmak gerekmez mi?
Bu şirketin her yıl 600 bin kişiyle bağlantı kurduğu belirtiliyor.
Şirket hakkında 2014 yılında bir soruşturmanın başlatıldığı söyleniyor.
Her yıl 600bin kişi şirketle bağlantı kurduğuna göre 2014 dahil 2017’ye kadar 4 yıl geçti. Demek ki bugüne kadar 2.4 milyon kişi şirketi aramış. Demek ki 2.4 milyon kişi potansiyel suçlu durumunda.
Böyle bir suçlama olabilir mi? Bu mantığa sığar mı?
Böylece bana ilişin olarak iddianamede yer alan BYLOCK’çu kalmadı. FETÖ’cü de kalmadı.
Savcılara göre FETÖ şüphelileri ile telefon irtibatı içinde olmak kuvvetli suç şüphesi oluşturuyor.
Bu akıl ve mantığa aykırı bir yaklaşımdır.
Bu durumda Cumhuriyet soruşturmasını yürüten savcı Murat İnam’la temas eden herkes terör örgütüne yardım etmek suçunun potansiyel failidir.
Çünkü kendisi FETÖ/PDY dosyası sanığıdır. İki kez müebbetle yargılanmaktadır.
Buna göre savcı Murat İnam’ı dosyaya atayan başsavcı, dosyayı birlikte yürüten savcılar, savcılıktaki memurlar, kendisiyle konuşan yargıçlar, İnam’ın telefonla görüştüğü hatta bayram mesajı attığı herkes suç faili haline gelir.
Fakat durum bundan da vahim.
Adalet Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre FETÖ’cülükten dolayı tutuklananlarla ilgili bilgileri aktarmak istiyorum:
Tutuklu hakim ve savcı sayısı: 2.431; Tutuklu Danıştay Üyesi sayısı: 41; Tutuklu Anayasa Mahkemesi üyesi: 2, Tutuklu HSYK Üyesi: 3
Şimdi bu kişilerle kaç yargıç ve savcı temas kurdu telefonla göüşrtü. Savcıya göre bunların tümü potansiyel suçlu durumunda. Tutuklu Anayasa Mahkemesi üyeleriyle temas kuran diğer anayasa mahkemeleri üyeleri de suç şüphesi oluşturuyorlar?
Eğer birileri tıpkı savcılığın yaptığı gibi ‘Niyet okuma’ kalkarsa, ‘Bu iddialar Türk yardı sistemini çökertir’ diyebilir ve bu işte bir art niyet görebilir.
FETÖ’cülerle görüşen ya da telefonla konuşan herkes, kuvvetli suç şüphesi taşıyan failler haline gelmesi gibi bir iddia olabilir mi?
Bu akıl ve mantık dışıdır. Ayrıca bu iddianamede bilir kişinin tarifini yaptığı biçimiyle manipülasyondur.
Bu iddianamede bana ilişkin olarak suç niteliği taşıyan tek bir görüşme ya da telefon irtibatı ya da iletişim kaydı dahi bulunamamıştır.
BYLOCK’çularla görüşmenin suç olarak nitelendirilmesi de ayrı bir garabettir.
Buna ilişkin üç itirazım var.
Birinci İtirazım: Beni arayan kişinin BYLOCK kullandığını nereden bilebilirim?
Ben gazeteciyim sayın yargın müneccim değilim ki? Beni arayana sorsam, telefonunuzda BYLOCK var mı diye, varsa da ‘Sizinle konuşamam’ desem bile iş işten geçmiş olacak, 19 saniyelik iletişim kaydı oluşmuş olacak.
İkinci İtirazım: Anayasa Mahkemesine göre FETÖ’nün gizli haberleşme programı Bylock, tutuklama için kuvvetli suç şüphesi oluşturuyor. Peki Türkiye’de kaç BYLOCK’çu var? MİT raporlarına göre 215bin kişi.
Türkiye’de FETÖ’cülükten tutuklu toplam kişi sayısı Adalet Bakanlığı’nın açıklamalarına göre 50 bindir.
Bu durumda Türkiye’de 160 bine yakın BYLOCK’çu serbestçe ortada dolaşıyor. Telefonunda Bylock olmayan ben, 9 aydır hapiste yatıyorum ve buna Türkiye’de adalet deniyor.
Üçüncü itirazım: BYLOCK’çularla görüşen herkes savcılar tarafından suçlanınca ortaya bir kaos çıkacaktır. Almanya’da 2000’li yıllarda bir araştırmadan anımsıyorum. Ortalama bir cep telefonu kullanıcısı bir yıl içinde kaç farklı kişiyle görüşme yapar diye. 67 rakamını bulmuşlar. Oysa günümüzde ortalama bir telefon kullanıcısı bu rakamın çok üstünde iletişim kaydı oluşturur. Çünkü alış-veriş yaptığınız şirket ya da berberiniz size bayram mesajı gönderdiğinde bile iletişim kaydı oluşturmuş olursunuz. Bakkal, manav, kasap, temizlikçi, elektrikçi, kombici, tesisatçı, akrabalar, iş arkadaşları…
Şimdi basit bir hesap yapalım, diyelim ki ortalama bir insan bir yılda 30 telefon kaydı oluştursun.
Türkiye’de 200 bin BYLOCK’çu var. Her biri 2014’ten bu yana 2 yıl içinde 60’ar telefon kaydı oluştursa şu anda Türkiye’de 12 MİLYON SUÇLU var demektir.
Kaldı ki öyle meslek grupları var ki, onların BYLOCK’çularla konuşma olasılığı çok daha yüksek. Bir kere muhtarların tümünü hemen hapse atmak gerekecektir. Sonra gazetecileri, avukatları, aile hekimlerini… Diğer yandan AKP milletvekilleri kaç BYLOCK’çuyla görüşmüşlerdir?
Savcılar akıl almaz iddialar öne sürüyorlar.
İddianamede 168. sayfada gazetenin tirajında büyük bir düşüş olduğu öne sürülmüştür. Savcının iddiasına göre, ‘Cumhuriyet Gazetesi yayın politikasında radikal bir değişiklik yapmış, bu değişiklik okurun yoğun tepkisiyle karşılaşmış ve gazetenin tirajı önemli ölçüde düşmüş.’
Peki bu iddia doğru mu?
Hayır değil. Hem de hiç değil.
İddianamede Basın İlan Kurumu tarafından gönderilen istatistiki verilere yer verilmiştir. Bu veriler hem yanıltıcıdır hem de tümüyle yanlış bir şekilde yorumlanmıştır.
Basın İlan Kurumu tarafından savcılığa gönderilen ve ek dosyalarda yer alan tabloda esas alınması gereken gazetenin ‘Günlük Fiili Satış Ortalamasıdır’.
Yani bir gazete günde ortalama ne kadar satıyor? Bu veriye bakmak gerek.
Savının iddiasına göre Cumhuriyet Gazetesi’ne 2013 yılından itibaren adeta el konuldu.
Bu durumda gazetenin 2013 yılındaki yıllık ortalama satış rakamına bakmak gerek. Sonra bir önceki yıl yani 2012 yılında acaba neymiş diye bakmak gerek.
Basın İlan Kurumu’nun gönderdiği tablodaki ortalama aylık satışları toplayıp 12’ye böldüğümüzde yıllık ortalama satışları buluruz. Buradaki sunacağım rakamlar da BAsın İlan Kurumu tablosundaki rakamlardır.
Basın İlan Kurumu verilerine göre Cumhuriyet Gazetesi’nin 2012 yılındaki günlük ortalama satışı 50 bindir.
2013 yılındaki günlük ortalama satışı ise 52 bindir.
Sonraki yıllara da bakalım:
2014 yılında 51, 2015’de 52, 2016’da günde ortalama 50 bin gazete satmış Cumhuriyet.
Dolayısıyla 2012 yılındaki satış 50 bindi, 2016 yılındaki satış da 50 bin.
(Basın İlan Kurumu’na göre yıllık satışlar: 2008-77, 2009-59, 2010-53, 2011-51, 2012-50, 2013-52, 2014-51, 2015-52, 2016-50.
Yani Cumhuriyet bu süreçte büyük bir okur tepkisiyle karşılaşıp büyük bir okur kaybına uğramış değil. Tirajı neredeyse aynı kalmış.
İddianamede, Cumhuriyet Gazetesi’nde radikal bir yayın değişikliği yapıldığı öne sürülmektedir.
Le Monde’un kurucusu Hubert Beuve Mery ‘Gazetecilik temas ve mesafe mesleğidir. Her ikisine de ihtiyaç var. Bazen çok fazla temas vardır ve yeterli mesafe yoktur. Bazen ise bunun tam tersidir. Zor bir denge meselesidir’ der.
Bugün Türk medyası artık bu dengeyi koruyamıyor ne yazık ki.
Cumhuriyet her zaman iktidarla arasına mesafe koyan, iktidarlara karşı eleştirel bir tutum alan, iktidarların politikalarını sorgulayan bir gazete olmuştur.
Bu nedenle 80’li yıllarda kimi arkadaşlarım Cumhuriyet’i ‘müzmin muhalefet’ olmaka eleştirirler de. Cumhuriyet’in bu muhalif tavrı, sosyal demokrat partilerin iktidar ortağı olduğu dönemlerde de değişmedi.
34 yıldır benim gözlemlediğim bu. Kaldı ki ben gazetecinin muhalif olması gerektiğini savunmuşumdur hep. Gazetecilik, sesini çıkaramayanların sesi olabilmektedir. Haksızlığa uğrayandan, ezilenden yana olmaktır. Her koşulda gerçekleri korkmadan dile getirebilmektedir.
Cumhuriyet AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana iktidarın uygulamalarına karşı eleştirel bir tutum içindeydi. Bu tutumunda hiçbir değişiklik olmadı. Hatta 2008’de yanlış anımsamıyorsam ‘Tehlikenin farkında mısınız’ diye bir kampanya da yürütmüştü Cumhuriyet gazetesi.
Kimi gazeteler iktidara karşı muhalif bir tutum içindeyken bu tutumu zaman içinde tümden değiştirip, iktidara destekler yayınlar yapmaya başladılar.
Fakat dün hükümetin hoşuna gitmeyen haberler yayınlayan Cumhuriyet Gazetesi bugün hükümetin hoşuna giden haberler yayınlamaya başlamadı ki. Dün muhalifken bugün yandaş olmadı ki. Eğer hükümetin hoşuna giden haberler yayınlanmaya başlansaydı biz burada olmazdık.
Cumhuriyet Gazetesi 7 Mayıs 1924’te yayın yaşamına başladı. Gazetenin kurucusu Yunus Nadi aynı zamanda Atatürk’ün silah arkadaşıdır. Daha ilk sayısında gazetenin temel ilkelerini kaleme aldı. Buna göre, Cumhuriyet ne hükümet ne de parti gazetesidir. Cumhuriyet demokrasinin savunucusudur. Demokrasiyi yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir.
Ülkemizde her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için çalışacaktır. Aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması için çaba gösterecektir. Laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir. ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini’ demokrasinin evrensel anayasası olarak benimseyecektir.
Cumhuriyet bu temel ilkelerinin dışına çıkamaz.
Cumhuriyet’in FETÖ’yü ya da herhangi bir dini tarikat veya cemaati övdüğüne hiç tanık olmadım. Böyle bir şey de mümkün değildir.
İddianamede 9. sayfada ‘Cumhuriyet Gazetesi’ne FETÖ tarafından 2013 yılından itibaren adeta el konuşmuştur’ deniyor.
‘Adeta’ sözcüğünün buradaki anlamı ne?
Yine aynı sayfada ‘Gazete adeta FETÖ, terör örgütünün savunucusu, kollayıcısı olmuştur’ deniyor.
Yine ‘adeta’ ile kurulmuş bir tümce.
Havada kalan iddialar öne sürülmüş. Hiçbirinin somut bir kanıtı yok.
Peki iddianamede belirtildiği gibi FETÖ tarafından el konulduktan sonra Cumhuriyet’te sahiden de FETÖ’yü savunan, kollayan haberler mi yayınlanmıştır?
Birlikte bakalım.
2013 Yılı
1- 28.2.2013’te 1. sayfadan yayınlanan ‘Gülen’in gizli bağları’ başlıklı haberde Fethullah Gülen için ‘CIA’nın yan kuruluşu olan bir vakfın ortaasya ayağı olarak iş görmektedir’ denildi.
2- 15 Temmuz 2013’te yayınlanan ‘Gülen Protesto Edildi’ haberinde Gülen’in ‘Laikliğin en büyük düşmanı olduğu, şeriat kuralları ile yöneltilen bir sistem istediği’ vurgulanıyor.
3- 14 Ağustos 2013 tarihinde 1. sayfadan verilen haberde ‘Cemaat yargının içindeydi’, ‘Devletin içinde cemaat yapılanması var’ deniliyor.
4- 29 Eylül 2013’te 1. sayfadan giren haberin başılğı şöyle: ‘Cemaatten Öğrenci Avı şBAladı’
Aynı tarihlerde ülkenin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu FETÖ’yle iki saatlik bir görüşme yaptı Pensilvanya’da. Ülkenin başbakanı ve cumhurbaşkanı da rahatsızlanan FETÖ’ye geçmiş olsun dileklerini ilettiler.
Bunlar mıdır cemaati kollayan haberler.
5- 30 Aralık 2013’te 1. sayfadan giren bir başka haber.. ‘Davada karar vermek için Gülen’den görüş isteyen yargıç isyan ettirdi.’ Üst başlığı var. Haberin başlığı şöyle: ‘O İmamı Açıkla’.
Aynı gün aynı sayfada yayınlanan ikinci haberin başlığı şöyle: ‘Kaç Dosya Gülen’e gitti’
Kaç dosyanın Gülen’e gittiğini hala bilmiyoruz.
Bu haberde Yargıtay imamından söz ediliyor.
2014 Yılı
6- 3 Ocak 2014 – 1. sayfa: ‘Yargıtay imamı için harekete geçildi.’ Bu haberde Yargıtay’daki çeteden söz ediliyor.
7- FETÖ’yü savunduğu Cumhuriyet’ten bir haber daha. 9 Ocak 2014: ‘Gülen okulları ABD için casus yetiştiriyor’
8- 1 Şubat 2014 – 5. sayfa: ‘550 vekil dinlendi’.
9 – 27 Şubat 2014 – 1. sayfadan verilen haberde Gülen hareketi için ‘paralel tehdit’ başılğı kullanılmış.
10- 7 Haziran 2014’ten itibaren 7 günlük bir dizi yayınlandı Cumhuriyet’te. Dizinin başlığı ‘Paralel yürüdük bu yollarda’. Dizide siyasal islamın Türkiye’de nereden nereye geldiği anlatılıyor. AKP ile FETÖ arasındaki ilişki de anlatılıyor elbette.
11- 29 Haziran 2014 1. sayfa haberi: ‘Generallere İkinci Kumpas’
12- 4 Temmuz 2014 1. sayfa: ‘Cemaat Kilitleri’ başlıklı haberde HSYK’Daki FETÖ’üclerden söz ediyor. Bu FETÖ’cülerin kumpas kuran hakimlere nasıl sahip çıktığı anlatılıyor.
2015 Yılı
13- 21 Şubat 2015 1. sayfa: ‘Örgütün 1 numarası Gülen’ başlığı atılmış (İst. Cumhuriyet Başsavcılığının fezlekesine ilişkin haber)
14- 14 Mayıs 2015: ”FETÖ’nün amacı Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirmek’ demiş Cumhuriyet.
Bu haberlerle mi kolladı Cumhuriyet FETÖ’yü.
15- 14 Aralık 2015: ‘Yalanan davanın gerçek öyküleri’ dizisi yayınlandı. FETÖ’nün İzmir’deki ‘Askeri Casusluk’ kumpasının perde arkası anlatıldı.
16- 15 Aralık 2015 – ‘Abiler soru ezberletip kurana el bastırdılar’. Bu haber KPSS sorularının nasıl sızdırıldığı ile ilgili bir haber. Abiler çalınmış KPSS sorularını öğrencilere ezberletiyorlarmış. Sonra da ‘bunu kimseye anlatamayacaksınız ha’ diyerek gençlere el bastırıyorlarmış.
Haberde ayrıca bütün polis sınavlarının şaibeli olduğu anlatılıyor.
2016 Yılı
17- 18 Temmuz 2016: ‘Gülen TSK’ya Nasıl Sızdı’ başlığıyla verilmiş. (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı İddianamesi)
18- 20 Eylül 2016 – ‘Biz atıyorduk onlar şerh koyuyorlardı’ başlıklı haberde eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün TBMM Darbe komisyonuna yaptığı açıklamalara yer verilmiş.
İddianamede ‘Cumhuriyet terör örgütünün savunucusu, kollayıcısı olmuştur’ deniyor.
Bunlar mıdır FETÖ örgütünü savunan, kollayan haberler.
İddianamede ‘Cumhuriyet Gazetesi’ne FETÖ tarafından 2013 yılından itibaren adeta el konulmuştur’ deniyor.
FETÖ’nün sözümona ‘El koyduğu’ gazetede böyle haberler çıkabilir mi?
Bunlar sadece örnek olsun diye sunduğum haberler. Cumhuriyet Gazetesi’nde arkadaşlarımın bana ilettiği bilgi notuna göre Fethullah Gülen ile ilgili olarak 2014 yılından bu yana her yıl gazetede FETÖ ile ilgili yüzü aşkın haber yayınlanmış.
Ayrıca şunu da vurgulamak gerekir. Cumhuriyet Gazetesi 2016 yılının Eylül ayında çok saygın bir ödül olan ‘Alternatif Nobel Ödüül’nü almıştır. Bu ödülü yaptığı kaliteli yayıncılık yaptığı iyi gazetecilik nedeniyle almışıtr. Cumhuriyet bu ödülü araştırmacı ve cesur yayınıclığı nedeniyle almışıtr.
Türkiye’de gazetelerin böylesine önemli Uluslar arası ödüller almasına sık rastlanmaz.
Bu büyük bir başarıdır.
Nobel ödül komitesiyle Cumhuriyet adına görüşmeleri ben yaptım. Yaklaşık iki yıl sürdü görüşmelerimiz.
Ödül törenine Cumhuriyet Vakfı Başkanı Orhan Erinç ve ben gidecektik.
Ben de yavaş yavaş Alternatif Nobel Ödül töreni için hazırlıklara başlamıştım ki, kendimi Silivri’de hapiste buldum.
Cumhuriyet Gazetesi Türkiye’de ulusal düzeyde yayın yapan en eski gazetedir. Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt gazetedir. Sorumlu bir basın kuruluşudur.
Cumhuriyet Gazetesi’nin hedef alınmasının nedeni Cumhuriyet değerlerinin taşıyıcısı olmasıdır. Bir başka neden de, Cumhuriyet’in üTrkiye’de eleştirel habercilik yönünden sembolik bir anlam taşımasıdır.
İddianamede 152. sayfada ‘Azez Düğümü’ 16.2.2016 ve ‘Devletin Kalbine Bomba’ 18.2.2016 iki haber gösterilerek, Cumhuriyet ve Zaman Gazetesi’nin ‘Müşterek manşet’ attığı öne sürülüyor.
Bilirkişi’ye göre bunlar üst akıldan siparişle atılan manşetler izlenimini veriyormuş.
Gazeteler bazen aynı başlıklarla çıkabilirler. Biz buna gazeteciler arasında pişti diyoruz. Hoş bir durum değil. Fakat Cumhuriyet’te yayınlanan iki başılğın aynı olmasına ilişkin yapılan yorum da tümüyle mantık dışıdır.
2013 ile 2016 yılları arasında Cumhuriyet’te (günde en az 80 haber) 86 bin haber yayınlandı. 2 tane başlık aynı çıkmış. 85 998 başlık farklı çıkmış. Sorun ne?
Cumhuriyet’in silahlı terör örgütlerinin (FETÖ, PKK, DHKP/C) eylemlerini meşru gösteren yayınlar yapmakla suçlanıyorum.
Cumhuriyet hiçbir dönemde terör örgütlerinin eylemlerini meşru gösteren yayınlar yapmamıştır.
Cumhuriyet her zaman teröre, şiddete karşı çıkmış bir gazetedir. Nefret söyleminin de kullanılmaıdğı gazetedir.
Bu iddianamede suçlama konusu yapılan yayınlar gazetecilik faaliyetidir. Hiçbiri silahlı terör örgütlerinin propagandası değildir.
Yapılan suçlamalara ilişkin üç itirazım var.
Birinci itirazım:
Eğer Cumhuriyet Gazetesi’nde yasalara aykırı bir yayın yapılmışsa elbette buna ilişkin bir dava açılır, sorumlular yargılanır. Mahkemeler gerçekten de suç işlenip işlenmediğine ilişkin bir karar verirler.
Nitekim iddianamede yer alan haber ve yazılardan bazılarıyla ilgili savcılık tarafından soruşturma başlatılmıştır.
Bazıları hakkında açılan davalar ise sürmektedir.
Fakat şu anda iddianamede yer alan haber ve yazıların büyük çoğunluğu hakkında soruşturma açma ihtiyacı bile duyulmamıştır.
Diğer bir anlatımla bu haber ve yazılarına ütmü yargısal denetimden geçmiştir.
Basın kanunun 24. maddesine göre gazetelerde yayınlanan haber ve yazılar için davanın 4 ay içinde açılması zorunludur. İddianamedeki yayınların tamamı 4 aydan eskidir.
Bu haber ve yazılar suçlama konusu olamaz.
Yargısal denetimden geçmiş haberler karşımıza getirilmektedir.
İkinci İtirazım: Bu haber ve yazıların yayınlanmasında herhangi bir dahlim yoktur. Yetkim de yoktur. Cumhuriyet Gazetesi’nde 21 yıl boyunca Haber Müdürlüğü yaptım. Bu dönemde hiçbir vakıf yöneticisi gelip bana müdahale etmemiştir. Zaten müdahale etseydi o zaman haber müdürlüğü görevini gereği gibi yerine getiremediğimi düşünür hemen istifa ederdim.
Fakat Cumhuriyet’te böyle bir şey olmaz. Editoryal bağımsızlığa aykırıdır, Cumhuriyet’in geleneklerine aykırıdır. Ben de vakıf yöneticisi olarak hiçbir genel yayın müdürünü, yazıişleri müdürünü ya da haber müdürünü arayarak onların işine karışmadım.
Kaldı ki teknik olarak da Vakıf yöneticilerinin Cumhuriyet’in haber akışını yönlendirmeleri mümkün değildir.
Bir gazete bir ‘haber fabrikası’ gibi çalışır. Benim zamanımda her gün yaklaşık 2 bin haber gelirdi gazeteye. Yerli ve yabancı ajanslardan, bürolardan, muhabirlerden gelirdi haberler. Bu haberlerin en fazla 120’si sayfalara girer, 2380’i de çöpe giderdi. Her gün üç haber toplantısı yapılırdı. Bu toplantılara gazetenin tüm şefleri, yazıişleri müdürü, haber müdürü, genel yayın yönetmeni, editörler katılırdı. Sabah, öğle ve akşam yapılırdı toplantılar. Bu toplantılarda günün haberleri tartışılırdı. Toplantılar kimi zaman çok tartışmalı geçerdi. Gazetede insanlar çok yoğun bir tempoda çalışırlar. Çok yorucu bir iştir.
İki ayda bir toplanan vakıf yönetim kurulunun gazetenin haber akışını yönetmesi mümkün değildir. Bu iş öyle kolay bir iş değil.
İki ayda bir toplanan vakıf yönetim kurulunun gazetenin haber akışını yönetmesi mümkün değildir. Bu iş öyle kolay bir iş değil.
Üçüncü İtirazım: İddianamede 140. sayfada delil olarak kabul edilen haber ve yazılar sıralanmış. Bu sıralanan haber ve yazılar arasında benim yazdığım bir haber ve yazı yer almamaktadır.
Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesine göre ‘ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz’. Kaldı ki gazetelerdeki yayınlardan yasalar karşısında kimin sorumlu olduğu Basın Kanununun 11. maddesinde yer almaktadır. Yazmadığım haber ve köşe yazılarından sorumlu tutulmam mümkün değil.
İddianamede benim Cumhuriyet Vakıf yönetimini usülüsz yöntemlerle ele geçirdiğim öne sürülüyor. Böyle bir şey sözkonusu değil. 34 yıllık bir Cumhuriyet çalışanıyım. 2014 yılında yapılan seçimle vakıf yönetimine seçildim. Bu elbette benim için bir onur. Ancak Cumhuriyet ailesinin 34 yıllık bir ferdi olarak, bir Cumhuriyet emekçisi olarak Vakıf yönetimine seçilmem neden yadırganıyor bunu anlamadım. Neden vakıf yönetimine seçilmekle vakfı ele geçirmiş oluyorum onu da anlamadım.
Şişli’de bulunan taşınmazın 2.4 milyon TL’ye satıldığı ve vakfın zarara uğratıldığı iddiası var. Şişli’deki taşınmasın satışından önce Vakıf Gayrı Menkul Yatırım A.Ş.’ye başvuruldu oradaki mülkle ilgili bir ekspertiz raporu istendi. Vakıf Gayrı Menkul Yatırım A.Ş., bir kamu kuruluşu olan Vakıfbank’ın kuruluşu. Ekspertiz raporunda bu taşınmaza 2.4 milyon lira değer biçildi. Mülk de bu fiyattan satılıd. Ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğünden de yetki belgesi alındı. Yasaya aykırılık sözkonusu değil.
Vakıf olarak borca batık şirkete karşılıksız borç vermek iddiasını da reddediyorum. Cumhuriyet Vakfının kuruluş amacı Cumhuriyet Gazetesini yaşatmaktır. Vakıf tarafından Cumhuriyet Gazetesine aktarılan kayıtlar muhasebe kayıtlarında açık ve net bir şekilde yer almaktadır. Yasadışı bir işlem sözkonusu değildir. Kaldı ki şirketin ne kamuya ne de piyasaya hiç borcu yoktur. Vergi borcu da yoktur. 2016 yılını da karla kapamıştır.
Sayın yargıç, 9 aydır hapisteyim. İnsanın özgürlüğünden yoksun kalması, çocuğundan, sevdiklerinden ayrı kalması elbette zor.
Fakat benim için bundan da kötüsü FETÖ’cü terörist olarak suçlanmaktır.
9 ay boyunca Türk medyasında, yandaş televizyon ve gazetelerde FETÖ’cü ve terörist olarak adlandırıldım. Daha da ötesi ülkenin en yetkili ğıazları henüz iddianamem bile çıkmadan benim terörist olduğumu söylediler.
Hani ‘suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamazdı’.
Ben gazetecilik yaşamım boyunca bu evrensel ilkeye daima sadık kaldım. Ama bugünün yöneticileri bu en basit ilkeyi bile çiğnemekte hiç sakınca görmüyorlar. Bu üzücü bir durumdur.
‘Çamur at izi kalsın’
Bana bu süre boyunca sadece atılmadı adeta bir ‘itibarsızlaştırma’ kampanyası sürdürüldü.
Ne oldu ‘lekelenmeme hakkında’.
Sayın yargıç 34 yıldır Cumhuriyet’te çalışıyorum. Sarı basın kartı sahibiyim. Bugüne de pek çok gazetecilik ödülü aldım. Sayısını hatırlamıyorum. 21 yıl boyunca gazetenin haber müdürlüğünü yaptım. Bir kızım var.
Gazetecilik yaşamım boyunca çevre konusuna özel önem verdim. 30 yılı aşkın süredir Cumhuriyet’te çevre yazıları yazıyorum. Dalyan’daki Carretta Carretta kaplumbağalarıyla ilgili yaklaşık 200 yazı yazdım.
Eğer bugün Türkiye’de Caretta’lar, Chelonia Mydas’lar, Trionix’ler, deniz kaplumbağaların yumurtalarını bıraktığı Dalyan’daki o muhteşem İztuzu kumsalı korunabildiyse, Türkiye’de çevre koruma bölgeleri ilan edildiyse, Akdeniz Foku, Tepeli Pelikanlar, Dikkuyruklar, kelebekler, endemik canlı türleri, kuş cennetleri ile ilgili bir duyarlılık oluştuysa, bunda benim de katkım olduğu için mutluyum.
Termik santrallerinin ve nükleer santrallerin zararları, iklim değişikliği ve canlı türlerinin yok oluşuyla ilgili yıllardır yazılar yazıyorum. Bugün iklim değişikliği insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük sorunlardan biridir.
Gazetecilik yaşamım boyunca ilgilendiğim ikinci konu da bilişim olmuştur. Yani bilgisayar teknolojileri ve internet.
80’li yıllarda bir yandan Cumhuriyet’te çalışıyor, üniversitede yüksek lisans yapıyordum. Diğer taraftan bilgisayar programcılığı konusuna dersler almaya başladım. O günden bugüne pek çok (10’u aşkın) bilgisayar dilini inceledim. Bu dillerle onlarca program yazdım.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde 2000-2010 ıylları arasında 10 yıl boyunca ‘Yeni medya, dijital yayıncılık, internet gazetecilik, web sayfa tasarımı’ dersleri verdim.
Lisans dersleri verdim. Yüksek lisans ve doktora dersleri de verdim.
Öğrencilerime dijital dünyayı, web programcılığını, kodlamayı, arşiv sistemlerini anlattım.
2 bini aşkın öğrenci yetiştirdim.
50’ye yakın yerel ve Uluslar arası konferans ve panelde konuşma yaptım. Geleceğin gazetecilğiini anlattım bizi bekleyen sorunları anlattım.
Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığım köşenin adı da ‘Dijital Dünya’dır.
90’ların başından beri Cumhuriyet Gazetesi yönetimine dijitalleşmeyle ilgili raporlar yazıyorum. Projeler gerçekleştiriyorum.
Cumhuriyet’in E-Gazete yayını, Cumhuriyet arşivinin dijitalleştirilmesi bu arşivin internetten satışa sunulması, DVD haline getirilmesi, Cumhuriyet kitaplarının internet üzerinden satışı, gibi projeler benim 90’larda yönetime sunduğum, sonraki yıllarda hayata geçen projelerimdir. Bazıları da hayata geçmedi.
Bütün bu projelerin hayata geçirilmesinde görev de aldım. Cumhuriyet Haber portalıınn ve Cumhuriyet Mobile’in ilk tasarımlarını, ve program kodlarını da ben yazdım.
Bugün üdnya tarım ve sanayi devriminden sonra bilişim devrimi sürecini yaşıyor.
Bu dijital devrimi kaçırmak Türkiye’ye sanayi devrimini kaçırmaktan çok daha pahalıya mal olacak.
Bu devrimi anlamak çok önemli. Bu yüzden daha 80’lerden beri kodlamanın önemini anlatmaya çalışıyorum. Çünkü kodlamayı öğrenmeden yaşadığımız devrim sürecini anlamak zor. 80’lerden beri çocuklarımıza kodlama eğitimi vermemiz gerektiğini söylüyorum. Daha hala bu konuda Türkiye’de yeterli adımlar atılmış değil.
‘Dijital dünya’ başlıklı köşemde içinde yaşadığımız bu devrim sürecini anlatmaya çabalıyorum. Dijital dünyanın sağladığı olanakları anlatmanın yanısıra, ortaya çıkan tehlikelere dikkat çekmeye çalışıyorum. İnsanların ölümüne karar veren Otonom silahları, yapay zekayı anlatıyorum.
Dijital çağa uyum sağlayamayan şirketlerin ayakta kalması zor.
Benim Cumhuriyet’teki temel görevim 93 yıllık bu köklü gazeteyi dijital çağa hazır hale getirmektir. Türkiye’de daha internet bile yokken yönetime sunmaya başladığım raporlarla bunu başarmaya çalıştım. Çünkü 20 yıl sonra Türkiye’de kağıda basılı gazete kalmayacak.
Bu iddianamede FETÖ’cülükle suçlanıyorum.
Oysa ideolojik olarak FETÖ ile hiçbir yakınlığım yok. Siyasi olarak zıt kutuplardayız.
Diğer yandan dünya görüşüm, yaşam biçimim, inançlarım nedeniyle FETÖ’cü olmam mümkün değil.
22 Mart 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada CHP’li milletvekilleri için tarihten örnekler vererek ‘Onlar aynı ekolün insanları’ dedi.
Ben de bu ekol meselesi üzerine düşünmeye başladım. CHP’nin, AKP’nin, FETÖ’nün ekolünü düşündüm. Sonra kendi ekolümü düşündüm.
Ben hayatım boyunca derslerimde, konferanslarımda, yazılarımda bilimin önemini anlatmaya çalıştım. Evrim kuramını savundum.
Oysa burada FETÖ propagandası yapmakla suçlanıyorum. O zaman şunu sormam gerekiyor:
FETÖ evrim kuramını mı savunuyor
Ben Kadın hareketinin her zaman destekçisi oldum. Yani bana sorarsanız kadınlar, Feministler ne deseler haklılar:
Peki FETÖ Feminist mi?
Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi klasik batı müziğine önem verirdi. Gazeteyi kurumsallaştıran oğlu Nadir Nadi ise klasik müzik eğitimi almıştı. Usta bir kemancıydı.
Yani Cumhuriyet’in genlerinde demokrasi, laiklik, bilim kadar klasik müzik de vardır. Sanat da vardır. Nadir Nadi Mozart hayranıydı. Onun ‘Dostum Mozart’ kitabını 80’lerde keyifle okumuştum. Şöyle diyor kitabında Nadir Nadi:
‘İyi müziğin insanı yüceltici, insanları insanlara, toplumları toplumlara yaklaştırıcı bir etkisi vardır. Atatürk çok sesli evrensel müziği toplumumuza kazandırmak için boşuna çaba harcamadı.
Çünkü evrensel müziğe yabancı kaldıkça, çağdaş uygarlığa ulaşmamız da o ölçüde ertelenecektir’
Nadir Nadi’nin fikirlerine aynen katılıyorum. Tıpkı Nadir bey gibi ben de bir Mozart hayranıyım.
Peki FETÖ Mozart dinler mi?
Ya da Beethoven, Bach, Brahms veya Fazıl Say dinler mi?
Elbette halk müziği ve Türk Sanat Musikisini de keyifle dinlerim. Aşık Veysel’e de aşığım, Dede Efendi’ye de. Ama bu klasik müziği sevmeye engel değil ki? Çağdaş sanatları öğrenmeye engel değil ki.
Diğer yandan atonal müziği, 12 ton müziğini, raslamsal müziği, dijital müziği de anlamaya, öğrenmeye çalışıyorum. Dinlediğinizde insanın zihninde görüntüler yaratmayı başaran Akusmatik müziği inceliyorum.
FETÖ’nün çağdaş sanat akımlarını izlemek gibi bir kaygısı var mı?
Bu darbe girişiminden önce tıpkı Pensilvanya’ya giden işadamları ve siyasiler gibi ben de FETÖ’yü ziyaret etseydim ve ona Velazquez’in ünlü ‘Aynalı Venüs’ tablosunu hediye etseydim, tabloda çıplak bir kadını sırtından görürüz, FETÖ bu tabloyu gelen konukların görebileceği bir yere asar mıydı?
Ya da modern sanat tarihinin başyapıtları arasında sayılan ve Kübizme giden yolu açan Picasso’nun ünlü ‘Avignonlu Kızlar’ tablosu (1907) FETÖ’yü heyecanlandırır mıydı?
Jackson Pollok, Andy Warhol, Joseph Beus’un sanatı üzerine FETÖ ile sohbet edebilir miydik?
Kübizmin yanısıra Fütürizm, Dada, Fluxus gibi sanat akımları üzerine konuşur muyduk? Kavramsal sanatı konuşur muyduk?
İnsanların farklı inançları vardır.Noah Hariri’nin son kitabı ‘Homo Deus’u okudum hapiste. Kitap bize yarının dünyasını anlatmaya çalışıyor. Olasılıkılar sıralıyor. Başımıza gelebilecek şeyleri.
Bir yerinde Ortaçağ’daki büyük veba salgınından söz ediyor.
İnsanlar Ortaçağda meleklere, perilere inanmaya hazırdılar. Hastalıklardan kötü havayı, şeytanları, kızgın tanrıları sorumlu tuttular. Ama bakterilerle virüslerin varlığından hiç şüphelenmediler’ diyor.
Veba salgını yüzünden dünyada milyonlarca insan öldü. O tarihlerde Avrupa nüfusunun üçte biri öldü.
Ben insanların inançlarına son derece saygılıyım. Ama benim inançlarıma da aynı şekilde saygı duyulmasını beklerim.
Ben erkek ve kadının birlikte dans etmesinin çok önemli olduğuna inanırım. Dansın insanları özgürleştirdiğine inanırım. Uygarlığımız açısından önemli olduğuna inanırım.
Atatürkü’n en sevdiğim fotoğrafı, Ankara Palas’ta dans ederken çekilmiş fotoğraflardır. (17 Ocak 1929. Manevi kızı Nebile İrdelp’in düğüün nedeniyle)
Ünlü feminist yazar Emma Goldman şöyle der:
‘Dans edemeyeceksem, bu devrim benim devrimim değildir’
Biz ailece dansı severiz. Opera ve baleyi severiz.
Peki FETÖ de opera ve baleyi sever mi?
Eşim halk oyunlarını da sever. Kafkas oynar. Fakat en çok tangoyu severiz. Eşimle fırsat buldukça tango yaparız.
Peki FETÖ tango yapar mı?
Youtube’da FETÖ’nün tango yaparken görüntüsünü hiç görmedim. Gerçi zeybek oynarken ya da halay çekerken de görmedim.
Elbette insanlar ille de dansı sevecekler diye bir şart yok. Herkes özgür. Ama ben de özgürüm. Kadınların gülmesini, kahkaha atmasını, şort ya da mini etek giymesini, dans etmesini uygunsuz gören, ayıplayan, ahlaksızlık olarak gören hatta günah sayan hiçbir anlayışı desteklemem mümkün değil.
Bu anlayıştaki birini Kanarya Sevenler Derneği’ne başkan olarak bile seçmem. Propagandasını yapmam. Yapamam.
Keşke FETÖ ve ona yakın ekoldaki insanlar gerçekten çoğulcu, katılımcı demokrasiye, fikir özgürlüğüne, erkek kadın eşitliğine inanabilseler. Sanatın, bilim ve teknolojinin, felsefenin önemini kavrayabilseler. Türkiye şu anda zaten dünyanın en gelişmiş on ekonomisi arasında yer alıyor olurdu.
Biz de hapiste olmazdık.
Son yıllarda giderek daha çok program kodlarını incelemeye, okumaya başladım.
Bu felsefe kitabı okumak gibi bir şey. Elbette kolay değil. Çünkü o dili öğrenmemiz gerek. Ama Adorno, Hegel ya da Heideger okumak da kolay değildir.
Bir program kodu sadece kod değildir. Aynı zamanda Felsefedir. O kodda Aristotelesi de Platonu da görebilirsiniz. Bilgisayar kodu mantıktır. Klasik mantık da var puslu mantık da. Bilgisayar kodu aynı zamanda matematiktir.
Bazen incelediğiniz birkaç sayfalık bir kod öylesine mükemmel yazılmıştır ki, Nazım Hikmet, Edip Cansever ya da Cemal Süreya’nın şiirini okurkenki heyecanı duyarsınız.
Bazı kodlar insanı korkutur. O kodu yazmayı başaran insanın zekasından ürkersiniz.
Dünya dijital devrim sürecini yaşıyor. Yeni bir dünya kuruluyor. Türkiye’nin bu dünyada yerini almasını sağlamak için çabalayacağımıza, bunun için uğraşacağımıza FETÖ ile uğraşmak zorunda kalmak vahim bir durumdur.
Sayın başkan. Yukarıda açıkladığım nedenlerle FETÖ’cü olmam, FETÖ’nün propagandasını yapmam mümkün değildir.
Türkiye Avrupa medeniyetinin bir parçası olmalıdır. Ortadoğunun değil.
Ne ortaçağ ne de Ortadoğu kafasındaki ekolleri desteklemem söz konusu bile olamaz.
Türkiye bugün dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştü. 170’i aşkın gazeteci hapiste. Basın özgürlüğünde Uganda’nın gerisindeyiz.
Bu Türkiye’ye yakışan bir durum değil.
FETÖ ile mücadele görüntüsü altında, hükümetin hoşlanmadığı haberler yapan gazeteciler hapse atılıyor. Bağımsız gazeteciliğin kökü tümüyle kazınmak isteniyor. Oysa basın özgürlüğü halkın haber alma özgürlüğüdür. Basın özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasi de olmaz.
Bizler demokratik bir toplumda fikirlerimizi özgürce ifade etmek ve gazetecilik yapmak istiyoruz.