M. MURAT KUBİLAY
mmkubilay@gmail.com
Son üç ayda faiz indirimleriyle başlayan, üç PPK üyesinin değiştirildiği, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankası’nı ziyaret edip TÜİK’ten içeri alınmadığı, Lütfi Elvan’ın görevden affının isteyip yerine kamu yönetimi mezunu Nurettin Nebati’nin atandığı olağanüstü bir dönem geçirdik. İlk sonuç dolar kurunda artıştı, ardından spekülatif atak geldi, devamında vadeli ticaret ve tedarik sisteminde ani duruş yaşandı ve nihayetinde zam yağmuru başladı.
Yapılanların gecikmeli bedeli anlaşılınca, yeni faiz indirimleri için küçük bir alan kaldığı vurgulandı ve hatta başka faiz indirimleri olmayabileceği iddia edilmeye başladı. BOTAŞ’a 2,2 milyar dolar, piyasaya ise 1 milyar doları spot, 400 milyon dolarıysa vadeli olmak üzere döviz satışı yapıldı.
Bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan da sessiz. Bir ihtimalle hatalarının farkına vardılar ancak geri adım atamıyorlar, en azından daha da kötüleşmeyi durdurmak istiyorlar.
Daha tatsız bir ihtimale göreyse şu ana kadar olanlar sadece başlangıçtı. Bundan sonra ücret artışlarıyla yeni bir döngü yaratıp sonuçları bilinmesine rağmen kredi genişlemesi ve uzun süredir denenmeyen mali gevşemeyle hızlı bir seçim sürecini zorlamak ve bu esnada son 20 yılda benzeri görülmemiş bir enflasyon ve finansal istikrarsızlık yaratmak olacak. İzleyip birlikte göreceğiz. Şimdilik kesin olan, kısa vadede pes edip geri adım atmayacakları.
Şu ana kadar bahsettiklerim AKP’nin bir seçimi daha kazanabilmek için denemeye koyduğu ‘çılgın model’ tercihinin uygulanma şekli ve ilk sonuçlarının iktisadi açıklamasıydı. Bu modelin başarıya ulaşması için çok sayıda olumlu finansal ve ticari gelişmenin eş anlı yaşanması gerekiyor. Diyelim ki böyle bir mucize oldu; seçimleri kazanmaya yeterli olur mu?
Seçimler Haziran 2018’deki eksik demokrasi düzeyinde yapılsa bile bence yeterli olmaz. Bu öznel önerme son dönemde açıklanan anket sonuçlarından kopuk değil. İktidar böyle talihli bir dönem geçirse dahi seçim sistemini ve uygulamasını daha da anti-demokratik hale getirmek zorunda. Yani çılgın ekonomi modeline uygun çılgın seçimler yapmak durumunda. Bunun nasıl yapılabileceğinin ayrıntılarını siyaset bilimi ve hukuk uzmanlarına bırakıyorum.
Yalnızca son dönemde muhalefete karşı baskı dozunun iyice artırıldığını, özellikle benim gibi siyasal dokunulmazlık imkânına sahip olmayanların, mevcut toplumsal sessizlik ortamında korumasız kaldığını ve tek güvencemizin toplumsal destek olduğunu belirtmek istiyorum.
Geçtiğimiz hafta, Murat Sevinç Hoca nezaket göstererek, ‘Ya demokratik seçim hiç olmazsa!’ isimli yazıma ‘İki asırda biriken, sandık ve gitmek üzerine…’ isimli yazısıyla atıfta bulundu. Onun da temel senaryosu tarihsel gelişimimize tümden sırt dönmeyerek bir seçim yapacak olmamız; seçimlerin demokratik standartlarındaki bozulmanın bir derece daha kötüleşmesi. Maksadım bu konuyu gündeme taşımak ve bu konuda peşin olumlu hüküm sahibi toplumsal ve kurumsal muhalefeti sarsmaktı. Bu tartışmayı bu alanın uzmanlarına devretmek istiyorum, fakat tartışmanın bundan sonraki ilerlemesine ilişkin bir etkide bulunmak istiyorum.
1950’de tokalaşarak devleti ve hükumeti İsmet İnönü’den devralanlar, 10 yıl sonra adil bir seçimden kaçınmaya çalışmış, bu doğrultuda sayısız hukuksuzluk yapmış ve ancak TSK’nın tartışmalı müdahalesiyle çekilmek durumunda kalmıştı. Bugün benzer etkide bulunabilecek bir TSK yok ve ben dahil kimse askeri müdahalelerle bir ilerleme yaşanmasını zaten istemiyor.
Soru şu: Eğer TSK bir darbe yapmamış olsaydı, 1961’de seçimler normal zamanında ve asgari (ideal asla değil) demokratik teamüllere uygun yapılır mıydı, ardından muhalefet lehine bir sonuç çıkar mıydı ve böylesi bir sonucun neticesinde devir teslim yapılır mıydı?