MURAT SEVİNÇ
CHP yönetimi, Kürt siyasal hareketi ile yan yana görünmekten bu ölçüde ürktüğü/çekindiği, akıl dışı koşullarda her şey olağanmış gibi davrandığı ve DP (Demokrat Parti)’nin 1947 yılı Ocak ayındaki kararlılığının yarısını olsun sergilemediği müddetçe, herhangi bir şeyi dönüştürme ve başarma şansı yok. İki artı iki, eşittir dört. Beş değil, üç değil, dört!
Peki başka türlü davranırsa başarabilir mi? Kim bilebilir. Buna mukabil, doğru olanı yapmış ve bir şey söylemiş olur. Denemiş olur. Adım atmış olur. Umut yaratmış olur. Şaşırtmış olur. Siyaset yapmış olur. Gündem belirlemiş olur. Heyecanlandırmış olur. Eh fena mı olur!
Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olması gerektiği üzerinde ilk yazılardan birini, garip bir biçimde ben yazmış olabilirim! Radikal İki’de, 2009 yılı yerel seçimleri öncesinde, ‘Bekaroğlu ve Kılıçdaroğlu’ başlıklı bir yazıydı. Ardından garip hadiselere tanıklık ettik ve hakikaten genel başkan oluverdi. Üzerinden dokuz yıl geçti. Bunca yıldır, Kılıçdaroğlu ile ilgili en sık sarf edilen ifadeler herhalde ‘İyi adam’ ve ‘Dürüst adam’ olmuştur. Ne yazık ki, ‘Becerikli adam’ pek işitilmedi!
Evet iyi bir insana benziyor Kılıçdaroğlu, öyle bir izlenim uyandırıyor hakikaten. Çok kibar bir üslubu var. Nitekim konuşmalarında diğerlerine uyup bağırmaya çalıştığında pek yakışmıyor. Dürüst biri mi? Çok muhtemeldir. Eğer tek bir kuruş hak yediğini tespit edebilseydi bunca yılda, bütün belediye panolarına ilan verirdi AKP. Belli ki bu konuda Ecevit ile karşılaştırılabilecek ölçüde ‘temiz’ bir insan.
Buna mukabil, Türkiye’de bu kavramların muteber olmadığı döneme denk geldi ne yazık ki. Bir ‘uyum’ sorunu olduğu çok açık. Örneğin ısrarla yolsuzluk iddialarını gündeme getiriyor, ancak halihazırda aldıran kalmadığını kabullenmekte zorlanıyor muhtemelen. ‘Man Adaları’ açıklamalarında olduğu gibi. Oysa Man Adalarını olduğu gibi Marmara Denizi’ne getirip Heybeli’nin yanına park etseler, yaprak kıpırdamaz memleketimizde. İki günde ‘yerli ve milli’ piknik alanına dönüştürüp ‘milletin’ hizmetine açarlar. ‘İyi de bu adalar bizim değil, Heybeli’nin yanında ne işi var’ diyenlere de ‘vatan haini’ derler, olur biter. Kılıçdaroğlu, bu konulara ilişkin Eski Türkiye terminolojisiyle düşünüp davranıyor. Kişisel olarak doğru olanı yaptığını düşünmekle birlikte, hiç bir etkisi olmadığını da kabul etmek gerek.
Geçtiğimiz yıllarda Kılıçdaroğlu kongreler kazandı, devraldığı ile karşılaştırıldığında partisinin oy oranını artırdı. Ankara yerel seçim ve referandum sonuçlarıysa, onun başarısızlığı değildi. At, YSK, Üsküdar vesaire… Kılıçdaroğlu bir yandan CHP içinde, diğer yandan muhalefette bir şeyler yaparak etkili olmaya çalıştı ve çalışıyor. Yapmak istediği her neyse, Türkiye’nin daha önce tanık olmadığı koşullarda yapmak zorunda. Dolayısıyla bir yandan, CHP’de genel başkan kim olursa olsun çok zorlanacağı, diğer yandan tam da başka türlü ‘genel başkanlık tarzına’ gereksinim duyulan bir siyasal atmosferdeyiz.
Öyle bir atmosfer ki, her zaman işe yarayan ve siyasetin rutini olan eylemlerin tümü işlevini yitirdi. Bir muhalefet partisi, doğal olarak partiler için çizilmiş hukuk çerçevesinde davranmak zorunda. Bunun için de yürürlükte olan bir anayasal düzene gereksinim var. Anayasa askıya alındığında ve sistemin sac ayağı olan güçler ayrılığı ortadan kalktığında ne yapılacak, nasıl muhalefet edilecek; mesele bu. Hiçbir hukuksuzluğa ve arsızlığa aldırmayan milyonlarca insan, nasıl olup bir demokrasinin eşit yurttaşlarına dönüştürülecek. Türkçesi, benimle birlikte yaşamak değil, beni, ‘olduğum halimle’ açıkça yok etmek isteyen birileriyle, nasıl ve hangi araçları kullanarak birlikte yaşayabilirim? Ben, biz, kurumlar, partiler vs…
Hâl böyleyken, olağanüstü koşullarda olağanüstü çıkış yolları üzerine düşünmek zorunda bir parti. Hele ki dört seçmenden birinin oyunu alıyorsa. Peki, verili hukuk düzeni içinde kalarak sıra dışı yollar nasıl bulunabilir? Bugün CHP’nin genel başkanı Muharrem İnce olsaydı, ne yapacaktı, nasıl yapacaktı?
Gazeteci değilim, partilerde kimin eli kimin cebinde bilme imkânım da isteğim de yok. Bizlere sunulanlarla yetinmek durumundayım. Buradan bakıldığında Kongre ve Kılıçdaroğlu hakkında, öznel ve nesnel yanları olan şu birkaç cümleyi kurmak mümkün olur sanırım:
Muhterem okuyucu,
Türkiye 1215 Magna Carta’nın, 1689 Bill Of Rights’ın, 1787 ABD Anayasası’nın, 1839 Tanzimat Fermanı’nın, 1924 TC Anayasası’nın bazı temel ilkelerine; klasik burjuva demokrasisinin asgari kurallarına muhtaç durumdayken CHP’nin ‘çok adaylı’ bir kongre yapması, hiç yoktan iyidir. Çıtayı çok düşürdüğümün farkındayım ama 1215 diyorum, 1689 diyorum. Anlatabiliyor muyum! CHP ‘kaynıyor’ filan diyorlar hani; aslında ona ‘parti içi demokrasi’ deniyor, zannedildiği kadar vahim bir durum değil! Ancak memleket mozaik değil mermer olduğu için her eleştiri ve mücadele yadırganır oldu.
Kuşkusuz seçilmiş belediye başkanlarına dahi ‘Yallah’ diyen iktidar partisinde hayal dahi edilemez işler bunlar. Erdoğan bugün partisine bakıp ‘Siz insan değil serçesiniz’ dese, yarın hepsi sekerek yürümeye başlar. Dolayısıyla CHP’nin içten içe kaynaması bir yanıyla ‘sağlık’ belirtisi.
Tabii insanlar doğal olarak heyecan veren konuşmacıları seviyor, etkileniyor. Muharrem İnce etkili bir konuşma yapmış, çok alkışlanmış. Ayrıca konuşmasında çok doğru eleştiriler de yöneltmiş. Örneğin, “Kürtler doğru söylüyor olamaz mı?” sorusu. İki şey hissettirdi bende bu soru. İlki, ‘Doğru söylüyor, bravo’ duygusu. İkincisi, ‘Geldiğimiz noktada şu soru dahi kıymetli oldu, eyvahlar olsun.’ Hakikaten şu ifadeyi takdir eder durumda olmak ne acıklı. Ancak, öyle günler yaşıyoruz ki, ‘Duydunuz mu Kürtler’in kuyruğu varmış’ deseniz, ciddiye alacak bir kaç milyon yetişkin çıkabilir.
Konuşurken bağırmak tek başına bir heyecan yaratma aracı mıdır bilemiyorum ama etkisi oluyor belli ki. Bu açıdan, kabul etmek gerek Muharrem İnce daha çok bağırabiliyor! Ancak bir yurttaş olarak tercihim bağırmayan insandan yana. Çok bağırınca belki dinleyici coşuyor ama sarf edilen boş sözler daha anlamlı hale gelmiyor, yalnızca kulak tırmalıyor. Günlük ve siyasi yaşamımızda yeteri kadar bağırıp çağıran amir kılıklı var zaten, bir eksik olsa pek bir şey kaybetmeyiz.
Dönelim Kılıçdaroğlu konusuna. Muharrem İnce’nin karşılaştığı coşku, bir anlam ifade etmiş midir kendisi için? Ya aldığı oy oranı? Peki Kılıçdaroğlu, daha önce yapmadığı neyi yapacak? Bu haklı bir soru değil mi? ‘Adalet ve Cesaret’ koymuşlar adını; iyi hoş da neye cesaret? Bu güne dek cesaret sergilemeniz için elinizi kolunuzu tutan vardı da, şimdi mi? ‘İyi adam, dürüst adam’ kabulleri değerli ama yeterli mi? Yetmediği açık değil mi? Kılıçdaroğlu ‘yeni’ ne yapmak için bir kez daha seçilmek istedi?
Bunlar herhalde Kılıçdaroğlu’nu sevenlerin de soracağı, sorması gereken meşru sorular.
Ne yapacak? Neden seçilmek istedi?
Tam burada Böke ve Cihaner’in bildirisi önem kazanıyor. Çünkü eğer bir şey değişecekse o bildirideki ‘mantık’ ve ‘öneriler’ sayesinde olacak. Nasıl ki İstanbul’da Kaftancıoğlu’nun seçilmesi CHP açısından iri bir adım olduysa, söz konusu bildiride önerilenler de bu kapsamda kabul edilmeli. CHP yönetimi yeni bir şey söyleyecekse, bu güne dek yapmadığını yapacaksa, Kaftancıoğlu, Böke ve Cihaner çizgisini ciddiye alacaksa, Muharrem İnce’nin eleştirilerini görmezden gelmeyecekse, ne âlâ. OHAL’de seçimi reddetmek, gerekirse DP’nin İnönü’ye yaptığını yapıp TBMM’den çekilmeyi gündeme getirmek, ‘sağ’ ile diyalog kurmak için ‘sol’ bir dili tercih etmek, ‘park forumlarının’ anlamı üzerine bir kez daha düşünmek…
Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner’in metni üzerine yazıldı çizildi, tekrara gerek yok. İlgilenecekler için buraya bırakıyorum.
Muhterem CHP’liler, bin kez yazdığımı bir kez daha yineleyeyim:
Yıllardır siyaset belirleyebildiğiniz, gündem olabildiğiniz tek eyleminiz, olabilecek en saçma görünen şeylerden birini yapıp Ankara’dan İstanbul’a yürümek oldu. Maltepe’de yüzbinlerce insan toplandı alana. Yolda HDP’liler kısa süre konvoya katıldığında hiç kimse şikayet etmedi. Kılıçdaroğlu’nun Maltepe’deki sıkıcı konuşmasında en çok alkışı ‘Nuriye ve Semih’ aldı. Ve bir kez daha: Sizin ortalama seçmeniniz, kendisini yine ortalama bir HDP’li seçmene, AKP’li seçmenden daha yakın hisseder. Muhtelif gerekçelerle. Tüm bunlar size bir şey ifade ediyor mu?
Kılıçdaroğlu, ite kaka da olsa son bir şans elde etti. Bu güne dek yaptıklarını tekrar edip Erdoğan’ın, havuzun ve üç beş popüler gazetecinin belirlediği siyasi alan içinde kalmayı, ‘Aman bana hain filan derler’ saplantısı ve çaresizliğiyle AKP’nin kurallarıyla oynamayı kabul ederse, CHP ve memleket tarihine pek vahim geçer.
Yok eğer, hakikaten yeni bir şeyler söylemeyi dener, Kürtler ile diyalogdan kaçınmaz, Türkiye’nin anket şirketi zırvasından ibaret olmadığını kavrarsa, bir şeyleri değiştirme ihtimali doğabilir, hatta Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı dahi seçilebilir. Hiç belli olmaz bu işler!
Dolayısıyla aynen Kaftancıoğlu’nun seçilmesi gibi, Böke ve Cihaner’in bildirisi ve Kurultay’da çıkarılan ‘sol’ liste de çok değerli. CHP bu sesleri ciddiye alırsa ‘başarı,’ bir ihtimal olarak belirebilir. Ancak olağanüstü koşullarda her şey olağanmış gibi davranmakta ısrar ederse, elbette her yerde kaybedecektir.
Ya da şöyle bitsin yazı: Değerli CHP’liler, sizler hemen her ‘kritik’ karar anında AKP’nin düdüğünü, onların istediği ritimde çalacaksanız, insanlar neden AKP yerine size oy versin? Aklınıza bir gerekçe geliyor mu?
Yazı önerisi: Anayasa Hukukçusu Didem Yılmaz’ın, OHAL’de TBMM’nin hali pür melaline ilişkin kaleme aldığı güzel ve öz yazısını buraya bırakıyorum .