BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Seçime üç hafta kala herkesin gözünün kulağının ülkenin önümüzdeki beş yılını belirleyecek kırılma noktasına kitlenmesi çok doğal. İktidar bloğuyla muhalefet arasında kıyasıya yarışın sonucu, en geç Mayıs sonunda netleşecek. Çoğunluğu kendi tarafına çekmeyi başaran tarafın galip çıkacağı bu mücadelede ana konular her zaman ekonomi, terör, özgürlükler üzerinden şekilleniyor. Bir de memleketimizin değişmezi, sömürüle sömürüle bitirilemeyen kimlik meselemiz var.
Dış politika, bu gündemlerle kıyaslandığında birkaç madde dışında vatandaşın öncelikleri arasında yer almıyor. Bundan dolayı tarafların birbirine vurmak için öncelikle seçtiği bir alan değil. Ancak ana muhalefetin dış politikaya ilişkin niyetlerini ortaya döken bazı öneriler sosyal medyaya düştüğünden konuya değinme fırsatı çıktı.
Muhalefet bloğunun daha önceki seçimlere kıyasla şanslı gözükmesi, o cenahın görüşlerinin daha da fazla dikkate alınmasına yol açıyor. Herkesin derdi olan ekonomiye ilişkin çözüm önerilerini çokça duyduk. Sözde Türk tipi uçuk modellerden aklın yoluna dönüş çok fazla bir zihinsel çaba gerektirmiyor. Memleketin sürekli daha aşağılara düşen demokrasi çıtasını yeniden yukarıya çekmek de kendiliğinden akıllara gelen bir seçim vaadi. Dış politikadaki karmaşanın çözümü ise diğer konulara göre biraz daha sorunlu gözüküyor. İktidar bu alanda genel bir strateji oluşturup, o doğrultuda politikalar izlemek yerine, günden güne değişen fırsatçı kararlar aldığı, bunları da kamuoyuna ‘yerli ve milli’ tatavasıyla pazarladığı için neyin, nasıl düzeltilebileceği sorusu kafaları karıştırıyor. Yirmi yıldır iktidarda olan bir partinin dış politikası bu süre içerisinde kırk takla attığından bunun eleştirisi de bazen tutarsızlıklar getirebiliyor. Üstelik dile getirilen çözümlerin uygulanabilirliği de ayrı bir soru işareti olarak beliriyor.
Seçime giden bir siyasi partinin veya bloğun dış politikaya ilişkin söylemlerinin iki ayrı hedef kitlesi olur. İlki, günün sonunda sandığa gidip oyunu kullanacak sıradan vatandaşlardır. Bu kitlenin önemli bir bölümü uzunca bir süredir iktidara yakın kanallardan pompalanan fantastik hikayelerin, ‘dünya bizi kıskanıyor’ palavralarının etkisinde olduğundan muhalefetin aradığı boşluk daha makul, ölçülü bir dış politika izleme vaadinde yer almıyor. Bundan dolayı iktidarın uyguladığı politikaların sonucunda gündelik hayatın en olumsuz etkilendiği alanlara yönelik çözüm önerileri sıralanıyor. Bunların en popülerleri, mülteci krizini doğuran Suriye siyasetine yönelik olanlar. Daha küçük muhalif partiler tarafından da sonuna kadar sömürülen bu hassasiyeti kaşıyan şipşak çözüm önerileri sunuluyor. Esad’la uzlaşma sağlanarak sığınmacı meselesinin iki sene içinde halledileceği öne sürülüyor. Bir yanıyla Suriye’deki savaş gibi çok boyutlu ve ülkenin güvenliği açısından birincil etkiye sahip bir konunun sadece sığınmacılara indirgenmesi sorunlu görünüyor. Öte yandan demokrasi toplumun rızasının sağlanması üzerine kurgulandığından bu yaklaşım anlaşılabilir.
Dış politika mesajlarının verileceği ikinci hedef dış dünya; muhataplarımızsa bölgesel ve küresel aktörler. Orada her zaman kamuoyunun önünde paylaşımlar yapılmasa da açık mecralardan da mesajlar iletiliyor. Muhalefetin bu alandaki temel açılımlarından birisi, Batıyla köprülerin tamir edilmesine işaret ediyor. AB ile vize serbestisi gibi, doğrudan vatandaşın günlük hayatını etkileyen konular öncelikle ele alınıyor. Eksik kalan düzenlemelerin tamamlanmasıyla vatandaşların vize zorunluluğu olmadan Schengen bölgesine girebileceği vaadi iletiliyor. Ama AB meselesi de sadece vize ile ifade edilemeyecek kadar kapsamlı. Muhalefet, Batıya sorunların çözülmesi için niyetini açıkça iletiyor. Son yıllarda AB üyeliği bir yana, sadece somut belli gündem başlıklarının ele alınabildiği ilişkilerin yeniden canlandırılması böylelikle umut ediliyor. Bu yaklaşım sadece dış politikada değil, ekonomide de muhalefetin hedeflediği canlanmanın sağlanabilmesi için önem taşıyor. Zira seçim sonrası daha da ağır hissedilecek ekonomik buhrandan çıkabilmek için yabancı sermayeyi çekmek gerekliliği açıkça görülüyor. Bu da sadece ekonomi politikalarında aklı selime dönülmesiyle sağlanamayacağından, sermayenin geleceği Batı dünyasıyla da uyumlu politikalara geçilmesi de hedefleniyor.
Böylelikle aynı zamanda Türkiye’ye uygulanan gizli ve açık silah ambargolarının üstesinden gelinmesi, müttefiklerimizin Yunanistan gibi bölgesel rakiplerimize meyleden politikalarının da daha dengeli hale getirilmesi mümkün olacak. Karşı tarafın beklentilerinin başında ise İsveç’in NATO üyeliği gibi anahtar bir konuda Ankara’nın vetosunun kaldırılması söz konusu. Erdoğan’ın seçimi kazanması halinde de benzer bir pazarlığın açılması şaşırtıcı olmayacaktır.
İşin bu kısmı nispeten daha kolay halledilebilir bir aşama. Zira başta ABD olmak üzere müttefiklerimizin de Erdoğan’dan sıdkının sıyrıldığı, muhalefetle çalışmaya hazırlıklı oldukları anlaşılıyor. Muhalefet sözcülerinin öncelikle dile getirdiği Suriye konusundaki rota değişikliği ise uygulamada zorluklar çıkarmaya aday. Bunun ilk sebebi Rusya destekli Esad rejiminin tüm taleplerini karşılamanın çıkaracağı güçlükler. Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde ve sınırlarımız içinde yaşayan muhalif grupların Esad’la yakınlaşma politikalarına nasıl tepki verdiğini biliyoruz. Suriye uzun bir düşmanlık süreci sonunda Ankara’da yeni bir iktidara Erdoğan’a olduğundan daha ılımlı yaklaşabilir ama milyonlarca mültecinin ülkelerine geri gönderilmesi kolay değil. Bu adım hem aralarında radikal grupların da olduğu muhaliflerin düşmanlığını çekecek hem de TSK’nın çekildiği alanlarda oluşan boşluğu kimin dolduracağı sorusu ortaya çıkacak. Eğer Kılıçdaroğlu, iddia ettiği gibi ABD ile ilişkilerde yeni bir sayfa açma niyetindeyse, NATO’nun genişlemesinde olduğu gibi PYD konusunda da esnek bir pozisyon alması zorunlu gibi görünüyor. Bu konuda bizim haberimizin olmadığı bir uzlaşma varsa bilemiyorum ama bunu Esad’la barışma hamlesiyle bir araya getirmek, gerçek bir diplomatik hüner gerektirecek.
İşi daha da vahim kılan bu kritik hamleleri yapması beklenen iktidarın aslında farklı yönlere çeken parçalı siyasi aktörlerden oluşması. CHP’nin tek başına iktidar olması halinde bile izlemekte zorluk çekeceği Sırat Köprüsü bir politika çizgisi, İYİP’in varlığı ve HDP’nin de ittifak dışında kalmakla beraber Kılçdaroğlu’na desteğiyle daha da güç hale gelecek. Üstelik Suriye politikasına bir süre damgasını vurmuş Davutoğlu’nun varlığı dikkate alındığında, muhalefet bloğunun bütünlüğünü koruması daha da zorlaşıyor.
Uzun süredir sürdürülen, askeri gücü önceleyen, diplomatik esneklikten yoksun politikaların sakıncaları ortada. Ancak geminin yönünü değiştirmek hem dışarıda hem içerideki çelişkiler sebebiyle oldukça problemli. Erdoğan iktidarını sürdürse de başına bela olmayı sürdürecek bu ikilemler yeni bir iktidar göreve geldiğinde hemen ortadan kalkmayacak. Seçmene sözü verilen kolay çözümler, sonuçları hemen hissedilecek pratik manevralar elde yok.
Birçok açıdan ekonominin içinde bulunduğu koşullar sebebiyle Haziran’dan itibaren görevi kim devir alırsa alsın ağır bir tabloyla karşılaşılacağı söyleniyor. Öte yandan dış politika için de benzer bir tespitte bulunulabilir. Yeniden dış politikada Batı yöneliminin güçlenmesi beklenir ama bu karşı tarafın atacağı adımlar kadar Ankara’nın vereceği ödünlere de bağlı. Yine de Erdoğan’ın, Biden göreve geldiği andan itibaren ABD’yle başlatmak isteyip karşı tarafı bir türlü ikna edemediği büyük pazarlık için kapanan kapılar Kılıçdaroğlu’na açılabilir.
Bay Kemal’in dünyasında sorunlar birdenbire ortadan kaybolmayacak. Sadece uzun yıllardır ağırlaşan gündemde belki bir nefes alma imkânı sağlayacak adımlar atılabilecek. Elbette bunun için önce Mayıs ayındaki seçimin kazanılması, ardından zorlu bir süreçte doğru dış politika tercihlerinin yapılması gerekecek.