ŞULE TÜRKER
@suleturker34
Ali Özuyar imzalı ‘Gazi’nin Sineması’, adından da anlaşılacağı üzere Atatürk’ün beyaz perdeyle ilişkisini konu alıyor. Birinci el kaynaklardan faydalanarak hazırlanmış kitap boyunca sinema aracılığıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarına, dönemin sosyokültürel yapısına, Gazi’nin sinemaya kişisel ilgisinin yanısıra, ulusal belleğin oluşumu ve toplumun modernleşmesinde bir araç olarak atfettiği öneme de tanıklık ediyorsunuz. Atatürk’ün izlediği, senaryosunu yazdığı, bizzat rol aldığı, yapımına destek verdiği filmler, filmler, gittiği sinemalar, en beğendiği sinemacılar, kahkahalar atarak izlediği filmler gibi birbirinden ilgi çekici bilgiler kitabı bir solukta okunur kılıyor.
Kitap, altı bölümden oluşuyor. Ali Özuyar, önsözde şöyle diyor: “Sinemayı ulusal belleğin oluşumunda etkili bir araç olarak gören Gazi, bundan dolayı Milli Mücadele’ye ve kendisine dair yapılan belge filmlerin tek bir merkezde (Harp Akademileri Film Çekme Merkezi) toplatılması için talimat vermiş ve içeriğini yetersiz bulduğu kimi belge filmlerin genişletilmesi için yapılan çalışmalara nezaret etmiş. Ancak vefatından sonra bu çalışmalar akim kalmış ve günümüze kadar geçen sürede de değişen bir durum olmamış.”
Atatürk hangi filmi “Hayatımda hiç bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum” deyip tekrar izlemek istedi?
En çok hangi tür filmleri severdi?
En beğendiği sinemacı kimdi?
Hangi filmde rol aldı? Onu kim ikna etti?
Talimatı üzerine ilk kez kadın ve erkekler bir arada hangi sinemada film izledi?
Bu gibi soruların yanıtlarınının da yer aldığı, tarih ve sinema meraklıları başta olmak üzere herkesin ilgisini çekebilecek bilgilerle dolu kitaptan bazı bölümler…
Sinemaya ilgi duyan bir liderdi
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, birey olarak sinemaya ilgi duyan ve film seyretmekten hoşlanan bir liderdi. Devlet başkanı olarak sinemayı rejimin ülkede yerleşmesinde, inkılapların halka benimsetilmesinde, toplumun eğitim-kültür seviyesinin yükseltilmesinde önemli bir araç olarak görüyordu. Sinemaya ve sinema sektörüne karşı daima liberal bir yaklaşım içerisinde oldu.
Sinema, Türkiye’nin dış politikasında önemli bir rol oynuyordu. Türkiye’de gösterilen kimi yabancı filmler ikili ilişkilerde diplomatik sorunlara yol açabiliyordu. Dış politikada dünya barışını ve devletler arasındaki dostluğu esas alan Gazi, bu konuda oldukça hassastı. Bundan dolayı da Sinema Filmlerinin Kontrolüne Ait Talimatname’ye “Dost devletlerle olan siyasi münasebetleri mühil olan (bozucu) filmlerin Türkiye dahilinde gösterilmesine müsaade olunmaz” hükmü eklenmişti.
Çankaya Köşkü’nde sinema odası
Gazi film seyretmeyi seviyordu. Film seyrederken duygu durumu değişiyor, karakterlerin yaşadığı olaylar ve içine düştükleri durumlar karşısında hüzünleniyor, gözleri doluyor, gülümsüyor ve kahkahalar atıyordu. Filmleri sinemada ve seyircilere birlikte seyretmeyi seviyordu, ancak buna her zaman vakit bulamadığından dolayı, Çankaya Köşkü’nün bir odasını sinema salonu haline getirmişti.
Büyük Zafer’in ardından Kinox Ernemann marka bir projeksiyon makinesi satın alınmış, Köşk’ün sinema salonu haline getirilen odasına konulmuştu. Muhafız Taburu’nda elektrik ya da projeksiyondan anlayan bir asker de sinemanın projeksiyoncusu olarak görev yapıyordu.
Filmler İstanbul’dan Ankara’ya trenle gönderiliyordu
Gazi, filmleri geceleri, daha çok da gece yarısından sonra seyrediyor ve geç saatlerde yatıyordu. Film seyretmesinin belli bir saati ve günü yoktu. Bazen her gece üst üste, bazen haftada, kimi zaman da ayda bir film izlediği oluyordu.
Vakit bulup da seyircilerle birlikte film seyretmek istediğinde Ankara’da Yeni Sinema, İstanbul’da Elhamra, Opera ve Glorya, İzmir’de ise Elhamra (Milli Kütüphane) sinemalarına teşrif ediyordu. En çok film izlediği mekan ise kuşkusuz resmi ve özel ikametgahı Çankaya Köşkü’ydü.
Çankaya Köşkü’nde gösterilen filmler, İstanbul’daki film ithalatı ve dağıtımı yapan şirketler tarafından temin ediliyordu. Filmlerin seçimi, Gazi’nin beğendiği oyuncular ve film türleri dikkate alınarak, özel kaleminin ve film şirketlerinin tavsiyeleri doğrultusunda yapılıyordu. Bunda da sinema mevsiminde öne çıkan Gazi’nin zevk ve beğenisine hitap edeceği düşünülen ki kendisi komedi, romantik komedi ve müzikal dramlardan hoşlanırdı, filmler etkili oluyordu.
Köşk’e en çok film temin eden şirket İpek Film’di. Riyaset-i Cumhur Genel Sekreterliği, istediği filmleri bir telgrafla şirkete bildiriyor ve şirket de talep edilen filmler dağıtımda ya da gösterimde değilse trenle gönderiyordu.
Komedi filmlerine ilgisi ayrıydı
Gazi’nin komedi filmlerine ilgisi herkesçe malumdu ve gönderilen filmler içerisinde de bu türün popüler ve nitelikli örnekleri sıklıkla yer alıyordu. 1930’lu yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Amerikalı komedyenlerin filmleri revaçtaydı. Marx Kardeşler (Üç Ahbap Çavuş), Eddie Cantor (Balıkçı Osman), Laurel-Hardy filmleri büyük ilgi görüyordu. Türkiye’de bu ilgiyi katbekat artıran en önemli unsur ise Ferdi Tayfur’un yaptığı eşsiz seslendirmelerdi.
1938 yılının Mart ayı başlarında Köşk’ten İpek Film’e gönderilen bir telgrafta biri komedi, diğeri belgesel-tanıtım türlerinde iki film isteniyordu. Bunlardan biri başrollerini Marx Kardeşler’in paylaştığı Üç Ahbap Çavuş, diğeri de Nazım Hikmet Ran’ın İstanbul Senfonisi’ydi.
Köşk’te ilk sesli film gösterimi
Gazi, filmleri Köşk’te Kinox Ernemann marka Alman yapımı bir projeksiyon makinesinden seyrediyordu. Bunlar sessiz filmlerdi. 1927 yılının sonlarına doğru ise sessiz filmlerin yerini seslileri almaya başladı…
Ses teknolojisindeki bu yenilik 1930’lu yılların başlarında Köşk’e de yansıdı. RCA firmasından bir adet sesli sinema makinesi satın alındı. Gazi bu makine sayesinde artık Köşk’te sesli film izleyebilecekti.
Köşk’ün beyazperdesi
Gazi, başkentin soğuk kış gecelerinde mesaisine ara verdiğinde ve şayet Köşk’te bir toplantı ya da davet yoksa film seyretmeyi tercih ediyordu. Seyircilerin arasına karışıp onlarla birlikte film seyretmek istediğinde ise mekanı başkentteki Yeni Sinema oluyordu.
1933 yılı Gazi’nin gerek Köşk’te gerekse sinemada en fazla film seyrettiği yıl oldu. Aynı yılın 29 Aralık gecesini de film seyrederek geçirdikten sonra Köşk’teki bu etkinliğe uzun bir süre ara verdi.
Sinemacılardan alınan vergi düşürüldü
Sinema işletmecileri, damga ve tayyare resmi ve belediye ve Darülaceze hissesi olmak üzere elde ettikleri kazancın yüze 33’ünü vergi olarak ödüyorlardı. Giderler düşüldüğünde çok az bir kar kalıyordu ve işletmeciler seyirci kayıplarına yol açabileceği endişesiyle de sinema biletlerine zam yapmaya çekiniyorlardı.
‘Çanakkale’ filmi vesilesiyle sinema işletmecilerinin vergi sorunundan haberdar olan Gazi, bu sorunu çözmesi için yanında bulunan İktisat Vekili Ali Fuat (Ağralı) Bey’e talimat verdi. Ankara’ya döndükten sonra da bu işin üzerine gitti. Yapılan mali çalışmaların ardından sinemacıların ödediği yüzde 33 oranındaki vergi miktarı yüzde 10’a düşürüldü ve sinema işletmecilerinin uzun zamandır belini bükmekte olan bu sorun Gazi’nin müdahalesiyle çözülmüş oldu.
Sinemaya gideceği haber verilmiyordu
Gazi, 22 Ocak’ta seyrettiği ‘Çanakkale’ filminden bir ay sonra o sıralar adından çok söz ettiren ‘Kongre Eğleniyor’ filmini seyretmek için 23 Şubat akşamı maiyetiyle birlikte Elhamra Sineması’na geldi. Filmleri seyircilerle birlikte seyretmekten keyif alıyordu, bundan dolayı sinemaya geleceği işletmecilere önceden haber verilmiyordu.
İstanbul’da izlediği son film
Belçika’nın Spa şehrinde düzenlenen Uluslararası Güzellik Yarışması’nda Türkiye Güzeli Keriman Halis Hanım Dünya Güzellik Kraliçesi seçilmişti. 28 ülke güzelinin katıldığı bu yarışma birçok film şirketi tarafından filme alınmış ve sinemalara servis edilmişti. Türkiye’de sadece Glorya Sineması’nda gösteriliyordu. Gazi maiyeti ile birlikte 21.30’da sinemaya geldi. Salondaki yerini almalarının ardından film gösterimi başladı. Gazi bir Türk kızının 28 rakibini geride bırakarak, Dünya Güzellik Kraliçesi seçilmesinden dolayı son derece memnun ve gururluydu. Töreni keyifle izledi.
Ardından ‘Demir Kapı’ filmi başladı. Fransa-ABD ortak yapımı filmin Fransızca versiyonu gösteriliyordu. New York’ta işkenceleri ve sıkı güvenlik önlemleriyle ünlü Sing Sing Hapishanesi’nde geçiyordu. ‘Demir Kapı’ hapishane hayatının son derece gerçekçi bir şekilde canlandırıldığı ve oyuncuların derinlikli karakterleriyle öne çıkan bir filmdi. Gazi, temposu hiç düşmeyen bu filmi büyük bir merakla sonuna kadar seyretti. Bu film, onun İstanbul’da seyrettiği son film oldu.
Ankara günlerinde sinema
Gazi Ankara’da seyircilerle birlikte film seyretmek istediğinde çoğunlukla Yeni Sinema’yı tercih ediyordu. Fırsat bulduğunda plan program yapmadan ve çoğu zaman da film seçmeden bu sinemaya geliyordu. Sinema işletmesi de kendisi için özel bir loca hazırlatmıştı. Bu özel loca Gazi için mutena bir şekilde döşenmişti ve içinde küçük bir komodinin üzerinde bir elektrik lambası bulunuyordu. Gazi 1931-1935 yılları arasında kendisine ayrılan bu locada birçok kez film seyretti.
‘Bunlar büyük adamlar‘
Gazi, Charlie Chaplin’nin sinema anlayışını, filmlerini seviyor ve onu büyük bir sanatkar olarak görüyordu. İroni dolu maceralarını hayranlıkla izliyordu.
Chaplin’e ve filmlerine özel bir ilgisi olan Gazi, fırsat bulduğunda onun filmlerini kaçırmamaya çalışıyordu. ‘Şehir Işıkları’ filmi bunlardan biriydi. 18 Mayıs akşamı merak ettiği bu filmi seyretmek için Yeni Sinema’yı teşrif etti. Gazi, Chaplin’in sesli sinema hakkındaki düşüncelerinden haberdardı. Filmi seyrederken bir ara arkaya dönüş şöyle dedi: “Bu derece beşeri bir mevzuu, bu nispette sehil (kolayca anlaşılır tarzda) anlatan bu büyük sanatkar, filmlerde konuşmamakta ısrar ediyormuş. Belki de hakkı var. Kim bilir mükaleme (konuşma) ilave edilirse eserin sihri bozulabilir.”
Filmin ikinci yarısını da büyük bir keyifle seyretti. Salondan çıkarken Chaplin nezdinde sinemacılar için, “Bunlar dünyanın büyük adamları. Beşeriyetin terakkisine methaldar (insanlığın ilerlemesine yardımcı) oluyorlar” dedi.
İzmir günlerinde sinema
27 Temmuz 1923’te İzmir’e gelen ve 2 Ağustos’a kadar kalan Gazi, kayınpederi Muammer Bey’in Göztepe’deki köşkünde kaldı.
Cemil (Filmer) Bey, işlettiği Ankara Sineması’nın yanında İstasyon Caddesi’nde bulunan yazlık Lale Sineması’nı açmıştı…
Cemil Bey, o gün sinemaya gelecek olan Gazi’yi karşılamak için hazırlıklara başladı. Sinemanın balkonundaki locayı Gazi için düzenleyip hazırladı. Güvenlik için de Gazi’nin güzergahı üzerindeki karakollara haber vermişti:
“Ancak benim karakollara verdiğim haber yayılmıştı. Bütün halk kadınlı erkekli erken saatlerden itibaren Atatürk’ün geçeceği yolları doldurmuştu. Yolun her iki yakasında kurbanlar kesilmeye hazır bekliyordu, etraf mahşer gibi kalabalıktı… Kadın, erkek, Gazi’yi görmek için birbirlerini iteliyor, gözyaşları, alkışlar, haykırmalar birbirine karışıyordu.”
‘Neden kadın seyirci yok?’
Sinemanın önünde mahşeri bir kalabalık vardı. Gazi, arabasından güçlükle inebildi ve halkı selamlayarak, onların coşkun tezahüratları eşliğinde salona girdi. İçerinin de dışarıdan farkı yoktu. Gazi, Cemil Bey’in refakatinde balkonda hazırlanan locasına çıktı.
Eğilerek salondaki seyircileri selamlayıp, Cemil Bey’e döndü. Kendisine ‘salonda neden kadın seyirci olmadığını’ sordu. Cemil Bey, kadın seyirciler için haftada sadece bir gün matine yaptıklarını, kadın ve erkek seyircilerin aynı salonda olmalarının yasak olduğunu söyledi. Gazi bunun üzerine yaveri Muzaffer’e aşağı inip dışarıdaki kadın seyircileri içeriye almasını emretti: “Yaver gitti ve bir süre sonra sinemanın içi tıka basa kadın doldu. Türkiye’de ilk orada Ankara Sineması’nda kadınlarla erkekler ve Atatürk bir arada film seyrettiler. Kadınlar kendisine dönmüş ve çılgınca alkışlamaya başlamışlardı, öyle ki filme başlayamıyordum.”
Hayatımda hiç bu kadar gülmemiştim
Cemil Bey, alkış ve tezahüratların bitmesinin ardından film gösterimine başladı. Gazi’ye cephe teftişleri filminin devamını, ayrıca ilave filmler de göstereceğini söylemişti. Gösterime Chaplin’in kısa komedilerinden biri olan ‘Şarlo İdam Mahkumu’ adlı filme başladı:
“Bu film Şarlo filmleri arasında en başarılısı sayılmaktaydı. Atatürk perdede cereyan eden olaylara o kadar çok güldü ki beni yanına çağırtarak ‘Cemil, hayatımda hiç bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum, şunu bir daha seyretsek olmaz mı?’ dedi. ‘Peki Paşam istediğiniz kadar gösterebiliriz’ dedim.”
Cemil Bey, filmi bir kez daha gösterdi. Gazi filmi ikinci kez seyrediyor olmasına rağmen tepkileri ilkiyle aynıydı. Gazi, Cemil Bey’in düzenlediği film gösteriminden son derece memnun kaldı ve halkın coşkun tezahüratları arasında sinemadan ayrıldı.
Senaryosunu yazdırdığı film
Gazi’nin hayat hikayesi, başlattığı ve zaferle bitirdiği ulusal bağımsızlık savaşıyla ve tüm dünyada hayranlık uyandıran inkılaplarıyla epik bir filmin konusu olacak kadar ilginç ve bir o kadar da benzersizdi. ABD’den Avrupa’dan birçok yönetmen ve film şirketi, bu benzersiz hikayeyi sinemaya uyarlamak için Çankaya Köşkü’ne müracaat ediyorlardı. Gazi bu müracaatlardan son derece mutlu oluyor, her biriyle bizzat ilgileniyor ancak hiçbirine olumlu bir yanıt vermiyordu. Ulusunun hikayesi kendisininkinden çok daha önemliydi. Bundan dolayı da genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yükselişini anlatacak belgesel ve aktüalite türündeki film tekliflerine öncelik veriyordu.
30’lu yıllarda yabancı film şirketlerinin Gazi ve Türkiye’ye karşı müthiş bir ilgisi vardı. Her yıl Türk büyükelçilikleri aracılığıyla birçok film teklifi Çankaya Köşkü’ne iletiliyordu. Yabancı sinemacıların Türk inkılabına olan ilgisi, Gazi’nin benzer bir film yapmak için harekete geçmesinde etkili oldu. Bu konuda Milli Musiki ve Temsil Akademisi’nin hazırlıklarıyla meşgul olan Münir Hayri Egeli’nin uygun olacağı düşündü ve kendisini Köşk’e çağırttı… Egeli’ye Türk inkılabına dair film senaryosu yazması için talimat verdi. Egeli’nin anlattığına göre Gazi, kendi hikayesinin bir öğretmenin hikayesine paralel bir şekilde anlatılmasını düşünüyordu. Senaryoda öğretmen karakteri anlatıcı olacak ve Gazi’nin hikayesi öğretmenin gözünden anlatılacaktı. Gazi bu hikayeyle ilgili düşüncelerini Egeli’ye not tutturarak uzun uzun anlattı ve ondan bu notlardan hareketle bir senaryo yazmasını istedi.
‘Benim de başımdan aşk hikayeleri geçti‘
Egeli, Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan iki gün sonra Gazi’nin dikte ettirdiği senaryoyu bitirdi. Gazi senaryoyu okudu ancak tam istediği gibi olmamıştı. “Başka neler koymalıyız?” diye sordu. Egeli biraz çekinerek, “Bir filmde kadın ve aşk unsuru da aranır. Ama bilmem nasıl emredersiniz?” dedi. Bu cevap Gazi’nin hoşuna gitti ve Egeli’ye kendisinin de başından aşk hikayeleri geçtiğini söyleyerek bunlardan bazılarını anlattı.
Egeli, Gazi’nin notlarını ve tashihlerini dikkate alarak senaryoyu yeniden yazdı. Gazi, senaryonun yeni halini okudu ancak emin olamadı ve senaryoyu Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile Afet İnan’a da okutturdu. Onların görüşlerini aldıktan sonra senaryo hakkındaki tereddütleri ortadan kalktı.
Gazi, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ adını verdiği senaryonun son halini beğendi. Bundan sonra işin mali yönü gündeme geldi. Filmin maliyeti yüz bin lira tutuyordu. Bu rakam o dönemin koşullarında ortalama bir yerli filmin maliyetinin biraz üzerindeydi.
‘Film yapmak tayyare uçurmak gibidir‘
Gazi, Egeli’ye filmin bütçe sağlandığı takdirde bu filmi yapıp yapamayacağını sordu. Egeli yapabileceğini söyledi. Gazi, “Film yapmak tayyare uçurmak gibi bir teknik hadisedir. Sanat ateşi lazımdır ama yetmez” dedi. Egeli’nin yönetmenlik konusunda bir eğitimi ya da tecrübesi yoktu. Gazi, Egeli’yi tüm masrafları kendi tarafından karşılanmak üzere rejisörlük öğrenmesi için Almanya’ya gönderdi. Egeli, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sinema ya da rejisörlük eğitimi almak için yurtdışına gönderdiği ilk öğrenci oluyordu.
Yurtdışı eğitiminin ardından Egeli Gazi’yle birlikte ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ adlı senaryonun üzerinde yeniden çalışmaya başladı. Gazi yine bir takım notlar aldırdı ve Egeli’ye “Düzeltmelerden sonra iyi bir film olur” dedi. Egeli düzeltmeleri yaptıktan sonra senaryonun yazımını tamamladı. Gazi, senaryonun sonuna ‘Bu senaryonun ruhuna sadık kalmak elzemdir’ diye bir not düşmüştü.
Senaryonun üçüncü ve son haline Gazi’nin onay vermesinin ardından filmin yapım hazırlıklarına başlandı. Egeli, filmin askeri sahneleri için Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’yle çalışmalara başladı. Ankara Halkevleri’nin film operatörü olan Kenan Erginsoy, Gazi’yi bazı açılardan filme çekti. Ancak Gazi’nin sağlık sorunlarının baş göstermesiyle çekimler askıya alındı. Bundan sonraki süreçte sağlığı iyice bozuldu ve bir daha çekimlere geri dönülemedi.
Gazi, ‘İstiklal’ filminin genişletilmesi çalışmaları sırasında kamera karşısına geçmemiş olsa da İstiklal Savaşı’nın gerçek olay ve kişiler üzerinden kurmaca bir hikaye üzerinden anlatıldığı ‘Bir Millet Uyanıyor’ filminde rol aldı. Gazi’yi bu konuda ikna eden, daha doğrusu buna cesaret edip filmde rol almasını isteyen kişi dönemin tanınmış gazetecilerinden Nizamettin Nazif (Tepedelenlioğlu) idi.
‘Susunuz, film çeviriyoruz!‘
Gazi, Meclis’teki konuşmasını kamera önünde tekrarlayacaktı. Bunun için duracağı yerin fonuna siyah bir örtü gerildi. Hazırlıklar bittikten hemen sonra çekimlere başlanıldı Nizamettin Nazif’in anlattığına göre çekimler son derece başarılı geçiyor ve Gazi’nin sesi de iyi geliyordu. Ancak Gazi, kapının sol tarafında çekimlerini seyretmekte olan Afet (İnan) Hanım, Meclis Başkanı General Kazım Paşa ile bir milletvekilinin kendi aralarında yüksek sesle konuşmalarından son derece rahatsız oldu ve onlara dönüp, “Susunuz, film çeviriyoruz. Salona gidiniz” dedi. Onlar salona gittiler. Ancak Gazi’nin hevesi kaçmıştı, çekimi bıraktı. Ancak Nizamettin Nazif’in ısrarı karşısında kürsüye yeniden çıkarak konuşmasına başladı. Lakin üç beş cümle söyledikten sonra bu sefer de bahçıvanla birlikte birkaç görevlinin açık kapının yanından gülme sesleri duyulmaya başlandı. Gazi bu duruma fena halde öfkelendi ve hizmetlilere, “Ne o? Biz burada komedya mı oynuyoruz, yoksa bir devlet şefi gibi mütalaamızı mı bildiriyoruz. Bu ne terbiyesizliktir, bu hatanızı nasıl affetmeli? Gülmeyiniz çekiliniz, yıkılınız, gidiniz” dedi. Gazi öfkelenmişti ancak filmcilere verdiği sözü tuttu ve konuşmasını bitinceye kadar sürdürdü.
‘Bir Millet Uyanıyor’ filminin çekimleri Ankara’dakiler de dahil olmak üzere 1932 yılının sonbaharında tamamlandı. Gazi ile Kazım Paşa’nın ilk ve son kez bir oyuncu gibi kamera karşısına geçip kendilerini oynadıkları sahneler, büyük zafere ait gerçek görüntülerle birlikte filmin son sekansında kullanıldı.
7 Aralık 1932’de İstanbul’da Elhamra ve Melek sinemalarında aynı anda gösterime giren film, seyircilerden yoğun ilgi gördü. Anadolu’da neredeyse gösterilmediği sinema kalmadı ve 19 Aralık’ta başkentteki Yeni ve Kulüp Sinemalarında seyircilerle buluştu.