
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Edebiyatla içlidışlı, artık yaşamayan edebiyatçılarımızla sıkıfıkı bir arkadaşım birkaç ay önce, “Dikkat ettim, ‘bazan’ yazıyorsun sen, ‘bazen’ değil. Neden?” diye sormuştu.
“Kulağım da elim de ‘bazan’a yatkın” diye cevap vermiştim. “Hem eski büyük yazarlarımız da ‘bazan’ diyor: Falih Rıfkı, Yahya Kemal, Ataç, Tanpınar, Sait Faik, Halil İnalcık…” Latin alfabesine doğan Cemal Süreya gibi yazarlarımız/şairlerimiz de var ‘bazan’ diyen. Bu yazarlarınki değil de benim bazan’larım çekmişti arkadaşımın dikkatini.
Geçenlerde benim dikkatimi de şu çekti: Ataç ölümünden 65 yıl sonra fikir değiştirmiş, ‘bazen‘ yazıyor! E bunda şaşacak ne var, kendini değiştirmeye hevesli, hatta önce yazdıklarıyla çelişmeyi neredeyse erdem sayan Ataç, yenilikleri ve yenileri desteklemeye düşkün Ataç şu rezil dünyaya hortlamayı bile göze alabilir bunlar için!
Bu bazan-bazen değişikliği için Ataç’ı Bay Mehmet Can Doğan hortlatmış; yayına hazırladığı Ne Yalan Söyleyeyim kitabında Ataç ‘bazen‘ deyip duruyor. Bu kitap Ataç’ın salon dergilerindeki yazılarından oluşuyormuş (Yapı Kredi Yayınları, 2022).
Ataç’ın kitaplarının ilk baskılarına baktım önce. Evet, ‘bazan’ yazıyor Ataç. Yine Yapı Kredi Yayınları’nın bastığı, ama editörlüğünü Elif Gökteke’nin yaptığı Karalama Defteri – Ararken‘de ‘bazan‘lar, Ataç’ın kaleminden çıktığı gibi ‘bazan’; ‘bazen’ olmamışlar. (Karalama Defteri ve Ararken iki ayrı kitap olarak basılmıştı ilk.) Ama emin olmak için şu sorunun da cevabını bilmem lazımdı: Acaba bazan-bazen değişikliği Bay Mehmet Can Doğan’ın marifeti miydi, yoksa Ataç salon dergilerine ‘bazen’ diye mi yazıyordu ya da o salon dergilerinin editörleri miydi Ataç’ın ‘bazan’larını ‘bazen’e çeviren?
Taksim’deki Atatürk Kitaplığı’na gittim. Kitaptaki yazıların ilk yayınlandığı bütün dergileri elden geçirmedim, bütün yazıları da karşılaştırmadım, ama üç dergiden bazı örneklere baktım: Yedigün, Aydabir, Yarım Ay. Ataç bu dergilerde de ‘bazan’ yazmıştı. Zaten hangi editör, üstelik Ataç’a danışmadan, onayını almadan onun kelimelerini değiştirebilirdi ki? Bunu ancak bugünün editörleri yapabilir!
Peki, Bay Mehmet Can Doğan niçin yapıyor böyle bir değişikliği? Dili Ataç’tan daha iyi mi biliyor? Yoksa Ataç’ı mı Ataç’tan daha iyi biliyor? ‘Bazan‘ı yanlış sanıyor olmalı.
Eski yazı öğreten, Osmanlıcayı iyi bilen Yücel Demirel’e sordum bu bazan – bazen itişmesini. “Osmanlıcası bazan, Türkçesi bazen” dedi hemen. Sonra açıkladı: “Arapça bir kelime bu, kalın ayın harfiyle yazıldığı için ‘bazan’ okunur. Ama İstanbul Türkçesinde ‘bazen’ olmuş, ses uyumuna aykırı olsa da artık ‘bazen’ yerleşti.”
Türkçenin Grameri‘ni (TDK, 1990) yazarı Tahsin Banguoğlu da ‘bazan‘ diyor, ama ne bileyim, başka dilbilimciler de ‘bazen‘i tercih ediyordur belki. Dilbilgisi kitabı okumak, benim için, çok zor, çok tatsız, zaten kafam da pek almıyor. Banguoğlu’nunkine bir gözatmıştım bir ara.
Dil değişir, İstanbul Türkçesi de değişir tabii, ama ben ‘Aziz İstanbul‘ şairi gibi ‘bazan’ demekte/yazmakta ısrarlıyım. Israrlıyım da neye yarar, bazan editör arkadaşlar ‘bazen’e çevirir onları, başka kelimelerimi, deyiş biçimlerimi de kendilerince ‘düzeltirler’. Ataç’a bunu yapan bana neler yapmaz ki!
Hele eski metinlerle, eski yazarlarla uğraşıyorsanız onların yazımlarına sadık kalmalısınız, itiraz imkanları olmadığı için. Bu yazım biçimlerinde bir yazarın tavrını da, bir dönemin dilini de görürüz hem. Okuru bundan yoksun bırakmak, bütün zamanların tek bir dili, tek bir yazısı varmış, herkes aynı yazarmış izlenimi yaratmak yanlıştır.
Bay Mehmet Can Doğan ‘bazan‘la yetinmemiş, çok daha büyük bir densizlik etmiş, Ataç’a cümlesini şöyle kurdurtmuş:
“Tanıdıklarımdan biri, “Ben yazımı Eflatun’a, Voltaire’e hitap ediyormuşum gibi yazarım.” derdi.” (Ne Yalan Söyleyeyim, s. 78)
Aynı cümle bu yazının alındığı dergide şöyle:
Tanıdıklarımdan biri: “Ben yazımı Eflatun’a, Voltaire’e hitap ediyormuşum gibi yazarım” derdi. (Yedigün, 30 İkinci Kânun 1935, s. 13)
Bir örnek daha:
“Bu roman beni sıkmadı, sonuna kadar bir hamlede okudum, hattâ bitmemesini, daha uzamasını istedim; o halde bu eser güzel değildir.” demeniz kâbildir. (Ne Yalan Söyleyeyim, s. 281)
Aynı cümle yazının alındığı dergide şöyle:
“Bu roman beni sıkmadı, sonuna kadar bir hamlede okudum, hattâ bitmemesini, daha uzamasını istedim; o halde bu eser güzel değildir” demeniz kâbildir. (Yarım Ay, 31 Temmuz 1939, s. 3)
Cümle içindeki alıntıda tırnağı kapamadan önce nokta koymak saçma bence (sebebini Haddini aşan nokta‘da anlatmıştım) ama benim ne düşündüğümün önemi yok şimdi, Ataç da yanlış buluyor olmalı ki oraya nokta koymamış. E peki Bay Mehmet Can Doğan’a ne oluyor?! Harflerin şapkalarını koymakta Ataç’a sadık davranmış, ama şapkanın altından Ataç’ı atıp yerine kendi geçmiş. Bu ne cüret!
Yapı Kredi Yayınları’nın bastığı Karalama Defteri – Ararken‘de editör Elif Gökteke bu konuda da Ataç’a sadık kalmış sağolsun. Yeni editörlerin eski yazarlarımıza ettikleri kötülükler bunlardan ibaret değil tabii, bazı örnekleri daha önce yazmıştım: Editör e harfine yaslanmış uyuyordu.
Mehmet Can Doğan bir yerde de kaş yapayım (Türkçesini yazayım) derken göz çıkarmış: İlkânun Ocak değil, Aralık’tır, zaten Ocak olması cümleyi de anlamsız, mantıksız kılar (s. 146).
Yazarların editörlerle maceralarını toplamak, anlattırmak eğlenceli ve öğretici bir iş olurdu, belki biri yeltenir.
DİLE GELENLER
Katkılarınız için: mustdagistanli@gmail.com
‘Dili Seven Dikenine Katlanmaz’ dizisinin son yazısına gelen mektupları yayınlayamamıştık,
şimdi yeniden başlarken yayınlıyoruz bu önemli eleştiri, uyarı ve katkıları:
“Olarak”lar olmuyor!
Okurumuz Fikret Doğan (her yazara böyle okurlar dilerim) iri ve çok yaygın bir dil dikenine dikkatimizi
çekiyor. Söylediklerine katılıyorum. Bakalım siz ne diyeceksiniz? Buyrun:
Ta üniversite yıllarımdan beri şekvacı olduğum bir konu: hani şu, bir yazının içine darı gibi serpiştirilen
‘olarak’ kelimesi var ya, hah işte o. O vakitler ben bunu akademisyen hastalığı ‘diye’ nitelendiriyordum.
(Herhalde şimdi herkes bu cümleyi şöyle kurardı: “Ben bunu akademisyen hastalığı olarak
nitelendiriyordum.”) Çünkü siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji, tarih, felsefe kitaplarında sıkça boy
gösterirdi bu kelime. Sonra zamanla herkesin diline pelesenk oluverdi. Dahası basit bir zarf fiili olmaktan
çıkıp her türlü kapıyı açan bir maymuncuğa dönüştü. Fakat bu yetki aşımının sonuçları çok yıkıcı; laf
kalabalığı, anlam bulanıklığı, gramer bozukluğu.
Laf kalabalığına birkaç örnek: tam olarak, sonuç olarak, ilgili olarak, farklı olarak, haklı olarak, doğal
olarak, genel olarak, şüpheli olarak, emsal olarak, karşılık olarak, kavramsal olarak, oyun olarak, sözel
olarak, duygusal olarak, son olarak, garantisi olarak, aracı olarak, içgüdüsel olarak… liste böyle uzayıp gidiyor. Güzel Türkçemizde ne kadar kelime varsa arkasına bir ‘olarak’ takabiliriz, kimse de kalkıp yav
ne gerek var diye sormaz.
Niye ‘tam olarak’? Tastamam diye bir şey var.
‘Sonuç olarak’ ne demek? Sonuçta diye bir şey var.
‘Bununla ilgili olarak ne diyorsun?’ demek de neyin nesi? Kısaca ‘Bununa ilgili ne diyorsun?’ demek
varken.
Daha ileri gitmeyeyim, çünkü listenin ucu bucağı yok. Anlam bozukluğuna örnekler: Dağhan Irak’ın son yazısına bakın, maden bulacaksınız. Ama sadece o değil ki, neredeyse herkes öyle.
Adnan Ekinci’nin T24’deki bir yazısından bir örnek:
“Meşru müdafaa sohbet ortamlarının baş gediklisi olarak, muhabbet konularının başında gelir.
Onunla ilgili olarak herkesin kulaktan dolma düzeyinde de olsa, mutlaka bilgisi vardır. Bir iddia
olarak cazibesi yüksek bir kavramdır ve yerli-yersiz ileri sürüldüğü bir çok tartışmaya renk
katmışlığı vardır.”
Yazım yanlışları yazara ait. Ben “olarak” kısmına değineceğim sadece. Bu cümleler çok daha basit, çok
daha anlaşılır şekilde ifade edilebilir:
“Meşru müdafaa sohbet ortamlarının baş gediklisidir, muhabbet konularının başında gelir. Onunla
ilgili herkesin kulaktan dolma düzeyinde de olsa, mutlaka bilgisi vardır. Cazibesi yüksek bir
kavramdır, en azından böyle iddia edilir, nitekim yerli yersiz birçok tartışmaya renk katmışlığı
vardır.”
İki örnek de sizin son yazınızdan:
“Üstelik, gramer olarak yanlış bu iki cümle…” Peki ne “olarak“ doğru? Oysa şöyle demek varken: “Üstelik bu iki cümlede gramer hatası var.” Ya da: “Üstelik bu iki cümlenin grameri bozuk.”
Gene şöyle demişsiniz: “Üstelik, dilbilgisi olarak yanlış cümle…” Oysa şöyle deseniz daha güzel olmaz
mı: “Üstelik dilbilgisi açısından yanlış bir cümle.”
Attila Aşut’a borcumuz
Dil konusunda, geçmişte gazetelerde bilgilendirme/uyarı yazıları yazan aydınları hatırlattınız, bence
önemli idi. Ama bu görevi gazetesinde (Birgün) elan sürdürmekte olan sayın Attila Aşut’dan da
bahsetmeniz gerekirdi diye düşünüyorum.
Diğer bir konu da şu yazdığını okuma gereğini duymayan, bir editöre gereksinimi olduğunu reddeden ve
kitaplarını o haliyle yayınlayan orijinal yazarlar. Eh, bu durumu da böbürlenerek bizzat kendisi açıklayan
Yalçın Küçük bir efsanedir bence ki kendisini okumayı yıllar önce bıraktım, neredeyse aynı sayfayı bir
sonraki sayfada tekrar okumak hiç hoş bir şey değil, ama bu konuda açıktan yazan ve eleştiren de
okumadım, kaçırmış olabilirim öyle ise affola. Önder Ünlü
Türkçesi varken
… yazıda “gramer” sözcüğü yerine “dil bilgisi” sözcüklerini kullanmanızı sizden beklerdim. Hayat
kırıklığına uğradım. Zekai Fatih Sunay
MAD: Okurumuzun eleştirisi üzerine yazıda değiştirmiştik.