
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
@mustdagistanli@tutanota.com
@MAlpDagistanli
Bir nokta sorunumuz var. İki farklı kullanımı yazıp gösterelim:
Alp “Bir nokta sorunumuz var,” dedi.
Alp “Bir nokta sorunumuz var.” dedi.
Küçümsemeyin. Dille ilgili her sorun büyüktür. Sorun eden için büyüktür, demek daha doğru belki. Ama dille ilgili irili ufaklı şeyleri sorun etmeden iyi yazı yazılamaz ki. Yıllar önce gözattığımız eski bir İngilizce kitapta editör ‘dille ilgili takıntıları olan insan’ diye tanımlanıyor, bazı editörlerden örnekler veriliyordu. Savruk dilli yazarlar da vardır var olmasına da dille ilgili takıntıları olmayan yazar da olmaz sanki! Tamam tamam, günlerimizi dille ilgili hiç takıntısı olmayan yazar ve editörlerin tecavüzü altında geçirdiğimizi biliyoruz.
Şimdi, bu tırnağın içindeki nokta nereden çıktı?! Eski kitaplarda da rastlanıyor bu kullanıma, ama bugünkü kadar yaygın değil. Zaten on yıl önce de bu kadar yaygın değildi. Zaman gazetesi tırnak içine böyle nokta koyardı, öbür gazetelerde yoktu. Zamana uydu demek herkes.
İyi yazarlarımızda rastlamıyoruz pek, der demez Salah Birsel’in noktalarını bağrımıza taş olarak basıyoruz. Gerçi Salah Birsel’de bir tutarsızlık var bu konuda, kimi zaman koyuyor noktayı, kimi zaman koymuyor.
Yayınevlerimiz de tutarsız, sadece kitaptan kitaba değişmiyor, aynı kitap içinde de farklılıklar gösteriyor bu noktanın kullanımı. Mesela İş Bankası Kültür Yayınları’nın bastığı Mahkeme Kapısı. Sait Faik, gazetede yayınlanan bu yazılarında da sorun ettiğimiz bu noktaları kullanmamış, kitapta fotoğrafları verilen sayfalarda görüyoruz. Yetmiş yıl sonra bir editör(?!?) gelip oraya o noktayı koymuş! Ama bazan da koymamış. Bir sayfada var, yanındakinde yok! Editörün bir dil takıntısı olmadığını anlıyoruz.
Eski zamanların bocalamaları anlayışla karşılanabilir. Noktalama işaretleri de asıl olarak Tanzimat’la, batılılaşma hamlesiyle girmiş yazıya. Osmanlılar, birçok noktalama işaretine hiç ihtiyaç duymamış önceleri; virgüle bile. Virgül yerine bir sürü ‘ve’ bağlacı. İşaretlere bu yabancılık ilk eserlerde hemen kendini göstermiş. Enver Naci Gökşen’in ‘Noktalama İşaretlerinin Dünü ve Bugünü’ başlıklı yazısına göre Şinasi, Şair Evlenmesi’nin başında üç yazı işaretinin görevlerini açıklamış, sonra da “bunları kitabında başarı ile kullanmış”:
Mu’tarıza ( ) içinde bulunan kelam hali tarif eder.
Şöyle bir hafif ufki – söz başına delalet eder.
Nokta. Sözün nihayetine alamet olur.
Modern edebiyatımızın öncüleri noktalama işaretleriyle boğuşup yolu açmışlar (Ahmet Haşim, noktalama işaretlerinin asıl Edebiyat-ı Cedide’yle kullanıma girdiğini söylüyor). Yolu açmışlar ama görüyorsunuz, kararsızlık hala sürüyor.
Sorunumuzu gözden geçirelim:
İbrahim Şinasi (1826 – 1871) demiş ki: “Nokta sözün nihayetine alamettir.”
Şinasi’den yüzyıllarca önce Dionysios Thraks (MÖ 170-90) da Gramer Sanatı’nda söylemiş bu kesin kuralı: “Nokta tamamlanmış bir düşüncenin göstergesidir.”
Hem Şinasi’nin hem Dionysios’un tırnak içindeki cümleleri, sözün bittiğini, bir düşüncenin tamamlandığını gösteriyor, onun için de sonlarında nokta var. Ya bu cümlelerden birini, bu ‘kendi içinde tamamlanmış düşünce’yi kullanarak bir başka cümle kuruyor, bir başka düşünce ortaya koyuyorsak, yani bu ‘tamamlanmış düşünce’, yeni ortaya koyacağımız düşüncenin sadece bir parçasıysa? Şöyle:
Bazı yazarlar, Dionysios’un, “Nokta tamamlanmış bir düşüncenin göstergesidir” demesini dikkate almayarak cümle kuruyor ve yanlış yere nokta koyuyor.
Bu cümledeki tamamlanmış düşünce hangisidir, bizim sözümüzün bittiği yer neresidir? Tırnak içindeki ifade değildir, o, Dionysios’un tamamlanmış düşüncesidir. Biz, Dionysios’un bu düşüncesini kullanarak başka bir düşünce ortaya koyan başka bir cümle kurduk. Dionysios’un cümlesi, tırnak içindeki o ifade, bizim cümlemizin bir parçası sadece. Bizim cümlemiz o alıntının sonunda bitmiyor, düşüncemiz orada tamamlanmıyor.
Bir cümle içindeki bir alıntıya nokta koymak, “Hop! orada dur” demektir. Bir cümle içinde her tür işaret kullanılabilir, nokta hariç; çünkü nokta, bitti demektir, ama madem ki cümle kendi içinde bir bütündür, araya nokta koyduğunuzda bütünlüğü yoketmiş olursunuz. Bir cümle iki kere bitemez. Dolayısıyla bizim cümlemizi şöyle yazmak yanlıştır:
Bazı yazarlar, Dionysios’un, “Nokta tamamlanmış bir düşüncenin göstergesidir.” demesini dikkate almayarak cümle kuruyor ve yanlış yere nokta koyuyor.
Diyeceksiniz ki, “Bazan bir alıntıda, tırnağın içinde birkaç cümle, dolayısıyla o cümleleri bitiren noktalar olabiliyor…”
Evet, ama birkaç cümleyle ifade edilebilen bir düşünceyi kendi düşüncenizin, cümlenizin bir parçası yapacaksınız, dolayısıyla o noktaları muhafaza etmek zorundasınız. Fakat tırnağı kapatırken sonuna nokta koyamazsınız, koyduğunuzda kendi cümlenizi, kendi içinde bütün olması gereken cümlenizi kesmiş, budamış olursunuz. Tırnağın sonunda nokta olmaması, bütün o alıntının sizin cümlenizin, sizin düşüncenizin bir parçası olduğunu belirtir.
Fakat zaten böyle cümlelerden kaçınmak iyi, uzun alıntı içeren cümlelerden. Uzun vermek istediğiniz, bölemeyeceğinizi düşündüğünüz alıntıları, koyun iki nokta üstüste, bağımsız verin. Ya da birkaç cümlelik alıntıları bölün ve yönetin. Mesela Haldun Taner’in yaptığı gibi:
[Tanpınar] Bir gün bana o kısık sesiyle, “Onların yanında ne kadar eksik olduğumu fark ediyorum” demişti. “Bunlar tümü ile Batılı insanlar. Osmanlılığı aşmışlar. Ben onların yanında onlarla, ortak yanlarımla övünüyor ama onlardan eksik yanlarımla yeriniyorum.”
Noktalama işaretlerini Batı’dan aldık, dedik. Peki, Batı dillerindeki uygulama nasıl? Çeşitli diller bilen arkadaşlarıma sordum. İngilizcede, İspanyolcada, Fransızcada, Almancada, Yunancada, Rusçada tırnak içine nokta konmuyor. Kimi dilde tırnağın içine, kiminde dışına virgül konuyor. Bunlar Türkçeden çok daha önce oturmuş, kuralları belirginleşmiş, kabul görmüş, büyük sarsıntılarını daha önce geçirmiş diller.
‘Taklit etmek zorunda değiliz, Ankara kriterleri daha üstün, bize yeter, Batı’nın tekniğini de almıyoruz’ diyebilir, yerleşmiş, neredeyse evrensel bir kuralı ‘yerli ve milli’ olmak uğruna çöpe de atabilirsiniz, ama o zaman sağlam bir mantığa oturtmalısınız kendi kuralınızı. Öyle bir mantık göremiyoruz biz. Bütün öbür işaretler keyfi kullanılmayı kaldırabilir, nokta öyle değildir. Nokta.
Var mı cevabı olan?
Geçen hafta Dilge Timoçin‘in sorusunu yayınlamış, okurlarımızın cevabını istemiştik. Dilge, ‘ceset’ yerine ‘cansız beden’ denmesini eleştiriyordu. Okurların ilgisini çekmedi bu soru(n), Twitter’da sadece Esra Ulu şunu yazdı:
Cansız beden, cansız varlıkları cagristirabilir. masa da cansız bir bedene sahip sonuçta. ceset, kadavra, ölü et, insan hayvan eti anlamına geliyormuş arapcadan geçmiş. daha mantıklı gibi.
‘Cansız beden’ gereksiz bir tamlama bizce de, sadece ‘beden’ demek yetmez mi? “Dağda kaybolan üç kişinin bedenine ulaşıldı” denince bu insanların öldüklerini anlıyoruz zaten. “Dağda kaybolan üç kişiye ulaşıldı” denince de sağ olduklarını.
DİLE GELENLER
Çifte edilgenlik
Yazar arkadaşımız Nihan Taştekin, peş peşe edilgen kelime kullanırken düşülen yanlışlıklara değinmiş:
Özellikle haber sunucuları çok kullanîyor bu yanlış kalıbı. Sanırım çeviriyle yerleşti dile, malum çok polisiye okurum, en eli yüzü düzgününde bile bol bol çıkıyor önüme.
Mektup gönderilmeye niyetlenildi. Doğrusu: Mektup göndermeye niyetlenildi.
Ev tamir edilmeye başlandı (başlanıyor vd.). Doğrusu: Evin tamirine başlanıldı.
Görüşmeler yapılmaya başlandı. Duble:)) Doğrusu: Görüşmeler başladı.
Kapı kapatılmaya çalışılıyor. Felaket.
Yoğunluk azaltılmaya çalışılıyor.
Yine vefat
‘Vefat’ sözcüğü Türkçe değil. Bu yüzden de, durumu yumuşatarak, karşı tarafa iletmek için seçiliyor. Yani vefat sözcüğü kulağımızdan girip, beynimizde bir kaç salisiliğine de olsa “metin ol, kötü haber geliyor” hissiyatı yaratıyor. Ancak, ‘ölüm’ Türkçe ve çok tanıdık, genlerimizde hissediyoruz gerçekliğini. Direkt anlıyoruz ki, dönüşü yok artık. Duyulduğu anda şoke ediyor. Sanıyorum, bu yüzden, basın ‘vefat’ demeyi seçiyor. Çiğdem
Yorumlarınız, sorularınız, görüşleriniz, eleştirileriniz için: mustdagistanli@tutanota.com