MURAT SEVİNÇ
Seçim sonuçları henüz resmen ilan edilmemişken, hangi bölgede kimin, ne gerekçeyle kazanıp kaybettiği anlaşılmadan derli toplu seçim çözümlemesi yapılamaz kuşkusuz. Okuyacağınız kısacık yazının da böyle bir iddiası yok. Daha çok konuşulur nasıl olsa. Şimdilik kesin sonuçların açıklanmasını beklemeden, yalnızca bir-iki satır:
Bu yazı kaleme alınırken, AKP’nin bazı sonuçlara itirazları sürüyordu. İtirazların özellikle üç büyük şehir için bir sonuç doğuracağını hiç sanmasam da, belli ki seçimin ‘sona ermesi’ biraz gecikecek. Kolay değil, insan 25 yıl yaşadığı evden taşındığında bile kendine gelmesi zaman alır.
AKP’lilerin, artık neredeyse ‘doğumla kazanılan’ bir özellik olduğunu düşünmeye başladıkları ‘yönetme’ iradelerinde bazı zaaflar baş göstermesini kabullenmeleri de kolay olmayacak. Belki hepsi değil ama kahir ekseriyeti, iktidarın bir ‘doğal hak’ olmadığını ya da kaş göz rengi gibi genetik yolla kazanılmadığını böyle böyle fark edecek. Bir de tabii, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendilerinden önce var olduğunu ve sonrasında, olacağını.
‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ adı verilen, yeryüzünde eşi benzeri olmayan sistem ilk gündeme geldiğinde ve sonrasında yazdığımı, defalarca tekrar ettiğimi bir kez daha yinelemenin zararı olmaz:
Bu sistem yalnızca Türkiye’ye değil, talep edenlere, alkışlayanlara, ezcümle ‘iktidara’ atılmış büyük bir kazık. İki basit gerekçeyle: Özellikle Türkiye gibi siyasi ayrışmanın derin olduğu bir ülkede, ‘yönetilemezlik’ vaat ettiği için. Cumhurbaşkanı kim olursa olsun yeni sistem sarpa sarmaya mahkûm. Aksini söyleyecek/söyleyen, aklı başında tek bir siyaset bilimci, anayasacı, kamu hukukçusu yok memlekette.
İkinci gerekçe, parlamenter sistemle (ve yüzde 30’larda oylarla) çok uzun yıllar ülke yönetebilecek siyasi figürlerin, yüzde 50’ye mecbur bırakılmış olmaları. Her seçim kaçınılmaz olarak artık ‘bir kişinin/iktidarın oylanmasına’ dönüşmüş durumda. Bunun doğal sonucu, tek başına hareket edemeyen iktidarın süreklileşen ‘koalisyon’ ortağına ihtiyaç duyması.
İktidar, ‘tek başına yönetemeyeceği’ için MHP’nin elinden tutmayı ve meşrebine uygun biçimde Türk-İslam sentezinden medet ummayı denedi/deniyor. Oysa Bahçeli’nin (20 yıldır her iktidarı getirip götüren Bahçeli!) elinden tutan bir partinin Türkiye’nin temel sorunlarını çözme ihtimali sıfır. Hâl böyleyken, iktidarın durumu olsa olsa ‘Kendim edip kendim buluyorum’ ifadesiyle açıklanabilir.
Yeni sistemin olağanüstü güzel betimlemesi TRT’deki son gün programında belirdi. Devasa bir salonda Erdoğan, üç dört metre uzağında TV görevlileri ve daha da uzak bir noktada, tesbih taneleri gibi dizilmiş belediye başkan adayları. Elleri dizlerinin üzerinde. Kendilerine söz verildikçe konuşuyorlar. Bir fotoğraf, bir sistemi ancak bu kadar iyi tasvir edebilirdi.
Muhalefet azımsanmayacak başarı elde etti. Cumhuriyet tarihinde, çok partili yaşamda, ilk kez bütün devlet ve medya gücü bir partinin tekelindeyken, o parti üç büyük şehrin yönetimini kaybetti. Ülke nüfusunun üçte birinden, sermeye pastasının devasa diliminden söz ediyoruz.
Muhalefetin başarısı biraz da ‘kendisine rağmen’ gerçekleşti. Özellikle son haftalarda, CHP genel başkanı seçmenini ve HDP’lileri çileden çıkarmak için hayli çaba harcasa da insanlar kendilerini ikna etmenin yollarını arayıp buldu! Hakikaten CHP’de, Kılıçdaroğlu’na “Anayasa’ya aykırı anayasa değişikliklerinin desteklenip HDP’li siyasetçilerin cezaevine gönderilmesine yol vermek gurur duyulacak bir iş değil” diyecek bir Allah’ın kulu yok mu?
Neyse ki muhalefetin en ‘yetenekli’ siyasetçisi, cezaevindeyken olup biteni dışarıdakilerden daha iyi görüp seziyor da kızgın seçmen sandığa gitti. Meydan meydan dolaşıp HDP’ye oy veren milyonlarca yurttaşı ikna edecek tek bir sözcük sarf etmekten çekinen (ya da daha fenası bu konuda iktidardan pek de farklı düşünmeyen!) parti liderleri, adını anamadıkları insanların verdiği omuzla kazandı. Tabii bu HDP’liler için de iyi oldu. Sonraki yazıda açmaya çalışacağım.
Özelikle Ekrem İmamoğlu, yıldızlaştı. Haklı olarak takdir edildi. Üç ayda kendini böyle iyi tanıtmak ve sevdirmek, öyle kolay iş değil. Seçim gecesi, nitelikli, kararlı ve şuurlu siyasetçi kumaşını gösterip seçimle ilgisi olmayan Muharrem İnce’nin, bir kez daha kaybetmesine neden oldu tuhaf bir biçimde! Erken olduğunun farkındayım, ancak bana kalırsa muhalefet cumhurbaşkanı adayını da bulmuş gibi.
Çok şey değiştirebilecek bir seçim sonucu bu. Seçim adaylar arasında değil, muhalefetin adayları ile devlet arasındaydı. Her bir gözlemi ve olası ihtimalleri sonraki yazılara bırakarak, bir konuya dikkat çekmek istiyorum:
İktidar mensupları, sürekli olarak bir sonraki seçimin ‘4.5 yıl sonra’ olduğunu hatırlatıyor. Her konuşmada bu rakamın altını bir kez daha çiziyorlar. Teşbihte hata olmaz; özellikle Türkiye sağ siyasetçileri (başta Demirel olmak üzere), yıllarca MGK (Milli Güvenlik Kurulu)’nin bir ‘anayasal kurum’ olduğunu tekrar ettiler. Neden bir anayasal kurumun, anayasal kurum olduğu sürekli yinelenir?! Askerin siyasetteki konumuyla baş edemediklerinden ve o MGK, sıradan bir anayasal kurum olmanın çok ötesinde ağırlığa sahip olduğu için. Her, ‘MGK anayasal kurumdur’ ifadesi, satır arasında ‘Elimizden başka bir şey gelmiyor’ anlamını barındırıyordu.
Haliyle, ilk seçime 4.5 yıl varken ve bunu zaten herkes biliyorken, sürekli hatırlatmanın da bir nedeni, anlamı olmalı! Bu arada, Türkiye’nin 1983’ten bugüne hemen tüm seçimlerinin ‘erken seçim’ olduğunu da akılda tutmakta yarar var. Bekleyelim bakalım, bu kez ne zaman yapılacak?!
Son olarak; iki yüz yıllık geçmişi olan Osmanlı-Türk modernleşmesi ve sonunda Cumhuriyet’in kazanımları, üç beş yılda yok olmaz. Yıpranır, hırpalanır ama sona ermez. Türkiye’de, iyi kötü Batılı/demokratik normları benimsemiş ve çok partili yaşama alışmış, oy hakkından vaz geçmeyecek, birlikte yaşama iradesi gösteren milyonlarca yurttaş var. Böyle bir ortamda alınan şu seçim sonuçlarından umutlanmayacağız da ne yapacağız! Küçük fotoğraflara bakıp mütevazi mutluluklar yaşamak da ihtiyaç nihayetinde.
Devam edeceğim…
Yazının başlığı, tahmin edilebileceği gibi ‘1 Nisan’ münasebetiyle. Hadi vapur neyse, metrobüsün nesine sevdalansın insan!