MURAT SEVİNÇ
Yaklaşık iki haftadır çıkması muhtemel bir yasadan söz ediliyor. Sokak köpeklerinin öldürülmesine ilişkin. Tümü değil, anlaşılabildiği kadarıyla, sahiplenilmeyen köpekler. Daha zarif ve az sinir bozucu görünmesi için öldürme yerine ‘uyutma’ sözcüğü tercih ediliyor, bilemiyorum, belki her yerde aynı terminoloji geçerlidir. Ancak, ‘öldürme’ fiilinin adı ‘uyutma’ yapıldığında sonuç değişmeyecek ve sayısız sokak köpeği öldürülecek. Birkaç yerde ‘ötanazi’ terimine dahi rastladım, muhtemelen dil sürçmesidir, bu kadar saçmalayan yoktur.
Hangi durumu sorun olarak tanımladığınız ve o soruna ilişkin sunduğunuz çözüm önerisi, sizin nasıl biri olduğunuz hakkında ipuçları sunar. Siz bir insan, bir kurum, bir yönetim, bir muhalefet, bir devlet olabilirsiniz. Bu bağlamda, bir insan hakkı sorununa yaklaşım ile doğa hakkı ya da hayvan haklarına yaklaşım, benzerlikler barındırdığı ölçüde, yarattığınız sistemin niteliğini hakkında fikir verir. Hayvana insanca bakan ve öncelikle hayvan sağlığını ve mutluluğunu gözeten bir ‘sistem’in diğer konularda da aynı ya da benzer biçimde davranacağını varsayabiliriz. Bir hayvanseverin, diyelim, insan hakları konusunda da çok duyarlı olacağını ve her durumda özgürlükleri, demokrasiyi savunacağını vs. iddia etmiyorum kuşkusuz. Hayvansever diktatörler (Hitler’in köpeğiyle verdiği pozlar) meşhurdur. Anlatmak istediğim, sorunları tanımlama-çözüm üretme üslubunun da bir kültürden ve sistemden doğduğu.
Birkaç örnek…
Son derece ‘anlaşılabilir’ sokak köpeği korkusu nedeniyle, başkaca bir yol aramaksızın onların öldürülmesini savunan biri ile düşüncesinden ürktüğü bir insanın cezaevine girmesini ve orada çürümesini, hatta ‘ölmesini’ savunan biri arasında, farktan çok benzerlik var. Ya da kimsesiz bir Afgan işçi öldüğünde cesetten kurtulmak için ‘yakan’ birinin zihniyeti ile kendisini korkutan bir canlının öldürülmesini talep edenin bulduğu ‘çözüm’ arasındaki fark(lar) nedir?
Ben de çoğu insan gibi, sokak köpeklerinden ‘korku’nun anlaşılabilir olduğu kanısındayım. Ayrıca, köpekten korkan birine “Korkma” demenin pek mantıklı bir tarafı olmadığını düşünüyorum. Korkuyor işte! Bir insan, hayvanseverin “Korkma” önerisine dek bir ömür geçiriyor ve o ömürde korkuya kaynaklık eden her ne varsa, tümünü bir anda ortaya döküp üzerine gitmek olanaksız. Keşke, şimdi bizim ufaklık gibi, her çocuk hayvanla büyüse, o sevgiyi ve bağlılığı tatsa, korkmamayı, güzelce yaklaşmayı, birlikte yaşamayı öğrense.
Yaşadığım şehirlerde yaklaşık 40 yıldır yürüyüş yapıyorum, defalarca köpek gruplarıyla karşılaştım; evime bir süre giremediğim, sokak değiştirdiğim, birkaç kez ‘hızlandığım’ ve çok korktuğum oldu! Hiçbir deneyimde o hayvanların yok edilmesi gerektiğini düşünmedim. Dünyanın, şehrimin ve sokağımın yalnızca bana-insana ait olduğu kibriyle yaşamıyorum. Çok korkuyorsam bunu yenmek benim elimde, o hayvanların bir suçu günahı yok. Ayrıca, bugüne dek beni korkutan ve zarar veren insan sayısı diğer canlılardan çok daha fazla oldu. Ancak, mesele yalnızca korkuyla ilgili değil, şu ya da bu gerekçeyle saldıran, zarar veren hayvanlar var. Aç olan, hasta olan, türü daha saldırgan olan vs.
Sokak köpeklerinin varlığı ve sayının artması bir sorun mu değil mi, farklı görüşler olabilir ve “Sorun değil” diyenlerin kanaati, benim gibi, bunun bir sorun olduğunu düşünenlerden daha değersiz değil. Burada önemli olan, sokak hayvanlarına yönelik dilin ve muhtemel tedbirlerin, yaşadığımız sistemin kalitesini belirleyen unsurlardan biri olduğunu fark etmemiz. “Asmayalım da besleyelim mi?” ile “Öldür gitsin, kıt kaynakları köpeklere mi harcayacağız” buyuranın vadettiği ülke, aynı.
Sokak hayvanlarının öldürülmesini ‘düşünce’ düzeyinde dahi korkunç buluyorum. Bunun bir öneri olarak sunulabilmesini ve toplumda az çok karşılık bulmasını. Böylesi acımasızlığın olağanlaşabildiği bir toprakta asgari huzurla yaşanabileceğini varsaymak ne büyük bir aymazlık. Halkın çoğunluğunun buna izin vermeyeceğini, öldürme yanlılarının azınlıkta olduğunu düşünüyorum, buna inanmak istiyorum. Hayvanların canının, halkoylaması gibi garip önerilere konu edilmemesi gerektiğini söylemeye dahi gerek yok. Herhangi bir canlının yaşam hakkı ‘oylama’ konusu olamaz.
Son olarak…
Bir yurttaş kesimi, gerek bu, gerekse sığınmacılar konusunda ‘insancıl’ çözümden yana olanlara “O zaman al evine besle” demeyi marifet sanıyor. Herhangi bir tartışmayı, medeni önerileri, sorunların özgül nitelikleri ve kavranabilir nedenleri olduğu gerçeğini reddediyor ve belli ki, “Al evine besle” ifadesini hayli zekice buluyorlar. Aksine, son derece saçma ve şımarıkça bir söz bu. Akıl fikir kırıntısı gerektirmediği gibi, sorunların muhataplarına seslenmeyen, sorumlulara hesap sormaktan kaçınan, herhangi bir iktidar odağıyla karşı karşıya gelmekten ürken ve her koşulda ‘daha güçsüz olan’ı hedef aldığı ölçüde riyakâr, sahtekarca bir cümle. Hayır, “Evime alıp beslemeyeceğim” ve ödediğim eşek yükü verginin bir kısmının sokak hayvanlarının rahatı için harcanmasını talep edeceğim.
Acımasız dil ve uygulamalar sıradanlaşmamalı. Bir ömrümüz var, yaşayıp gideceğiz; dünya ve üzerindeki canlılar babamızın malı değil, şımarıklığın alemi yok. Biz insanız… İnsan gibi konuşabilir, insanca yöntemler bulabiliriz.
Yazı önerisi: Derviş Aydın Akkoç’un, ‘Kafası Güzel Koyunlar, Serseri Köpekler’ başlıklı, güzel yazısı.