MURAT SEVİNÇ
Hayli yıl önce, eski okulumda, sevgili hocamın odasına girdiğimde, daktilo başında (o kadar eskiden!) bir şeyler yazıyordu. Ne hakkında yazdığını sorduğumda şöyle dedi: “Kaç yıldır üniversite sistemi üzerine görüş sorarlar, ben de yanıtlarım. Her şey daha kötüye gitti. Ama olsun, yine de yazmak gerekir.”
İnsan böyle bir rahle-i tedristen geçince, artık elle tutulur bir anayasal düzeni olmayan bir ülkede, artık pek az işlevi kalan parlamentonun, neredeyse hiç bir etkisi olamayacak muhalefet vekilleri hakkında yazıp yazmamak söz konusu olduğunda, derin bir nefes alıp “Olsun yine de yazmak gerekir” deyiveriyor…
Nedir dokunulmazlık?
Vekillerin değil, parlamentonun üstünlüğünü güvence altına almaya yönelik bir ilke/kuraldır. Üstün olan kurumdur ve o kurumun üyeleri, kurumun üstünlüğünü güvence altına almak için bir takım ‘bağışıklıklar’ ile donatılmıştır. Yasa karşısında eşitlik ilkesinden verilen bu ödünün gerekçesi, kişilerin değil, asıl olarak parlamentonun bağımsızlığını güvence altına almaktır.
Vekillere tanınmış ‘iki bağışıklık’ vardır. Anayasa’da ikisi de aynı maddede (83) yer alır.
Biri şu anda Ahmet Şık’ı ilgilendiren ‘kürsü’ dokunulmazlığı (83/1), diğeri Enis Berberoğlu’nu ilgilendiren ‘kürsü dışı’ dokunulmazlıktır (83/2).
Yazı çok uzun olmasın diye, Enis Berberoğlu hakkındaki verilen Yargıtay kararını ve tabii ‘tutuklu yargılanan vekil’ sorununu hemen bir sonraki yazıya bırakıyorum.
Şimdi, Ahmet Şık’a mecliste verilen ‘disiplin cezası’ ve sonrasında AKP tarafından açılan 100 bin liralık ‘tazminat davası’ bağlamında, kürsü dokunulmazlığının ne anlama geldiğine bakalım.
Kürsü dokunulmazlığı/yasama sorumsuzluğu milletvekilinin oy ve söz özgürlüğüdür. Özgürlük ‘yasama çalışmalarında’ geçerlidir. Anayasa’nın ilgili maddesi (83/1), vekillerin meclis çalışmalarındaki ‘oy’ ve ‘sözlerinden’ mecliste ileri sürdükleri ‘düşüncelerinden’ sorumlu tutulamayacağını hükme bağlar. Eğer meclis aksi yönde karar almadıysa, bu düşünceleri meclis dışında tekrarladıkları için de sorumlu değillerdir.
Burada ilginç bir durum dikkatinizi çekmiştir belki. ‘Sözlerden’ ve ‘düşüncelerinden’ ifadelerini içeriyor fıkra. Çünkü oy ve söz dışında, başkaca yollarla da dile getirilebilir bir ‘düşünce’. Demek ki vekiller, oy, söz ve muhtelif yöntemlerle sergileyebildikleri düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz. ‘Yasama çalışması’ ifadesi ise yalnızca bir mekânı değil, ‘işin kendisini’ anlatır. ‘Yasama çalışması’ yapılan yer, parti grupları ya da meclis genel kurul salonu olabileceği gibi, örneğin genel kurulun damı akar ve o günkü toplantı lokantada yapılırsa, sorumsuzluk o lokantada geçerlidir.
Ahmet Şık OHAL’i büyük ölçüde olağan dönemde de sürdürebilmek için hazırlanan malum yasa ile ilgili görüşmeler esnasında bir konuşma yaptı, ancak tamamlayamadı. Ahmet Şık’ın görüşleri sır değil. Her zaman kararlılık ve cesaretle yinelediği düşüncüler. Bu nedenle içeriğe girmeyeceğim. Çünkü bu konuyu anlamak için, konuşmanın içeriği, konuşanın kimliği ve partisi, ikincil planda kalıyor.
Şöyle ki: Ahmet Şık konuşmasını sert eleştirilerle sürdürürken, AKP sıralarından koşan birileri kürsüye saldırdı ve içlerinden özellikle biri Ahmet Şık’a sövmeye başladı. Ortalık karıştı ve sonunda başkan, Şık’ın konuşmasını kesti. Ardından ‘iki oturuma girmeme’ cezası verildi. Ceza’nın dayanağı İçtüzük’ün 161’inci maddesi (bend 3). Ayrıntıya girmeyeceğim, bu madde ‘Meclis’ten geçici çıkarma’ yaptırımını düzenliyor.
Sonuç olarak Ahmet Şık iki oturuma giremeyecek ve ödeneğinden kesinti yapılacak.
Ardından AKP Ahmet Şık’a ‘100 bin liralık’ manevi tazminat davası açtı.
Olup biten nasıl yorumlanabilir?
Bu yaptırım o kişi Ahmet Şık ve partisi HDP olduğu için uygulandı. Pek çok iktidar milletvekili, muhalefet vekilleri için çok daha ağır ifadeleri defalarca sarf etti ve ettiğiyle kaldı. Bunu bir yana bırakalım…
Milletvekilleri o kürsüde ‘söz’ özgürlüğüne sahiptir. Kişisel olarak Şık’ın sözlerinde hakaret olmadığı kanısındayım. Sert politik eleştiri başka, hakaret başka bir şey. Parlamentolarda çok ağır ve itham edici tartışmalar, atışmalar olabilir. Bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da olacaktır.
Velev ki Ahmet Şık hakaret etmiş olsun. Kuşkusuz söz konusu ihtimal bir başka vekil için de geçerli olabilir. Peki bu durumda ne olmalı?
TBMM İçtüzüğü parlamentonun kendi anayasasıdır. Meclis egemenliğinin ve ‘dışa karşı’ bağımsızlığın kâğıda dökülmüş halidir. Bir milletvekili, örneğin üçüncü kişilere, diyelim ki bu satırları okuyan bir okuyucuya hakaret ederse, kuşkusuz o kişinin kişilik hakkını ihlal etmiş sayılabilir. Çünkü hakarete uğrayanın milletvekiline yanıt verme şansı yoktur. Buna mukabil, milletvekillerinin birbirlerine söyledikleri ve siyaseti ilgilendiren bağlamdaki ifadeleri ‘sorumsuzluk’ kapsamındadır.
Bu yorum yapılır yapılmaz, hemen her zaman aynı soru yöneltilir: Eh canım, hakaret, küfür vs. söz özgürlüğü sayılır mı? Yanıt, soran açısından can sıkıcı ve saçma bulunabilir: Evet, eğer orada karşılık verme şansı varsa, hakaret ‘dahi’ sorumsuzluk kapsamında kabul edilmelidir.
Çünkü sorumsuzluk ilkesi meclisi ‘dışarıya’ karşı ‘korumaya’ yöneliktir. ‘İçeride’ ise koruma yoktur. Bu ne demek? TBMM, üyesine eylemi karşılığı disiplin hükmü uygulayabilir. Ancak o üyeye dava açılamaz. Ezcümle, ‘kol kırılır, yen içinde kalır.’ Olması gereken, kurumun varlık nedenine uygun yorum budur.
Ancak ne yazık ki mahkemeler, hakaret, küfür gibi eylemlerin ‘yasama çalışmasıyla ilgisi olmadığı’ gerekçesiyle tazminat davalarına konu olabileceği yönünde karar veriyor. Oysa bu tavır/eğilim yanlış. Çünkü ‘sözü’ dava konusu yapmak TBMM’nin kendi anayasası olan İçtüzük’le çelişir. Bir kez daha: Böylesi eylemlerin karşılığı dava değil, İçtüzük’teki disiplin hükümleridir.
Küfrün elbette yasama çalışması ile ilgisi yok. Sorun bu değil. Sorun bir küfrün dahi disiplin hükümleriyle karşılık bulması gerekliliği. Konunun ‘meclis dışında’ bir sorumluluğu gerektirmemesi.
Daha iyi anlaşılması için bir kez daha tekrar etmeli: Burada savunulan, ola ki bir vekil küfür de etse, yaptırımın mahkemeler değil, meclis tarafından uygulanması gerekliliğidir.
Demek ki sorumsuzluk kurumunun ‘varlık nedeninden’ hareketle varılabilecek sonuç şudur: Ahmet Şık sert eleştirilerin/ifadelerin olduğu bir konuşma yaptı. Konuşması, hakaret içerdiği gerekçesiyle kesildi. Bana kalırsa ‘kürsü dokunulmazlığı ilkesi’ ihlal edildi. Konuşma parlamento tarihindeki ne ilk ne de son ‘sert’ eleştiri. Sorumsuzluk ilkesi İçtüzük hükmü aracılığıyla ihlal edilerek Ahmet Şık’a disiplin hükümleri uygulandı. Türkçesi: Ahmet Şık için gerekli olduğu düşünülen yaptırım uygulandı ve sorun TBMM içinde çözülmüş oldu. Ardından açılan tazminat davası mutlak biçimde reddedilmeli!
Zira, bir meclis üyesinin söz özgürlüğü parlamentonun söz özgürlüğüdür. Eğer Ahmet Şık’a yapılan alışkanlık haline getirilirse, hakaret gibi son derece tartışmalı ve göreli kavramların arkasına sığınılarak, disiplin cezaları ve tazminat davalarıyla vekillerin kürsü dokunulmazlığı fiilen ortadan kaldırılır.
Haliyle, olup biten yalnızca Ahmet Şık, HDP ya da diğer muhalifleri değil, meclisin ‘egemenlik alanını’ ilgilendiriyor…
Yazı önerisi: Hocamız Baskın Oran’ın, rahmetli hocamız Cevat Geray ardından keleme aldığı yazıyı, buraya bırakıyorum.