M. MURAT KUBİLAY
mmkubilay@gmail.com
Görülmemiş ölçekte döviz oynaklığı yaşadığımız haftanın ardından bambaşka bir boyuta geçtik. Bu hızlı geçişte ‘kur korumalı TL mevduat’ ürününün hayatımıza girişi ana etken. Kısaca açıklayalım.
Paranızı doğrudan döviz tevdiat hesabında tutabilirsiniz. Bu size serbestçe alım-satım hakkı verir. Eğer bu hakkınızdan üç aylığına feragat eder, TL’ye geçer ve bu yeni ürünü satın alırsanız, karşılığında TCMB politika faizi kadar faiz kazanacaksınız ve buna ek olarak döviz yukarı gittiğinde oluşan farkı da kaçırmayacaksınız. Buna karşılık paranızı TL mevduatta sabitlediğiniz için dövizdeki kısa vadeli dalgalanmalarda işlem yapamayacaksınız.
Birikimlerini pasif ve uzun vade trendlerine göre yönetenler için yerinde bir ürün. Mevduat dönüşündeki değerleme döviz kuru her gün saat 11:00’de TCMB tarafından açıklanacak. Bu kur üzerinde örtülü baskı uygulanmazsa sistem şeffaflıkla işleyecek. Bu esnada stopaj ödenmeyecek. Al-sat peşinde koşanları bu sisteme ikna etmek mümkün değil. Yani döviz alıp satan ve arada borsa veya altın tarafına geçenler için uygun değil. Uzun vadeli yatırımcıların ikna edilmesinde ise iktidara yönelik siyasi önyargılar etkili olabilir. Bu mevduat yapıldığında ve vade bitimi olduğunda, piyasadan yeniden döviz almak istendiğindeki kur seviyesi ile bankaların size sunduğu arasındaki fark büyürse yine güven sorunu artar.
Buraya kadar olan bireysel yatırımcıları ilgilendiren kısımdı. Sıra sistemin işleyişinde. Sistem kendi kendini besleyebilen bir özelliğe sahip. Yani işleri iyiyken daha da iyi hale getiriyor, kötüyken çok daha kötü. Örneğin herkes döviz satarsa ve neticesinde kur düşerse; hem döviz tutan hem de dövize endeksli bu mevduata sahip olan ek kazanç sağlayamayacak, buna ek olarak Hazine aradaki farkı ödemekten kurtulacak. Böylece hem kur istikrarı hem de enflasyonun kontrol altında tutulması mümkün olacak, bu esnada Hazine bir ödeme yapmayacak. Eğer kurda bir artış olursa, artık cari fazla veren ve bu nedenle rezervlerini satabilecek güce erişen TCMB devreye girecek, döviz kurunu savunacak. Bu durum birkaç kez yaşanıp da Merkez Bankası rüştünü ispat ettiğinde, bireylerin dövize olan yönelimi azalacak.
Madalyonun diğer tarafı ise çok fena. Bir nedenle döviz kuru yukarı gider ve TCMB bunu kontrol edemezse, işte o zaman Hazine’ye olan yük iyice artar. Mevcut halde merkezi hükumetin borçlarının neredeyse üçte ikisi döviz ve altın cinsiydi ve buna ek olarak döviz garantili projeler vardı. Bir de bu mevduatlara verilen döviz geliri garantisi nedeniyle, devletin yükümlülükleri hiç olmadığı kadar dolarize olacak. Bir patlama halinde yükümlülüklerin ödenebilmesi için sadece döviz rezervleri iyice tüketilmeyecek, üstüne TL yükümlülükler için de para basımına geçilecek ve ardından finansal sistem ve kamu maliyesinde yıkım yaşanacak.
Şimdi üç ay öncesine dönelim, neydi amaç? Yatırım, üretim ve istihdam; bu esnada cari fazla vermek, sıcak paraya veda etmek ve orta vadede enflasyonu düşürmek. Tüm bunlar için de rekabetçi kur ve düşük faiz, yani işin motoru yine krediler. Bir de seçim yılına girdiğimizi veya en azından yaklaştığımızı, her koşulda kamu maliyesinde açıkların artacağını belirtelim.
Krediler verildiğinde, tüzel kişilere dövize endeksli mevduat imkânı sağlanmadığı için en azından bir kısmı dövize gidecek. Kamu harcamalarının teşvik ettiği ekonomik aktivite sonucunda oluşan karların bir kısmı da dövize dönüşecek. 3-6 ay içinde bir ülke aniden üretim üssüne dönüştürülemeyeceği için, yani yatırım dostu ortam ve tüketici güveni noksanken, eğitim kalitesizliğinden ötürü iş gücü verimliliği düşük, teknoloji yetersizliğinden dolayı katma değerli üretim yapmayan bir ülke olduğumuzdan, ekonomi yine ısınacak ve enflasyon yüksek seyredecek. Yüksek enflasyon rekabet gücünü zamanla düşürecek, cari fazla verilemeyecek, bu nedenle TCMB kontrollü bir şekilde döviz kurunu artırmayı tercih edecek. Bu sefer de Hazine üzerindeki yükümlülükler artacak ve sistem sıkışmaya başlayacak.
Mudiler bu sisteme ikna edilebilirse, döviz ve faizlerde bir süre istikrar sağlanacak. Ekonomi ısındığında olumsuz tarafları görünecek ama o zamana kadar seçimler bitirilmek istenecek.
Sistemin temelinde TCMB’nin gerektiğinde döviz satabilmesi var, bunun için de cari fazla vermek ve sermaye çıkışı yaşamamak şart. Pandemi kaynaklı küresel piyasalarda yeni bir şok yaşanırsa, cari fazla zorlaşır. Fed. kaynaklı Türkiye’den sermaye çıkışı olursa sistem yine zorlanır. Hele de İstanbul depremi gibi, hiç hesaba katılmayan bir şok gerçekleşir, böylece hem sermaye çıkışı patlar hem de cari fazla için gerekli üretim durursa, sistem tümden dağılacak.
Özetle mevcut sistemin başlayabilmesi için güven çok önemli. Bu esnada kapalı devre sistemi ile döviz çıkışı çok olmamalı, kur kontrolsüz artmak istediğinde bunu destekleyecek düzeyde TCMB rezervi kullanılmalı ve bu amaçla her daim cari fazla verilmeli. Turizm hiç olmadığı kadar önemli. Kamu harcamaları ve kredi genişlemesi toplam talebi artırıp dövize talebi tetiklediğinde, yani sistem sıkıştığında Hazine’ye muhtemelen seçim sonrasında bir yük kalır.
Ama en kötüsü, bir şok neticesiyle cari fazlanın durduğu, sermaye çıkışının yaşandığı ve TCMB ile Hazine’nin koyduğu setin bir anda patladığı durum. Bu modelin en büyük riski işte bu; AKP seçimleri kazanacak diye son sürat araba kullanmak ve yolda bir taşa takılırsak doğruca uçuruma düşmek.
Benzeri hiç oldu mu? Londra merkezli ve finansal sistemin en eski bankalarından Baring Banks, 1995’te böyle bir deprem şokuyla iflas etmişti. Merak edenler ‘Rouge Trader’ isimli filmi izleyerek bu kurumsal çöküş hakkında daha çok bilgi alabilir.
Bu yazıyla Diken’deki yazı serüvenimi tamamlıyorum. Düşüncelerimin başka çevrelere ulaşmasına vesile olan Erdal Güven’e ve tüm Diken emekçilerime teşekkürlerimi sunarım.