MURAT SEVİNÇ
AKP ilginç bir biçimde, bir yandan milliyetçi oylar için çaba harcarken, diğer yandan Cumhuriyet’in temelinde yer alan Sünni/Türk ideolojinin kökündeki ‘ilkeyi’ tahrip ediyor. Bir de üstelik, HDP’nin yurttaşlık tanımına dair ‘itirazlarını’ doğrulamış oluyor. Milliyetçiler/ulusalcılar için zor zamanlar!
Sırayla gidelim:
AKP Genel Başkanı & Cumhurbaşkanı Erdoğan, TTB ve TBB’deki ‘Türk’ sözcüğünün çıkarılması gerektiğini söyledi. (TBB’den çıkarılacak olan herhalde ‘Türkiye.’) Bu konuda Bakanlar Kurulu’nun karar alacağı söylendiyse de 1953 tarihli “Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nda” yapılacak değişiklik, ‘kanunla’ olmalı. Türkiye’de bir parlamento olduğu öylesine unutuldu ki, ‘kanun’ yolu/kavramı akıllarına dahi gelmiyor. ‘Bakanlar Kurulu’ dediklerine göre belli ki değişiklikler OHAL KHK’si ile yapılacak. Harika!
Bu yazı yalnızca ‘Türklük’ sıfatıyla ilgili olacak. Buna mukabil düşünülen değişiklik, Anayasa’nın 135. maddesinde ‘Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları’ olarak tanımlanmış meslek örgütlerinde çok ciddi bir yeniden yapılanma öngörüyor. Vahim öneriler söz konusu. Konunun uzmanları yazıp çizecektir. Ne yazık ki yazılanların yararı olmayacağı kanısındayım. Halihazırda mutlu olan, gerek meslek erbabı gerekse yandaş toplum kesimleri, bir zaman sonra anlayacaktır üyesi oldukları kuruluşların önemini. Türkiye ortalaması için, kuramsal ve kurumsal açıklamaların, uyarıların hiç bir değeri olmadığını fark edeli çok oldu! Yaşayıp görürler…
Gelelim asli konuya.
Malumunuz, ‘Türk’ adının bir ‘kimlik’ olarak gündeme gelişi İmparatorluğun dağılışıyla (özellikle Balkan Savaşları sonrası) ilgili. Çok dinli ve kimlikli ‘Osmanlı’ dağılınca, elde kalanı adlandırmak gerekiyordu. Türklük, II. Meşrutiyet ardından meclis tartışmalarında vs. geçiyor, 1922-23 tarihlerinde bazı kanunlarda rastlıyoruz. Bu tarihlere dek kurucular tarafından pek tercih edilmemiştir. Yine tahmin edilebileceği gibi büyük ölçüde 1920’lerin ‘zorunlu’ pragmatizmi nedeniyle! Örneğin Kurtuluş Savaşı anayasası olan 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda ‘Türk’ geçmez.
Konu 1924 Anayasası yapılırken tartışılmış ve ‘Türklük’ bu Anayasa’da yer almıştır. 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye’nin iki ‘versiyonu’ vardır. Anayasa 1945’te Türkçeleştirilmiş, yedi yıl sonra 1952’de (DP’nin ilk döneminde) yeniden başlangıçtaki dile dönülmüştür. Anayasa’nın ilk halinde, örneğin dördüncü maddede yer alan ‘Millet’ sözcüğü, Türkçeleştirilirken ‘Türk milleti’ yapılmıştır. (Dileyen, TBMM internet sayfasındaki metne bakabilir.)
Evet bu Anayasa’da, 1921’den farklı olarak ‘Türk’ ifadesi geçer. Meclisteki tartışmalarda, bu sıfatın bir köken/ırk/etnik aidiyet değil, ‘yurttaşlık bağı’ olduğu dile getirilmiştir. Örneğin temel hakları içeren ‘Beşinci Fasıl,’ ‘Türklerin Hukuk-u Ammesi’ (Kamu Hakları) başlığındaki ‘Türklerin’ ifadesi, elbette ‘yurttaşların’ anlamına gelir.
Buna mukabil, aynı anayasanın vatandaşlıkla ilgili maddesi açısından bu ölçüde rahat yorum yapmak kolay değil. Öncelikle şunu söylemeli: 1924 metnindeki ‘vatandaşlık’ tanımı, 1961 ve 1982 anayasalarından daha başarılı; buna kuşku yok. Ayrıca maddenin metnine/lafzına bakılırsa, vatandaşlık için esas olanın ‘köken’ değil ‘yurttaşlık bağı’ olduğunu varsayabiliriz. Ancak metnin ‘lafzını’ yaratan meclis tartışmaları okuyunca, oradaki ifadenin zannedildiği kadar ‘eşitlikçi’ bir amaçla kaleme alınmadığı görülür.
Şöyle ki: (Bu paragrafta, daha önce aynı konuda kaleme aldığım bir yazıdan bazı alıntılar yapacağım.)
1924 Anayasası’nın 88. maddesine göre: Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir. (Orijinal metinde: Türk ‘ıtlak’ olunur.)
Tanım, ülkede din ve ırk farklılıkları olduğunun kabul edildiğinin göstergesi; bu durumda da Türk sıfatına ırksal/etnik anlam yüklenmediği açık. Demek ki memlekette yaşayanları bir araya getiren ortak payda ‘vatandaşlık’ olarak öngörülmüş. Herhalde Atatürk’ün, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir,” şeklindeki ifadesini de böyle okumak gerekir. 1924 Anayasası’nda yer alan bu ifade, hakikaten de sonraki anayasalarımızdaki “Türk’tür” formülünden daha başarılı/kapsayıcı görünüyor. Bu arada, meclis tartışmalarında Türk harsını diyerek yurttaşlık ile ‘milli kültür’ arasında bağ kurmaya çalışanlar olmuştur. Düzenlemenin meclise gelen ilk şeklinde vatandaşlık bakımından ifadesi yoktur. Bu durumda ırkı farklı da olsa herkese Türk denilecek olması, tabiiyet yerine milliyetin tercih edildiği izlenimi uyandırır. Ancak, milli mücadelenin sıcaklığı hâlâ hissedilirken herkese ‘Türk’ denilecek olması (ne yazık ki!) rahatsızlık vermiştir! İstanbul mebusu H. Suphi şikâyetini şu sözlerle dile getirir:
“Lâfzen bir tefsir bulabiliriz. Maddeye tefsir ile geçebilir, fakat bir hakikat vardır. Onlar Türk olamazlar. Hatta Meclis de firari Rum ve Ermenileri Türk yapamaz.” (s.437).
Suphi Bey’in tepki duyduğu, ülkede yaşayan farklı dinlere mensup insanların yıllarca aynı kültürü paylaşıp ardından “Lisan ayrılığı, mektep ayrılığı ve devlet ayrılığı” gütmeleridir. ‘Osmanlı’ kapsayıcı bir sıfatken, onun yerini, yalnızca Türk ve Müslümanlardan oluşmayan Cumhuriyet’in almış olması, meclis üyelerini farklı kökenlerin ortak tanımı konusunda güç durumda bırakmıştır. Güçlüğü dile getiren Gelibolu mebusu Celal Nuri Bey, “Bunlara eğer Türklük sıfatını vermeyecek olursak ne diyeceğiz?” diye sorduğunda, salonda Türkiyeli sesleri yükselmiş, Konya mebusu Naim Hazım tarafından bu yönde bir değişiklik de önerilmiş, buna mukabil kabul edilmemiştir. Sonunda, Suphi Bey’in ‘vatandaşlık bakımından’ ifadesinin eklenmesi yönündeki önerisi kabul görmüştür. Görüldüğü üzere, “Türkiyeli” önerisi de yeni değildir ve 1924’te gündeme gelmiştir.
Bana kalırsa 1924 Anayasası’ndaki ‘Vatandaşlık bakımından Türk denir.’ hükmü için iki şey söylenebilir: 1. Bu vatandaşlık tanımı, ‘Türklük’ herkese lâyık görülmediği için kabul edilmiştir. 2. Metnin ‘lafzı,’ bugünkü düzenlemeden daha doğru, kapsayıcı ve eşitlikçidir.
1961 Anayasası ise yurttaşlığı 54. Maddede düzenlemişti: Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür (1. fıkra). Ezcümle, ‘Türk denir,’ ‘Türktür’ haline getirilmiştir ve 1982 Anayasası da bu tanımı yinelemiştir.
Kuşkusuz 1924’ten itibaren çıkarılan pek çok kanunda artık ‘Türk’ sıfatına yer verilmişti. İddia okunur ki, tamamında yer alan ‘Türklük’, köken değil, vatandaşlık bağını anlatır. Tabii her birinde geçen Türk’ü, aynı zamanda ‘Müslüman’ diye okumakta büyük yarar var!
Demek ki Cumhuriyet ideolojisi (resmi ideoloji), anayasalarda ve kanunlarda geçen ‘Türk’ sözcüğünü, köken değil, vatandaşlık kavramıyla özdeşleştirmeyi hedeflemiştir. Cumhuriyet döneminde Müslüman olmayanlara muameleye bakıldığında ise, doğrusu bunun pek doğru/geçerli olmadığını görmek mümkün. Ancak eğer o ‘yapılanları’ bir yana bırakıp metinlerin yalnızca ‘sözüne’ ve ‘gerekçelerine’ bakarsanız, bazı istisnalar olmakla birlikte (istisnalar başka yazının konusu olsun) anayasalardaki ‘Türklük’ ile kastedilenin ‘vatandaşlık’ olduğunu düşünmek mümkün. Ya da, bir arada yaşayabilmek için bu kabul (aslında geçerli olmayanın kabulü ve savunulması!), bir zorunluluk.
Haliyle, Türklük bahşedilen bir armağan değil, yalnızca vatandaşlık ile ilgili bir bağdır. Bunu ben değil, Cumhuriyet ideolojisi ve anayasalar söylüyor.
Hâl böyleyken, muhterem III. MC bileşenlerini, milliyetçileri ve ulusalcıları uyarmak gerekir: Türklüğü yalnızca vatandaşlık sıfatı olmaktan çıkarıp (yani 1924 yılındaki Suphi Bey’in zihniyetiyle davranıp) ‘lütuf’ olan bir ‘köken’ kabul etmeye kalkarsanız, benim gibi düşünen biri göz yaşı dökmez dökmesine ancak sizler milliyetçilik yapacağım derken bir asırlık ilkeyi berhava etmiş olursunuz. Haberiniz olsun.
Bir de tabii, sizden farklı düşünen biri, örneğin bir HDP’li, vatandaşlık tanımından rahatsız olduğunu söylediğinde karşısına geçip ‘Olur mu hiç öyle şey HDP’li kardeş, oradaki Türklük köken değil ki, tamamen vatandaşlıkla ilgili kapsayıcı/hukuksal bir terim,’ demeniz çok zorlaşır. Allah muhafaza!
Bir karar vermeniz gerekiyor: ‘Türklük’ herkese kısmet olmayacak bir büyük ödül mü, yoksa anayasada yer aldığı gibi, ‘vatandaş’ olmak yeterli mi? Eğer ilk varsayım kabul edilirse, iki adım sonrası rahatlıkla ‘Beni sevmeyen Türk değildir,’ olabilir. Neden olmasın?
Milliyetçilik yapmak isterken, milliyetçi/ulusalcı kesimin en sevdiği tarihsel ‘sihirlerden’ birini ifşa etmiş oluyor iktidar. Açıkça Suphi Bey zihniyetine dönülüyor. Ve buna en çok milliyetçiler/ulusalcılar mutlu oluyor! Kabul etmeli, çok sorunlu ve zor ama hakikaten matrak memleket Türkiye! Dur bakalım ne olacak…
Bir ‘takip’ önerisi: Yazıyı okuyanlar içinde Mülkiyeli olup haberdar olmamışlara, ‘farklı’ bir şeyler söylemeye çalışan sevgili arkadaşlarımızın (Yetiştik Çünkü Biz) sosyal medya hesaplarını takip etmelerini öneririm: facebook.com/YetiştikBiz; twitter.com/YetiştikBiz; instagram.com/yetiştikbiz.