LOUIS FISHMAN*
louisfishman@gmail.com
Genç Siviller gibi AKP yanlısı uzmanlar ve destekçiler ortak argüman olarak, Türkiye’de demokrasiye giden yolun çok pürüzsüz olmadığını ama bugünkü durumun AKP öncesine kıyasla çok daha iyi olduğunu savunuyorlar. Doğru, bu fikri savunanların şapkalarından çıkartabilecekleri birkaç elle tutulur gerçek var. Örneğin artık Kürtler anadillerini serbestçe konuşabiliyorlar ve Kürt sorunu hususunda barış sağlayabilmek için bazı adımlar atılıyor. Ancak, AKP’nin 12 seneyi aşkın bir süredir tek parti olarak hüküm sürdüğü bu ortamda ‘AKP öncesi’ ve ‘AKP sonrası’ argümanı gülünç olabiliyor.
İstanbul bir kere daha 1 Mayıs zapturaptı altındaydı
Dün hepimiz, AKP’nin insanların seslerini bastırabilmek için elinden geleni ardına koymadığına bir kere daha şahit olduk. İstanbul bir kere daha 1 Mayıs zapturaptı altındaydı; Taksim Meydanı, biber gazı, cop ve tomalı güvenlik güçleri tarafından göstericilerin girişini engelleyebilmek için abluka altına alındı. Sivil polisler, sokakları arşınlayıp potansiyel göstericileri etkisiz hale getirdiler. Bu sahneleri ‘gelişen demokrasi’ olarak görenlerin, bunun alternatifinin ne olabileceği hususunda akıllarına gelenleri ve gelecekte Türkiye’yi nelerin beklediğini düşününce ürküyorum.
Önlemler 1 Mayıs’ı hep canlı ve gündemde tutuyor
İşin ironik yanı, gösterileri engellemek için alınan aşırı önlemler, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı ister istemez hep canlı ve gündemde tutuyor. Bir zamanlar büyük bir protesto günü olan 1 Mayıs, artık başka ülkelerde daha ufak çaplarda kutlanıyor. Bir takım ülkelerdeki solcu gruplar, Sovyet dönemi sonrasında 1 Mayıs’ı daha farklı ele alıyor. Ancak Türkiye’de 1977’deki Taksim katliamının açtığı yaranın iyileşmesi için henüz bir fırsat sağlanamadığından, Taksim’de hükümetçe alınan sıkı önlemler yüzünden 1 Mayıs’ın hala özel bir anlamı var.
2002’de iktidara gelen AKP, hem 1977 hem de 1980 darbesinin derin yaralarını iyileştireceği ve adaletsizlikle savaşacağı yönünde vaatlerde bulunmuştu. Partinin as adamı Recep Tayyip Erdoğan bu vaadini 2011’de Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs kutlamalarına açtığı zaman da yinelemişti. O gün Taksim’deki kutlamaların neticesinde gece bülteninde herhangi bir taşkınlık veya çatışma haberi izlememiştik. Gördüğümüz tek şey, işçilerin ve göstericilerin bir arada şarkılar söyleyip konuşmalar yapmasıydı. Güzel bir gündü; gelecek için umut barındırıyordu.
Gelecek maalesef vahim
Eğer AKP Taksim’in sonraki yıllarda da açık olmasına müsaade etseydi, bugünün Türkiye’sinde gördüğümüz manzara çok farklı olacaktı. Açık ve net olarak gözüküyor ki, 1 Mayıs kutlamaları için ne kadar çok ısrar edilirse, hükümet o kadar sert tepki veriyor. Hatta Gezi olaylarının 2013’te 1 Mayıs zapturaptı neticesinde biriken gerginliğin sonucu olarak patlak verdiği dahi düşünülebilir.
2013’ün 1 Mayıs sonrasında şöyle yazmıştım: “1 Mayıs kutlamalarını engellemek birçok ülkede artık marjinal gruplar tarafından kutlanan İşçi Bayramı’na burada yeniden hayat verdi. İstanbul’da yaşayanların büyük çoğunluğu 1 Mayıs’a duyarsız davranırken, şehirdeki yolların kapanması, o gün ortaya çıkan maaş kaybı ve havada soludukları biber gazı karşısında öfkeyle doldular. Halka açık alanlarda göstericilerin üzerine sıkılan biber gazı büyük çapta paniğe neden oldu.” Bütün bunlar dün için de geçerliydi.
Şimdi AKP destekçileri ve siyaset uzmanları AKP’nin neden vaadini değiştirdiği, Erdoğan’ın neden uzlaşmacı davranmak yerine ayrıştırıcı davrandığı, hükümetin niye Taksim’de 1 Mayıs göstericilerine karşı güç kullandığı konusunda tartışma yapabilirler. 2012’den beri Türkiye sokaklarının büyük bir baskı altında olduğu aşikar. Tabii hem yurtiçi hem de yurtdışından tepki alan güvenlik yasaları da cabası. Gelecek maalesef vahim görünüyor.
Baltimore, Taksim ve Filistin birbirlerine çok benzer
Hükümet var gücüyle 1 Mayıs kutlamacılarına saldırmaya devam ederse, bu gün Türkiye için önemini hiçbir zaman kaybetmeyecek. Dün Atlas Okyanusu’nun öteki tarafından Türkiye’deki göstericilere yapılan saldırıları izlerken içimde ufak bir umut ışığı hissettim. Göstericiler, tüm tehlikelere rağmen yürüyüş haklarını sonuna kadar savundular. Türkiye’deki yürüyüşçülerden birkaç saat sonra kendimi New York’ta adalet için yürürken buldum. O anda ‘Long Live May Day’ şarkısını zihnimde ve kalbimde dinlerken, birbirlerinden farklı olsalar da aslında Baltimore, Taksim ve Filistin’in çok benzer olduklarını hissettim.
* New York Şehir Üniversitesi, Brooklyn College’da yardımcı doçent; başta İsrail gazetesi Haaretz olmak üzere uluslararası çeşitli yayınlar için Türkiye, İsrail/Filistin sorunu ve Ortadoğu üzerine analizler kaleme alıyor.