KAAN SEZYUM
Şimdi biz PYD’ye takacağız, IŞİD bize takacak, ABD hem bize hem IŞİD’e takacak, biz Esad’a takacapız, Esad muhaliflere takacak, Suudiler de bizim üzerimizden Suriye’ye takacak, Rusya gelip Suriye’ye; IŞİD’e ve bize takacak… Ortadoğu’da zigon gibi takılacağız birbirimize.
Şu güzel ülkeyi hep başkaları bozmak istiyor. Son yıllar içinde ülkede hep iyi şeyler oldu. Hep doğa, insan, çalışan, hak eden kazandı. Vatandaşın iki yakası bir araya geldi, jöleyle cüzdanlar doldu. Neyse ki iktidar hiçbir hata yapmadı. Şu güzel ülkeyi hep başkaları bozmak, bölmek, karıştırmak istiyor.
Bir fincan tekmenin 40 yıl hatırı var
Biliyorsunuz Soma’da 301 maden işçisinin hayatını kaybetmesi sonucu vatandaşlar “Karınca gibi ölüyoruz, ne olacak böyle” diye isyan ettiklerinde, Başbakan Müşaviri Yusuf Yerkel bu eleştirileri vatandaşları tekmeleyerek çözeceğine inanmış, bir adım daha ileri giderek yere düşen vatandaşa tekme atarak, iş güvenliğimize ve yüce devletimize yapılan eleştirileri geçiştirmişti.
Adeta bir demokrasi şöleni edasıyla geçen bu vatandaş tekmeleme işleminden sonra Yerkel, geçtiğimiz aylarda da kendisiyle ilgili ‘tekmeli’ haberleri, tivitleri ve yorumları internetten silmeye kalkışmıştı… Şimdi ise daha güzel bir haber gönüllerimizdeki bam telini titretti.
Yüce Türk adaletinin süpersonik mahkemesi, yerde tekme yiyen vatandaş hakkında ‘kamu kurumuna ait araca zarar vermekten’ açılan davada aracın 543 liralık hasarını ödemesine hükmetti… Türkiye’de hiçbir şey cezasız kalmaz. Görün de ibret alın.
Ölerek şov yapanlar var!
Bakın hep aynı oyun. Hiç kimse ülkemizi, devletimizi çekemiyor. Atanamayan öğretmenler mesela. Ya kardeşim senin adın üzerinde, ‘atanamayan öğretmen’sin sen. Neden atanan öğretmen olmaya zorluyorsun ki kendini? Bu işe çok kafayı takarsan psikolojin bozulur, evde aç kalırsınız çoluk çocuk, öğretmenlik yapmak istersen aç susuz kalıp kendini büyük bir boşluk ya da sorumluluk baskısı altında hissedebilirsin.
İşte bu zamanlarda şov yapmak için intihar etme canım kardeşim… Sonra Milli Eğitim Bakanı’nın ağzına düşersin. Koskoca bakan “Öğretmenler ilgi çekmek için intihar ediyor” dedi. Sen mi bileceksin, bakan mı daha iyi bilecek bunu?
Şimdi hakkını yemeyelim, Nabi Avcı’ya da başkaları demiş. Bence bu haftanın en şuur dışı açıklaması buydu. Yani böyle bir durum olsa bile bakansanız çıkıp “Ya ölenler de şekil yapıyor, fakirlikten intihar etmişler işte ya!” filan diyebilir misiniz? Neyse ki sizden benden bakan yapmıyorlar.
Utanma duygusu bakanların standart ve premium donanım paketlerinde ne yazık ki yok efendim.
* Bu arada iyi haber! Böylesine sorumsuz bir açıklama yapmasına rağmen bakan suçsuz, intihar ettiğiniz için yine siz suçlusunuz. Böyle insanlar iyi ki başımızda!
Nabi Bey’in incisini de şuraya bırakıyorum, birisi plastik poşete koyup alsın ortalıktan:
“Teknik tabiri nedir bilmiyorum ama bunu bile söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum, ‘gösterişçi intihar eylemi’ diye bir sendromdan bahsediliyor. Aslında niyeti olmadığı halde etrafında ilgi uyandırmak veya ilgi çekmek veya isteklerinin yerine gelmesini sağlamak amaçlı… Tıpçıların söylediğini söylüyorum. Ama psikiyatr arkadaşların söylediğini söylüyorum.” (‘Tıpçı’ dediği ne abaca?)
Bakan Bakan mıdır?
DİSK Genel Kurulu’na katılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Soylu protestolardan sonra salonu terk etti…
Dışarı çıkan Bakan Soylu, genel kurulun yapıldığı otelin önünde açıklama yaparak, “Bir ülkenin cumhurbaşkanına katil diyeceksiniz, hırsız diyeceksiniz, ondan sonra da orada duracaksınız… Katil orada oturuyor, katil cumhurbaşkanı oluyor. Katil orada. Türkiye’de insanları birbirine sokan ve dövüştüren insan orada, siz ülkenin Cumhurbaşkanı’na ‘katil’ diyeceksiniz. Kabul edilebilir değildir. O salonda durmamızın da bir anlamı yok. Biz oraya iş barışı için geldik. Biz oraya önümüzdeki dönem Türkiye’nin atacağı adımları bir şekilde paylaşabilmek için geldik ve bir işçi sendikasının genel kurulu için geldik. Böyle bir tabloda karşılanmak çok doğru değildir. Şahsıma olsa ben bunu kabul ederim (Bana ‘katil’ deseniz sorun olmaz, içim rahat). Elbette ki söylenebilir ama ülkemizin Cumhurbaşkanı’na, yüzde 52 oy almış bir cumhurbaşkanına kendisi oradaki sloganın birisi, ‘Hesap vereceksiniz’. Biz 1 Kasım’da hesabımızı verdik (Tüm suçlamalardan seçimler sayesinde aklandık, hesabımızı sandıkta verdik, bizim adalet anlayışımız böyle) millete. Onun için çalışma hayatını ideolojiye karıştırmak son derece yanlıştır (O yüzden ne zaman bir yerde bir işçi ölse suçlu bulunur, hiçbir zaman patronlar hiçbir konuda zarar görmez bu ülkede). Şahsıma söylense elbette ki ben bunu kabul ederim ama ülkemizin cumhurbaşkanına, ‘katil ve hırsız’ diye slogan atılmasını benim kabul etmem mümkün değildir” dedi ve parantez içlerini de ben ekledim…
Uzun lafın kısası bakan, “Sevmediğim ve onaylamadığım bir slogan atıldı. Onaylamadığım için mekanı terk ettim. Sonuçta düşünce en tehlikeli şey, o sloganı biraz daha duysam kulaklarım bir daha duyamayabilirdi” gibi bir şey deyip ortamdan vınlamış.
Makinelerin de kalbi var
Hızlı treni bildiniz… Hani şöyle bir hikayesi vardı: Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) bünyesinde sürmekte olan özelleştirilme süreci ve yeni hayata geçirilen hızlı tren projesinin ilk adımında, yolcu sayısı olarak en yoğun hat olan Ankara-İstanbul tren hattı arasında hızlı tren uygulamasına yetersiz altyapıya rağmen aceleyle yapılan geçiş yüzünden meydana gelen bir kaza olmuştu. 41 kişi hayatını kaybetmişti, Binali Yıldırım falan filan…
Neyse ki bu o değil… Bu ‘Yeni Hızlı Tren.’ Çok daha iyisi. Çünkü biliyorsunuz dünyadaki en verimli kelime ‘yeni’dir. Herhangi bir şeyin yanına ‘yeni’ ön ekini koyduğunuz an o kavram artık çok daha iyidir. Mesela bakalım, Yeni Türkiye… Evet, gayet güzel oldu. Yeni Demokrasi… Mmpph, tadından yenmez
Uzun lafın kısası, Yeni Hızlı Tren’in elektriği bitmiş. E haliyle şarjla da gidemiyor. Hatlarda elektrik yok. Eski bir lokomotif hızlı treni çekmiş…
Makinelerin ruhu olsa, Transformers’daki gibi mesela, Yeni Hızlı Tren’in büyük içine otururdu bu durum. Kendisine üzüldüm. Umarım bol gazlamalı ve elektrik kesintisiz bir hayat onu bekler.
Sloganlar ölmesin, maça gelsin!
Türkiye Futbol Federasyonu adlı elit organizasyon sporu politikadan uzaklaştırmak gibi dünyanın en zor işine yıllarını vermiş bir kurumdur. Tabii ki her şey propaganda, her farklı görüş ülkemizi bölmeye çalışan bir peynir bıçağı, her dilek aslında başka bir şeydir. Bir de “Savaşın olduğu yerde barış istenmez” özlü sözümüzü de mantık süzgeci olarak kullanırsak, kendi kafamızda da kendi TFF’mizi kurabiliriz…
Eğer siz de kendi bilincinizi TFF’nin frekansına ayarladıysanız okuyun: ‘Çocuklar ölmesin, maça gelsin…’ Ne kadar korkunç bir istek değil mi? Oysa ki tam tersinin olması gerekiyor!
Deliliğinizi güle güle harcayın.
Orasına sansür yemiş
Sansüre o kadar alıştık ki, şimdi mesela gece televizyon izlerken afedersiniz meme görseniz şaşırmaz mısınız? Ben şaşırırım, çünkü öyle bi ortamda yaşıyoruz ki artık bize her yer mozaik…
Tabii bizimkiler gibi milyonlarca insan üzerinden para kazanıp bir yandan da onları dizginlemeye çalışan başka bir organizasyon da Facebook… Facebook kadın memesi göremiyor biliyorsunuz. Kadın memesi gördüğü zaman sizi feysten siliyor. Tahmin edersiniz ki Feys’in bizzat sizi Feys’ten silmesi kötü bir şey…
Neyse ne, bir de Gustave Courbet’nin ‘Dünyanın Merkezi’ adlı tablosu var. Bu tabloda özetle bir hanımefendi orasını ressamın talebi doğrultusunda doğru açı ve ışığa oturtmuş, ressam bey de o zamanların çok kaliteli bir Terry Richardson’u olduğu için de olabilir, bu ilginç anı resmetmiş…
Şimdi özetle, bir adet sanat tarihinde yeri tartışılmaz işlerden biri var, bir yandan da meme göstermeyen Feys var. Feys resmi kaldırmış, kadının hesabını kapatmış. Sonra kadın, “Ya arkadaş sanat bu sanat, senin kafan oradaysa ben naapayım?” demiş.
Mahkeme kadını haklı bulmuş. “Valla ressam beyin de elleri dert görmesin kardeş” demiş.
Benim anlatacağım nokta ise bu değil de Hürriyet’in resmin görselini veremeyişiydi. Bu vesileyle Hürriyet bana bir eseri sansürleme keyfini yaşattı. Teşekkür ederim. Sansür yaparken en çok sansür yapan zevk alıyor, bunu unutmayın.
ACI-YORUM
Tuğçe Kazaz hakkında herkesin kendi fikri vardır, benim de var. Bence birbirimize fikirlerimizi söylemeyelim. Onu hep Derimod reklamlarındaki haliyle hatırlayalım. Bu oyunun bir parçası olmayalım.
Neyse, bakınız Tuğçe Hanım bu hafta da şu şekil bir açıklamada bulundu. Uzun lise gecelerimi model uçak yapmaya vermiş bir ergen olarak şunu diyebilirim ki, F16 öyle yazılmaz… F-16 olarak yazmak gerekir. Tabii durum böyle olunca Tuğçe Hanım’ın formülü de patatese bağlıyor. Oysa resimdeki F-16’lar ne de güzel ağızlarını açmış bizlere yunus gibi gülüyor.
Yapma yağğğğ!
Reklama hiç girmiyordum. Ben de biliyorum o brifin oradan oraya kaç kere döndüğünü. Ben de hissediyorum istenilen yönetmen yerine prodüksiyonun kıpslaştığı yönetmenle anlaşılabilmiş olabileceğini ya da müşterinin vizyonsuzluğunu… Ortamlarda denk düşeş kullanılabilecek bir ünlü olabileceğini filan.
Bir de bütün bu işler içinde iş yapmaya çalışan insanlar var. Onlar reklamcı, onlar zihinsel köleliğin en zorlu yollarında binbir güçlük içinde kendilerini bulmaya çalışıyor. Beyinsel kötü yola düşmek bu işte.
Yani uzun lafın kısası reklam filminin kötü olması çok kolaydır. Bir sürü bileşen, toplum alınganlıkları, hassasiyetler, etliye sütlüye laf diyememe mecburiyeti, müşterinin tuhaf talepleri, kötü oyunculuklar ve daha nice olumsuzluk üretimi baltalar. İyi reklam ya yanlışlıkla ya da azimle olmuştur.
Reklam bir yandan da politika gibi bi şey: Yalan söylüyorsun sürekli.
Bu hafta ilk kez sizinle bir reklam paylaşacağım. Yalnız filmi eleştirmeyeceğim. Sadece yaşadığım bir duyguyu sizinle paylaşmak istiyorum. Gördüğüm en korkunç reklam bu. İzlerken bildiğiniz bir Con Karpıntır filmini düşünün. İşte onu izlerkenki gibi korkuyorum. Herkese öneririm (İlk başta ana film girmeden üç dörrt tane kısa trailer var, onları da izleyin iyice korkun).
Tadımız kaçmasın
Bu haftayı da tatsız bitirmeyelim.
Bir arkadaş, The Simpsons dizisinde ünlü filmlere yapılan göndermeleri şöylesine paralel bir kurguda yerleştirmiş. Ben de playtusu.com’dan gördüm. Güzel video, izlersiniz diye düşündüm.
Son dakika: Ölümsüzlüğün sırrı bulundu!
Evet, ölümsüzlüğün sırrı bulundu. İyi bir şey yapıyorsunuz, unutulmuyorsunuz. O yüzden Amy Winehouse’un aslında hala yaşadığına inanıyorum. Videonun görüntü ve sesi biraz nanay ama Amy’nin şarkının içinde süzülüşüne tanık olun istedim.
Gördüğünüz tuhaf şeyleri ya da her türlü öneri ve eleştiri, küfür ve gıybetinizi bana @kaansezyum yöntemiyle iletebilir ya da alternatif adresim @BurhanKuzu’yu kullanabilirsiniz. O da sevinir.