1993’ten bu yana bir yanım eksik. O korkunç günü yüreğimin derinliğinde, kimliğimde, benliğimde taşıyorum. Yıl boyu kimsenin tahmin etmediği anlarda, yaşamın önümüze getirdikleri karşısında dağılıp dalgalanıyorum. Kimi zaman kendimi hırpalıyorum. Sessizce, kendimce. Kendime ait olmayan acılara ya da başkalarının sevinçlerine tanıklık ederken mevcut hayattan kopuyor; anlatılamaz, paylaşılamaz bir girdapta dolaşıyorum. Dikiş tutmaz, onulmaz, silinmez bir yara iziyle bakıyorum hayata. Mevcut hayatı hırpalıyorum.
Temmuz gelip çattığında ne kendimden, ne gerçeğimden kaçmak, anılara sığınmak mümkün oluyor. Tam 28 yıldır mutlaka ama mutlaka olağanlaşmış olan olağan dışı acıyla uyuşmuşken elektrik akımına kapılmama sebep olan bir şeyler oluyor. Onca yıllık adaletsizliğin ortasında nispeten sessiz, acıyla baş başa ama usulca, paylaşarak, söyleşerek, özlem duyduklarımızla içimizden konuşarak sıradan bir 2 Temmuz günü geçirmek hayal.
Bu yıl da öyle oldu.