MURAT SEVİNÇ
Geçen hafta iki ‘Erinç’ hakkında konuşuldu. Biri, mezunu olduğu Boğaziçi Üniversitesi’ne alınmayan öğretim üyesi Erinç Yeldan, diğeri Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı seçilen Erinç Sağkan.
Erinç Yeldan bir iktisat hocası, yıllarca köşe yazılarını takip ettiğim bir hocamız, meslektaşımız. Bizler atıldıktan sonra desteğini sergilemekten çekinmeyen, Mülkiyeliler Birliği’ne gelip omuz veren akademisyenlerden. Şu anda bir vakıf üniversitesinde dekan.
Erinç Hoca, Boğaziçi’ne gidiyor ve güvenlik tarafından içeri alınmıyor. Ben ve çok sayıda meslektaşımın antrenmanlı olduğu bir durum. Bunun üzerine üzgün ve öfkeli bir tweet yazıyor. Bir-iki gün içinde neredeyse tüm muhalif sitelerde haber oldu. Hocanın yazdığı satırların altındaki yorumların bir kısmını okudum. Siyasetçiler arasında da tepki gösterenler var. Bu hiç kuşkusuz iyi bir şey. Örneğin, onca akademisyen sorgusuz sualsiz kamu görevinden atıldığı esnada AKP’li olan siyasetçi de bir şeyler söylemiş; hani Türkiye akademisine neler yapıldığını, kurucusu olduğu üniversiteye çöküldüğünde fark eden siyasetçi.
Sağ siyasetten başka isimler de vardı Erinç Hoca’ya yönelik muameleye tepki gösteren. Cümlelerine ‘saygın bilim insanı’ ifadesiyle başlamışlar. Doğru, Erinç Yeldan saygın bir bilim insanıdır. Buna mukabil, Yeldan herhalde şunun da farkındadır; kendisi kazara ‘imzacı’ ya da ‘KHK’li olsaydı, diğer nitelikleri ne olursa olsun o gün o desteği görmeyecekti, muhtemelen pek haber yapılmayacak, bugün çok üzüldüğünü dile getiren ve uygulamayı ‘kabul edilemez’ bulanların bir kısmı içten içe, belki açıktan, “İyi olmuş” diyecekti.
Onca öğretim üyesinin, yıllarca emek verdiği kurumlarının kapısından giremediği ve okumuş cenah ile muhalif siyasetçilerin ‘büyük bir kısmının’ bu rezalete/ilkelliğe ‘gıkını’ çıkarmadığı bir ülkede, Erinç Yeldan’ın başına gelenle ilgili yazılıp çizilen tepki sözcüklerine dair ne diyeceğimi, hangi sıfatları nasıl bir tonda kullanacağımı biliyorum bilmesine, ancak artık çok yılgın hissediyorum. Duvar’daki bir yazımda, “Sükût her zaman ‘ikrardan’ değil, bazen de ‘ikrah’tan gelir” demiştim. Riyakârlar, riyakâr biri olmakla cezalandırılmış eninde sonunda diye düşünüp boş vermek gerekiyor belki de. Daha doğrusu, boş vermeyip de ne yapacaksınız, bir değil iki değil, hangi birini dert edebilir insan.
İkincisi ve yazının asıl konusu, 5 Aralık’ta düzenlenen TBB başkanlığı seçimi. Hemen tüm muhalifler tarafından ilgi gördü, sevinçle karşılandı Erinç Sağkan’ın kazanması. Ben de çok sevindim, umuyorum iyi bir başkanlık süreci geçirir. Fakat biliyoruz ki, değerli bir avukat olan Sağkan’ın kazanmasından çok, kimin kaybettiğiyle ilgileniyordu insanlar. Bu kadar farklı çevreler tarafından istenmemek, kaybedenin becerisi kuşkusuz.
Güzel de, birkaç yıl öncesine dek beğeniliyordu aynı insan, hem de çok, son seçimden bugüne geçen dört yılda bambaşka biri mi oldu Feyzioğlu? 2017’de ona oy verenlerin yaşadığı şaşkınlık ve kızgınlıkta bir içtenlik sorunu yok mu?
Ülke bu haldeyken, Cumhuriyet tarihinde daha önce tanık olmadığımız türden bir deneyim yaşanıyorken, iktidarın yanına kimi koysan daha demokrat görünüyorken, muhalif tutumların ne ölçüde demokratik ve hakikaten muhalif olduğunu kavramak kolay değil. Kimin samimiyetle özgürlüklerden ve eşitlikten, adaletten, hukuk devletinin gereklerinden yana olduğu, ancak iktidar değişikliğinin ardından açıklıkla fark edilecek.
Bir şeyi anlatması çok zor, deneyimle sabit. Her durumda müesses nizamın yanında duran, yaşamını ve ilişkilerini bu konfor üzerine inşa eden bir insan tipi var. Sayısı hiç az değil ve hemen hiçbir konuda bütünüyle belirleyici olmasalar da, iktidarların ‘bir biçimde’ sürdürülebilmesi bu türün varlığına bağlı. Ulusalcıyla ulusalcı, İslamcıyla İslamcı, demokratla demokrat, Türkçüyle Türkçü olup ‘devir geçene dek’ her ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyorlar. Örneğin OHAL döneminde liste hazırlayıp akademisyenleri atan haysiyetsizler ile zamanında kampüslerde türban yasaklarını koyup ‘harfiyen’ uygulayanlar, sosyalist ve Kürt öğrenciye eziyet çektirenler aynı insanlar. Dolayısıyla yarın bir gün devir değiştiğinde, geçmişe yönelik en ağır eleştirileri de yine aynı hokkabazlar yapacak. Neredeyse hiç değişmeyen bir kural bu.
Dolayısıyla insan evladı, aslında pek ‘şaşırmaz’ ve kolay kolay ‘kandırılmaz’ bana kalırsa. Bir gün görmezden gelinip idare edilen tutumlar, beriki gün görmezden gelinemeyecek ölçüde baskın hale gelip sırıtıyor. Ya da o tutum sahibi, yeni koşullara gereken hızla uyum sağlayamıyor.
Feyzioğlu, bizim Cebeci kampüsünde komşu fakültemizde çalışırken de, yıllar öncesinin rektörü Nusret Aras tarafından, eğilim yoklamasına dahi gerek duyulmaksızın hukuk fakültesine dekan olarak ‘atanırken’ de, o dönemin türban yasaklarını ve solcu öğrencileri bunaltan baskıyı vs. başarıyla uygularken de, meslektaşımız ceza hukukçusu Timuçin Köprülü’ye, tezinde ‘1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren Lemkin’e dipnot vermesi’ gibi gerekçelerle zorluk çıkarıp sonunda ‘süre nedeniyle’ asistanlıkla ilişiğinin kesilmesine neden olurken de, imzacı meslektaşlarına zevzekçe ithamlarda bulunurken de, aynı insandı. Son yıllarda, yine ‘devletine’ yaslanan, ancak devlet bu kez siyasal İslamcıların sopasına dönüştüğü için ‘kendisini sevenleri’ üzüp kızdıran, insan.
Feyzioğlu’nun üstün performansının, hele ki şu ‘ikinci baro’ konusundaki hevesinin ve üstlendiği rolün, yollarda yürüyen, tartaklanan meslektaşlarına yönelik tutumunun bardağı taşıran damlalar olduğuna kuşku yok. Buna mukabil, bardağı taşıran insan yıllar önceki insan, değişen, dönen biri yok ortalıkta. Koşullar değişirken yeni koşullara uyum sağlamayı akıl edebilmek yerine, ‘devletin’ koruyucu kanatları altında, İslamcılığını ‘Türkçü’ ortağıyla taçlandıran iktidarın şefkatiyle yaşamayı tercih etti belli ki.
Ocak 2016’da Çorum Barosu’ndaki konuşmasında “Devlet yıkılırsa herkes, hepimiz altında kalırız, ifadesinin ardından imzacı meslektaşlarına yönelik, “…mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul’unun sözde aydınlarının kalıntıları olarak niteliyorum” ifadesini kullanan ulusalcı cevval delikanlı, Mayıs 2017’deki TBB başkanlığı seçiminde 420 geçerli oyun 419’unu alarak ikinci kez seçilmişti.
2013’teki ilk seçimin ardından, şimdi Sözcü, o zamanlar Hürriyet’te yazan popüler yazar, Ocak 2014’te kaleme aldığı ‘Adam’ başlıklı yazısında, “Büyük adam olmaya özenen zihniyet cücelerinin ülkesinde… Adam gibi adam kalmayı başaran adam” diye tanımlamıştı genç baro başkanını. Eh, hacı hacıyı Mekke’de, demişler…
Sözün özü, Mayıs 2014’te devletlû önündeki o münasebetsizce uzun konuşmayı yapan, imzacı meslektaşlarını zorlu ve şiddetli koşullarda en ağır sözlerle itham etmekten kaçınmayan Feyzioğlu, al yanaklı ulusalcı delikanlı günlerinde son derece muteberdi. Sonrasında, ülkedeki ve farklı kamplara mensup yurttaştaki değişimi tam anlamıyla kavrayamadı anlaşılan, mesele bu.
Zor koşullarda, mevzuattaki izan ve hukuk dışı değişikliklere (AYM’nin anayasaya aykırı bulmadığı!) rağmen kazanan Erinç Sağkan’ı kutlarım, umuyorum başarılı olur.
Feyzioğlu’nu 2010’da Ankara Barosu’na, 2013’te ve bir önceki seçimde (2017- neredeyse oybirliğiyle) TBB’ye başkan seçenlerin, son yıllara dek, kendisinde hangi hikmeti gördükleri üzerinde biraz düşünmelerini dilerim. O dönemde yoğun tehdit altındaki meslektaşlarına yüzü hiç kızarmadan ‘müstemleke aydını’ diyebilen muhteremin marifetinde, nasıl bir cevher bulmuşlardı? Onlar da mı kandırıldı?
Her neyse, yeni TBB başkanının seçim sonrası konuşmasındaki şu güzel sözlerle bitsin yazı: “Meslektaşı yerlerde sürüklendiği zaman kafasını kuma gömen değil, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkan TBB göreceksiniz.” Ne diyeyim, darısı her kurumun başına…
Yazı önerisi: Tanıl Bora’nın ‘Eser’ başlıklı yazısını buraya bırakıyorum.
İklim krizi notu: Orman Kanunu’ndaki değişiklik üzerine, Açık Radyo’da.