
MURAT SEVİNÇ
“Hızlanmak mı istiyorsunuz? O hâlde yürümeyin, başka bir şey yapın; tekerlekleri kullanın, kayın, uçun! Yürümeyin. Ve unutmayın, yürürken takdire şayan tek şey gökyüzünün parlaklığı, manzaranın görkemidir. Yürümek spor değildir. Bir kez ayakları üzerine dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.” (Frédéric Gros, Yürümenin Felsefesi, 2017, Kolektif Kitap)
TİP, Hatay’dan Ankara’ya yürümeye başladı. Adını ‘Özgürlük Yürüyüşü’ koydular. Bir yandan milletvekili Can Atalay’ın serbest bırakılmamasına karşı çıkarken, diğer yandan deprem bölgesindeki yaşamsal ve çözülmemiş sorunları gündeme getirerek yürüyorlar. Kılıçdaroğlu ve çevresindeki trajik hale dışında neredeyse herkes tarafından ‘hezimet’ sözcüğüyle anılan iki seçim sonrasında, şunca aydır, siyaset namına gerçekleşen tek eylem bu yürüyüş kararı oldu. Bir yurttaş ve seçmen olarak yürekten destekliyorum, çok iyi bir şey yapıyorlar.
TİP, seçimin başarılı partilerinden biri oldu. Bekliyordum ve sevindim, çünkü bu denli genç ve sol bir parti çok az oy alsa, ömrü pek uzun olmayabilirdi. Oysa TİP gibi bir partiye, Meclis’te sol partilerin ve düşüncenin çoğalmasına ihtiyaç var. Oy almak sosyalist bir partinin tek derdi değildir kuşkusuz, buna mukabil anmaya değer bir oy oranı pek çok açıdan önemli; örgütlenme, sözünü dinletme, üye sayısını artırma, dikkat çekme vs. Kalabalık üyeli düşünce kulüpleriyle siyasi partiler arasında bir fark var nihayetinde.
İlk günden itibaren iddialı bir parti TİP. Muhtemelen hem yerel seçimde hem de sonraki seçimlerde -eğer örgütlenme konusuna gereken önemi verirse- daha yüksek oy ve temsil şansına erişecek. Şu ana dek örgütlenmede, iddiasıyla doğru orantılı bir hıza sahip değilmiş gibi geliyor bana. Bunlar zaman ve para isteyen işler tabii. Güçlü parti olup seçmenle sıkı bağlar kurmak, hem tutarlı ve anlatılabilen bir ideolojiye sahip olmak, hem örgütlenmenin çapıyla ilgili. Bir beldede yaşayan yurttaş telefon ettiğinde, karşısında partili birini bulmalı. Zor ve emek gerektiren bir koşul olduğunu kabul etmek gerek.
Seçim sürecinde birkaç ‘görünür’ sorun nedeniyle yıprandı (ve yıprattı) TİP.
İlkin, kimi mensuplarının pek gerekli olmayan açıklamaları herkes için umut kırıcıydı, yorucuydu. İkincisi, HDP ile ittifak süreci kötü yönetildi. Şeffaf ya da gizli olabilirdi ittifak görüşmeleri, ikisi de olamadı. Eleştirildiği süreçte derdini, ne yapmak istediğini anlatmakta zorluk çekti. TİP’e şu ya da bu gerekçeyle, biraz kaba bir tabirle, ‘gıcık olan’ bir kitle doğdu. Bunun kolay kolay sona ereceğini düşünmüyorum. Birkaç gün önce, bir fotoğraftan hareket ederek Ahmet Şık’ın neredeyse polis işbirlikçisi gibi lanse edilmeye çalışılması da söz konusu ‘halin’, bir başka ifadeyle ‘zaafiyet kollama’ hevesinin sonucu olsa gerek. Benzer bir tutum yıllar önce, TBMM’de Burhan Kuzu ile gülüşürken fotoğrafı yayınlanan Sırı Süreyya Önder’e de takınılmıştı.
Dolayısıyla TİP, siyaset macerasında sürekli biçimde bu karşıtlıkla/duyguyla da başa çıkmak zorunda. Türkiye’de sol siyaset ve düşünce yaşamı içinde yer almanın herkesçe bilinen zorlukları var. Solun ‘sol standartları enstitüsünden’ onay almak kolay iş değil. Bu nedenle, onay ihtiyacı hissetmemek gerek.
Seçimde TİP’in, aslında sosyalist olmayan, hatta muhtemeldir ki, sosyalizmden pek hazzetmeyen (belki, bilmeyen) bir kitleden, daha ziyade şehirli beyaz yakalılardan oy aldığı ya da alabileceği iddiası sık dile getirildi. Çok da yanlış değildi doğrusu, evet, TİP böyle bir yurttaş kesiminden ‘de’ oy aldı. Bu konuyu daha sonra ayrıca yazacağım, uzatmayayım; bana kalırsa ‘o kesimden’ destek bulmak, sol bir parti için hiç fena bir gelişme değil. Kürt siyasal hareketine düşmanlık beslememekle birlikte HDP seçmeni olmayan, CHP’ye oy verirken başka bir seçenek arayan çok insan var. Birilerinin, dirsek teması olan ve olması gereken bu kesimler arasında iletişim sağlayacak, ortak bir dil yakalayacak siyaset yapmasının ülke bakımından hayırlı olduğu kanısındayım.
Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet Yürüyüşü’ parti-devlet rejimini şaşırtan, ezberini bozan, çok önemli bir protestoydu ve bir dönem siyasetin seyrini belirledi. Ne yazık ki o yürüyüş güzel bir anı olarak kaldı. TİP’in yürüyüşü muhtelif nedenlerle aynı ilgiyi görmeyecek. Bunun pek önemi yok; müesses muhalefetin yüzü kızarmadan ‘2028 seçimlerinden’ söz edebildiği koşullarda, birilerinin halkın içinde siyaset yapıyor oluşuna, yollara düşmesine, çaba harcamasına tanık olmak çoğumuza iyi geliyor ve gelecek. TİP’in, aylardır süren ve hiç kimsenin yek diğerini ikna etme olasılığı olmayan keçi boynuzu yavanlığındaki tartışmaları bir yana bırakıp yürümeye başlaması, yalnızca ilgili kamuoyu için değil, kendileri açısından da iyi olacak.
Kendimi bildim bileli yürüyorum, hâlâ, hemen her gün, uzun uzun… Yürümenin faydaları saymakla bitmez. Hele ki geniş coğrafyaları bir uçtan diğerine yürümek, başka hiçbir eylemle kıyaslanamayacak ölçüde eğitir insanı. Görmediğini görür, dinlemediğini dinler, karşılamadığınla karşılaşırsın o yollarda ve sonunda belki, ulaşamayacağına ulaşırsın.
Gros’un kitabında, yürüyüş sever Nietzsche’den de bir alıntı var: “Mümkün mertebe az oturmalı; açık havada yürürken doğmayan, şenliğine kasların da katılmadığı hiçbir düşünceye güvenmemeli.”
TİP, yürümeye başlamakla çok iyi bir iş yaptı.