
MURAT SEVİNÇ
Yorgunum, yorgunum, çok yoruldum muhterem okur, siz yorgun değil misiniz? Değilseniz bunu nasıl başarıyorsunuz, ya da değilseniz, insan şu koşullarda nasıl yorgun olmaz, haberleri okuduğunuzda omuzlarınıza bir ağırlık çökmüyor mu, yorgun hissetmeyenler bunu nasıl başarıyor!
Üstelik ben bir ‘işsiz’ olarak çok yorgunum, gerçi “Aylak insanın boş vakti olmazmış” derler, yok hayır, inanın boş vaktim olduğunda da yorgunum, bırakın yorgunluğu, resmen dayak yemiş hatta birileri kafamın üzerinde tepinmiş gibi hissediyorum bir süredir ve giderek kötüye gidiyor durum, baksanıza oturdum şikâyet yazıyorum, bu hale gelmek istemezdim ama ne yapayım, düşmez kalkmaz bir Allah.
Yalnızca fiziksel yorgunluktan söz etmiyorum, zihinsel bezginlik, hafızam siliniyor sanki, zaten berbattı ama şimdi daha da fena, ay unutuyorum, hafta unutuyorum, günleri karıştırıyorum, bir söz verdiysem onu, yarın nereye gideceğimi, her şeyi unutuyorum.
Gerçi pek bir yere gittiğim yok, bazen mutfaktan çalışma odasına hızla yürüyüp sonra aynı hızla geriye dönüyorum, heyecan olsun diye. Eğer abartmak isteseydim, “Muhalefet partileri sözcüleri kadar sıkıcı sayılabilecek bir günlük rutinim var salgın günlerinde” derdim. Yorgunluğumu birilerine söylediğimde, genellikle “Salgından” diyor ve ardından “Herkes aynı durumda” bilgisini ekleyerek devam ediyorlar. Öyle mi, siz de aynı durumda mısınız hakikaten, aylar nasıl geçiyor, ne ara yaz geldi, hiç fark etmedim mevsimlerin geçişini.
Şu da var ki, bizim memlekette birine “Yorgunum” dediğine pişman olabiliyor insan. Şu yaşıma geldim, “Nasılsın” sorusunun yanıtını merak eden pek az insan tanıdım. “Nasılsın?” “İyi, yorgunum biraz.” “Ah ben de çok yorgunum” diyerek başlıyor kendi derdini anlatmaya. Tamam o zaman, bak benim yorgunluğum hemen geçti!
Her gün bir öncekinin aynı. Ertesi gün, ertesi gün, ertesi gün… Maske, havalandırılan pazar torbaları, kolonya, hiç kimseyle görüşmemek, kazara görüşülenlerle mesafeli ve tedirgin sohbetler… Yorgunum, yorgunuz, çok yorulduk, hay ben böyle…
Biliyorum, beterin beteri var, hakikaten her şeye rağmen şanslı azınlık içindeyim, nankörlük etmemek gerekir, onca insan yaşamını kaybetti ve kaybediyor, ne badireler atlattı ya da atlatamadı insanlar, atıldığımda rahmetli annem “Üzülme, bunlar herkesi hapse atıyor, sizi atmadılar hiç olmazsa” demişti, hepsi doğru, sık gittiğim Eyüp civarında akşam vakti pazar yerlerinde çöp karıştıran insanları görüyorum, doğru, sevdiğim insanlar cezaevinde ve ben bu odada oturmuş çayımı içerek yazabiliyorum, doğru, intihar edenler, iflas edenler, çok şanslıyım, doğru, salgında evde oturabilenlerdenim, daha ne olsun, doğru; doğru olmasına doğru da, insanız diğer yandan, hepsinin doğru olduğunu bilmek yorgunluk hissini gidermiyor ki, yorgunsan yorgunsun işte.
Yorgunluk derken, yalnızca akademisyen eskisi küçük burjuva hayatımda yaşadığım, günlük tempodan kaynaklanan yorgunlukları kastetmiyorum ki, işte şu saydıklarım ve saymadıklarım, her şey o yorgunluğu, zihinsel yorgunluğu artırıyor. Örneğin ‘üzülmek’, bir aşamadan sonra sizin için de yorucu değil mi? Kavala neden içeride, Demirtaş neden içeride, HDP’li tanışlar, Gergerlioğlu, o gazeteciler, öğrenciler neden içeride? Bilmiyor muyuz Allah aşkına, bilmeyen bir kişi mi var, evet iki satır okumuşlardan bilmeyen kaldı mı şu memlekette, neden içeride olduklarını.
Aman, ne büyük marifet bilmek, ne oluyor peki biliyoruz da, ne halta yarıyor bizim bildiğimiz, kime ne yararı oldu, ne değişiyor, insanlar sevdiklerini göremiyor, ömürleri çalınıyor, ne işe yarıyor benim gerçeği bilmem, sizin bilmeniz. Çok yorulmuyor musunuz bunları düşündükçe. Hafta sonu kahvaltı yaparken, o damın altındakiler canınızı yakmıyor mu, yaktığından eminim, hep aynı şeylere tanıklık ettiğim için çok yorgunum, çok yorgunum.
Şu yazının başına oturdum, baktım HDP’nin kapatılması için yeniden başvurmuş savcılık. Bunun nasıl bir yorgunluk olduğunu anlatamam. Ve yine aynı cümleyi kurmuş savcı, on yıllardır kurulan o cümleyi: İleri demokrasilerde parti kapatılabiliyor. Öf be! Bir kere de başka bir cümle kursalar, bir kere özgün bir şey söylemeyi deneseler, ama bunu yapabilecek olsalar zaten o başvuru yapılmaz. Bütün demokrasilerde varmış böyle davalar meğer gördünüz mü, işte bilgi gibi bilgi, işte hukuk gibi hukuk. Üstelik başvuruyu 7 Haziran’da yapıyor, 7 Haziran seçiminin yıldönümüne. O ‘yüzde 13’ nasıl bir iz bıraktıysa!
Yazmaya başladığım günden bugüne şu parti yasakları konusuyla uğraştım, bütün kapatma davalarına karşı çıktım, birbirinin kopyası zırva iddianameler okudum, nasıl yorgun hissetmemeyim. Siz yorulmadınız mı? Unutmadan, Ahmet Şık’a da soruşturma açılmış. Eh haftalardır “Türkiye’de savcı yok mu” diye sorup duruyordu insanlar, olmaz olur mu hiç, hey yavrum hey!
Yeraltı dünyasından biri, her hafta, milyonlarca insanın seyrettiği ifşa videoları yayınlıyor; o onu yaptı, bu yolsuz, şunun malına çöktüler, bilmem kim uyuşturucu kaçırıyor, filancanın yakını falancaya rüşvet verdi vs. Biz de oturup gözüne fener tutulmuş tavşan gibi seyrediyoruz. Dinliyor, “Vay be” diyor, ardından çay içip güne devam ediyoruz. Böyle bir hayat, bunca aşağılanma, nasıl hasar bırakmaz insanın ruhunda, nasıl yormaz Allah aşkına?
Çok yorucu, çok yorucu, vergisini ödeyen, kıt kanaat geçinen, yurttaşlık görevlerini ihmal etmeyen, çoluk çocuk okutan ve onlara dürüstlük salık veren herkes, her partiye oy veren herkes için, çok yorucu bir durum bu. Son videoda, kendi firmasının kahvesinin seçimler esnasında iktidar partisi tarafından vatandaşa dağıtıldığını söyledi. Bugün CHP sözcüsü çıkıp “Millete utanmadan sıkılmadan haram kahve içirildiyse bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır” demiş! Hakikaten söylemiş bunu. Yalnızca yormuyor bu ahmaklık, delirtmeye, çileden çıkarmaya çalışıyorlar insanları.
Mütemadiyen riyakârlığa tanık olmak, en basit ve somut gerçeklerin inkar edildiğine tanık olmak, bir kısmını zaten bildiğimiz şunca fecaatin ortalığa saçıldığına ve dehşet verici yüzsüzlüklere tanık olmak, doğanın tahribatına tanık olmak, yalana dolana rezilliğe… Salgının zorluk ve yorgunluğuna, tanık olduğumuz ahlaksızlıkların ve çoğu zaman deneyimlediğimiz çaresizlik hissinin eşlik etmesi.
En yorgun ve bezgin hissettiğim bir anda, örneğin Demirtaş’ın cezaevinde kaleme aldığı bir yazıya rastlıyorum gazetede, oradan umut veriyor insanlara. Ancak bu kez, başka gerekçeyle düşüyor insanın omuzları.
Direnç, umut, inat, mücadele… Hepsi kabulüm. Her zaman, her koşulda ‘kuyruğu dik tutmak’. Kesinlikle. İyi de muhterem okur, o kuyruk da bedenin parçası nihayetinde. Yorgunluk. Çok yoruldum. Siz yorulmadınız mı? İnsani bir hal değil mi bu? Nasıl yorulmaz insan burada? Her daim dirençli görünme çabasının kendisi, çok yorucu değil mi?
Eninde sonunda, biraz huzurlu, biraz güvenceli, biraz insancıl ve vasat sayılabilecek bir hayattı beklentimiz. Üç kuruş için, iki koltuk için, ev için, araba için, saat için, tekne için, lüks otelde tatil yapıp mabatlarını o şezlonglara koyabilmek için, muktedirin sofrasındaki kırıntıları süpürebilmek için, biraz daha güçlü görünmek için, aslında hiçbir şey olamamanın öfkesiyle ve el birliğiyle, içine ettiler mazbut hayat beklentimizin…
- Bir program önerisi: Ünsal Ünlü çok güzel kitap/yazar programları yapıyor. Sonuncusu Aziz Nesin üzerineydi. ‘Zübük’ başlıklı kaydı buraya bırakıyorum.
- Türkiye’de ‘şaşırtıcı’ bir şey kalmamakla birlikte, son zamanların kelimenin gerçek anlamıyla ‘anormal’ bir gelişmesi, bir türlü kurulamayan ‘Yeşiller Partisi’nin durumu. Parti kurmak izne tabi olmamasına karşın, kurdurmuyorlar! Türkiye için dahi absürt bir durum yaşanıyor. Konuya ilişkin bir yazı burada.
Bir de video: